“Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk. Hayatı kendim için yaşamıyorum! Ve korkmuyorum hiçbir şeyden. Başıma gelecekleri de biliyorum. Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü.”
Türkiye sinemasının önemli aktör ve yönetmenlerinden Yılmaz Güney, 80. doğum gününde, 8 Mayıs Çarşamba günü, Güney’in dostları Adnan Özyalçıner, Aba Müslim Çelik, Jak Şalom ve Ayşe Emel Mesci’nin katıldığı söyleşide anıldı. Jak Şalom ile Ayşe Emel Mesci sinemacı Yılmaz Güney’i, Adnan Özyalçıner ile Âbâ Müslim Çelik ise edebiyatçı Yılmaz Güney’i anlattığı söyleşiye ilgi yoğun oldu.
UMUDUN ŞAİRİ
Yılmaz Güney, senaristliği, yönetmenliği, oyunculuğu dışında önemli bir yazar. Genellikle hapishanede geçirdiği yıllarda yazılan 15 kitabın sahibi. Bu yıllarda ona yoldaşlık, arkadaşlık eden isimlerin biri de yazar Adnan Özyalçıner… Özyalçıner söyleşide, “Kardeşliğin, paylaşımcılığın, umudun” şiirini yazdığını söylediği Güney’in edebiyatçı yönünü anlattı. Güney’in hayatının işçi sınıfıyla sokaklarda geçtiğini söyleyen Özyalçıner, Güney’in bu birlikteliğiyle varlıklı-yoksul ayrımından doğan çelişkileri daha çocukluktan itibaren hissettiğini ve bunun yıllar sürecek edebiyat hayatında önemli rolü olduğunu belirtti.Özyalçıner, Yılmaz Güney’in her türlü sanat üretimini emeğin toplumsal niteliğine uygun, daha ileri bir dünya daha eşitlikçi bir düzen için gerçekleştirdiğini söyleyerek, buna inancının tam olduğunu ve gelecek umudunun hiç kaybolmadığını ifade etti.
“SANAT İDEOLOJİK BİR TAVIRDIR”
Özyalçıner, Yılmaz Güney’in her türlü sanat üretimini emeğin toplumsal niteliğine uygun, daha ileri bir dünya daha eşitlikçi bir düzen için gerçekleştirdiğini söyleyerek, buna inancının tam olduğunu ve gelecek umudunun hiç kaybolmadığını belirtti. Güney’in bu umudu hayatın içinden aldığını söyleyen Özyalçıner şöyle devam etti: “Bu onun sanat anlayışının da özüdür aslında. Ona göre sanatın ve sanatçının kaynağı yaşadığımız hayattır. Ancak sanatçı yalnızca kendi yaşamıyla yaratıcılığını sınırlayamaz. Sanatçı hayatı gözlemeli, ona tanıklık etmelidir. Toplumsal siyasal hayatın çalkantıları ahlaki sarsıntılar, umutsuzluk, hayal kırıklığı öfke özlem ve benzerleri onun için ham maddeleridir. Bu ham maddelerin sanatsal bir değere kavuşmaları için sanatsal eylemin ateşinden geçmesi özüne uygun bir biçimi bulması gerekir. Bu anlamda sanat aynı zamanda siyasal ve ideolojik bir tavırdır. Bu anlamda sanat içeriği ne olursa olsun siyasal eylem aracıdır. Sanat eserine niteliğini veren öz yaratıcısının taşıdığı ve eserine yansıttığı dünya görüşüdür.”
“ÖMRÜNÜN YARISI HAPİSTE”
Yılmaz Güney, yazdıkları sebebiyle, yaptığı filmler sebebiyle bir çok kere yargılanmış ve hapse mahkûm edilmiş bir sanatçı. Özyalçıner, hapishanelerin Güney’in yazın hayatında yaratıcılığını geliştirdiğini şöyle açıklıyor: “Yılmaz Güney, hemen bütün kitaplarını, film öykü ve senaryolarını, neredeyse ömrünün yarısını geçirdiği hapishanelerde üretti. Onun yazı yaratıcılığını geliştirdiği yerler hapishaneler olmuştur. Olgunluk döneminin bütün öykü kitaplarıyla ödüllü filmlerinin çalışmalarını hep burada hayata geçirmiştir. Hapishanede yaşadıklarının ona yaşatılanların öteki mahkûm arkadaşlarının yaşam serüvenlerinin bu yatılarda payı çok olmuştur.”
“YAKINDA IŞIKLAR KESİLEBİLİR”
Özyalçıner sözlerini, Yılmaz Güney’in bir kitabının girişinde yazdığı ve özellikle bu günlerde geçerli olduğunu düşündüğü uyarı niteliğindeki şu mektupla bitirdi: “Arkadaşlar dışarıda bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın! Uyandırın! Herkese söyleyin! Yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?”
“GÜNEY EZBER BOZDU”
SinemaTek’in kurucularından, Yılmaz Güney’in arkadaşı sinemacı Jak Şalom, sinemacı Yılmaz Güney’i dinleyicililere anlattı. Yılmaz Güney’in yalnızca geçmişte yaşamış bir sinemacı değil, Türkiye sinemasının önemli halkalarından olduğunu söyleyen Şalom, Güney’in daha önce cesaret edilemeyen birçok şeyi Türkiye sinemasına kazandırdığını belirtti. Şalom, Güney’in katkısıyla, Türkiye sinemasındaki kırılma noktasını şöyle anlatıyor: “Yılmaz Güney’in ilk yıllardaki yani 1958’ten 1965’e kadar sürdürdüğü sinema çalışmaları onun mesleği öğrenmesi ve istediği sinemayı yapabilmesi için mutlaka ünlenmesi gerektiği gerçekliğine dayanır. Yılmaz Güney ilk defa kendi filmini 1968’de Seyithan filmiyle yapıyor. Bir Kürt hikayesi. İlk defa filmde bir kişilerin oyuncuların Kürt. Bu yeni bir şeydi Türk sinemasında. Bir kırılma noktasıydı. O zamana kadar böyle bir şey yoktu. Kimse buna cesaret edemedi. Güney bütün ezberleri bozdu.”
GÜNEY İÇİN KİTAP YAZDI
Yılmaz Güney için yazılan Paris'te Son Kavalla Prelüd şiir kitabının sahibi Aba Müslim Çelik’te etkinliğe katılanlar arasındaydı. Çelik etkinlikte Yılmaz Güney için yazdığı şiirleri okudu. Bu şiirlerinden biri de Güney'le birlikte yazdıkları şu şiirdi:
“Üç çiçek söyledim
Kavgayı bir yaprağın üzerine yazmak isterdim
Sonbahar gelsin yaprak dökülsün diye
Öfkeyi bir bulutun üzerine yazmak isterdim
Yağmur yağsın bulut yok olsun diye
Nefreti karların üzerine yazmak isterdim
Güneş doğsun karlar erisin diye
Paris solar gül yüzüne
Yoruldu güneşi çağırdı gece
Ayaklarım içte, başım dışta
Kapısı ayrılığın kilitlenirde
Arasta çarşısına kanlı ay düştü
Yoruldu seni çağırdı acele
Işığın kancalı uçlarıyla sararak avını gümüşten ipeğe
Göğ tarlasının parlak yıldızı
Sever, tutuşturur tomurcukları
Batıyor altın iğnelerle toprağın ısısını
Sağına bak dinle”
“YILMAZ KALIPLARA SIĞMAZ”
Yılmaz Güney’in çektiği bazı filmlerde rol alan, Güney’in dostu Ayşe Emel Mesci de söyleşinin konuşmacıları arasındaydı. Dostu Yılmaz Güney’le ilgili “Herkesin bir Yılmaz Güney’i var kafasında ve ona inanıyor. Kimdir Yılmaz Güney? Bunu konuşmak bir güne sığmaz. Onu sevenler de sevmeyenler de kendi dar kalıplarına soktular. Yılmaz o kalıplara sığmayacacak kadar evrensel bir sanatçıydı.” diyen Mesci’nin Güney’le sette yaşadığı unutulmaz anıları anlatmasının ardından etkinlik sonlandı.