Yüz yıllık bir sanat ağacı: Bedri Rahmi Eyüboğlu

Ressam, şair, öğretmen, yazar, mozaik sanatçısı, heykeltıraş, yazmacı, seramikçi, vitraycı… Dalları sanatın birçok disiplininden, yaprakları eserlerinden, meyveleriyse öğrencilerinden oluşan koca bir sanat ağacı desek yanlış olmaz Bedri Rahmi Eyüboğlu için. Bu yıl 100 yaşına basan, aynı zamanda Kadıköylü olan Bedri Rahmi, dünyaya yayılan eserleriyle bu topraklarda yetişmiş en büyük değerlerden biri. Ustaya nice yüz yıllara derken Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde devam eden “Yüzüncü Yıl Sergisi”ni fırsat bilip 64 yıllık ömrüne dönüp bir bakmak istedik…

19 Ekim 2011 - 11:08

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun 100. yaşı, bu yıl yapılan birçok etkinlikle kutlanıyor. Bunlar arasında en çok ilgi çekeni ise Kadıköy Belediyesi’nin Caddebostan Kültür Merkezi’nde açtığı “Yüzüncü Yıl Sergisi” oldu. 4 Ekim’de sanatçının dostu, usta yazar Yaşar Kemal’in katılımıyla gerçekleşen açılışıyla da ilgi gören sergi, sadece bir ay, yani 4 Kasım’a kadar açık kalacak. Ustanın tablolarının yanı sıra kişisel eşyalarının da bulunduğu sergide sanatçının günlük yaşamına bir yolculuk yapmak mümkün. Sırf bu yüzden bile özel bir ilgiyi hak eden sergide 90 tablonun yanı sıra boyanmış seramik tabaklar ve cam objeler yer alıyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun özel eşyaları sanatseverlerin ilgisine ilk defa sunulurken, daha önce hiç sergilenmemiş 25 tablosu da ilk kez gün yüzüne çıkarılıyor. Eyüboğlu’nun daktilosu, fotoğraf makinesi, Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezuniyet diploması, Celile Hanım’ın çizdiği Nâzım Hikmet portresi, son kullandığı boyalar ve sanatçıyı anlatan daha pek çok eşya yer alıyor. Elbette Eyüboğlu’nun fotoğraf ve şiirlerini de sergide bulmak mümkün.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Trabzon manzaralarının yer aldığı ilk resimleri, mezuniyet tablosu “Hamam”, “Karadutum, çatal karam, çingenem” dediği Mari Gerekmezyan’a yaptığı resimler, eşi Eren Eyüboğlu’nun kırmızı terlikli tablosu, “Mor Han” isimli tamamlayamadığı son tablo sergide dikkat çeken yapıtları… Aile koleksiyonundan derlenen eserlerden oluşan sergi, adeta bir “başyapıtlar” sergisi niteliğinde.
 
TRABZON’DAN PARİS’E SANATIN PEŞİNDE
 
Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla sergi için bir de katalog hazırlandı. Bu katalogda sergideki bütün yapıtlarla birlikte, Bedri Rahmi’nin özel albümünde bulunan fotoğrafları bulunuyor. Serginin oluşum sürecinde ve katalogun yapımında büyük emeği geçen Ömer Faruk Şerifoğlu’nun, uzun zamandır izini sürdüğü Bedri Rahmi Eyüboğlu portresiyle açılıyor katalog. Kelimelerle çizdiği portrede Şerifoğlu, hayranı olduğu Eyüboğlu’nu anlatıyor. Gelin hep birlikte Şerifoğlu’ndan dinleyelim Bedri Rahmi’yi:
Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1911’de Trabzon’da doğar. Küçük yaşlarda resimle ilgilenir. Bu ilginin uyanmasında kimin etkisi olmuştur bilinmez. Çok belirgin bir ustası olmamakla birlikte, Trabzon Lisesi’nde resim öğretmeni olan Zeki Kocamemi’nin etkisi olduğunu yine kendisi belirttiği gibi, asıl hocası olarak da ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’na işaret etmiştir ve hayatı boyunca “O benim üniversitemdi” demiştir. Ağabeyle beraber, anne-babanın katkısı da vardır; Baba Rahmi Bey, eski kaymakam, daha sonra Trabzon mebusu Rahmi Eyüboğlu,
evde oğulları için Molliere ve Victor Hugo gibi ustaların Fransızca metinlerini Türkçeye çevirerek çocuklarına okuyan bir babadır. Anne ise benzeri bir duyarlıkla Yunus Emre’yi, Pir Sultan’ı oğullarına eski yazıdan okumaktadır. Böyle bir evde büyümüş olmak, sonrasında da abinin izinde yürümek, Bedri Rahmi’nin çocukluk yıllarının bir özetidir sanki...
 
‘BEN TANINMIŞ BİR RESSAM OLACAĞIM’
 
23 Ekim 1923’te yani 12 yaşında günlüğüne düştüğü bir kayıt var onu fazlasıyla ele veren: “Ben tanınmış bir ressam olacağım, eğer bizi göklere asan ömür ipleri hep bir büyüklükteyse ilerde kim bilir neler yapacağız? Belki ben tanınmış bir ressam olacağım, belki abim yüksek bir lisancı, mükemmel bir tercüme yapan, tatlı yazılarını herkese sevdiren bir edip olacak, Hey Yaratan bütün bunlar olacak.”
Bedri Rahmi lise yıllarının ortalarında bir içe kapanış dönemi yaşar. Okuldan, derslerden kopar bir süre, resim dışında hiçbir şeyle ilgilenmez. Baba Rahmi Bey’i endişelendiren bu durum üzerine, o yıllarda Fransa’da devlet bursuyla okumakta olan ağabeyi Sabahattin Bey’e yazdığı mektuptan uzun uzun, ne yapacağız bu çocuğu diye kederlendiğini öğreniyoruz. Sonrasında Trabzon’da liseyi bitirmeden İstanbul’a gönderilir. O zaman akademinin lise bölümü de vardır. Burada Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi olur. Her iki hocasını da çok sever ama sonraki yıllarda yazdıklarından Çallı ile başka türlü bir hukuk oluşturdukları anlaşılmaktadır.Nitekim bir yıl sonra Çallı, “bu çocuğu Paris’e gönderin, buradan alacağını aldı” der babasına ve abisinin bursuna ortak olmak üzere Fransa’ya gönderilir. Trabzon’da, onlu yaşlardan itibaren oluşan kişiliği Fransa’da bambaşka boyutlar kazanır. Fransa, Bedri Rahmi için sadece kişiliğinin değil sanatının da şekillendiği yer olur.
 
ROMAN KIZI ERNESTİNE, EYÜBOĞLU’NUN ‘EREN’İ OLUR
 
Bir gün, Cemal Tollu’nun daveti üzerine, Lyon’dan Paris’e geçer. Andre Lhote atölyesinde öğrenci olan Tollu, Bedri Rahmi’yi o akşam evindeki bir davete çağırmıştır. Lhote’un atölyesini bulur ancak öğle tatilinde olan atölyede Roman bir kızdan başka kimse yoktur. Beklerken ikram edilen kahve ve akşam Cemal Tollu’nun evindeki davette geçirilen birkaç saatlik koyu sohbet, kısa sürede bir aşk masalına dönüşür. Kendisinin ‘Eren’ diye seslendiği Ernestine Letoni ile Paris’te başlayan aşk hikâyesi, 1936’da İstanbul’da evlilikle neticelenir. Türk resmi Bedri Rahmi’nin yanı sıra bir usta daha, Eren Eyüboğlu’nu kazanmış olur.
 
HER ŞEYDEN ÖNCE O BİR ÖĞRETMEN
 
1936’da başlayan Akademi’deki hocalığını ölümüne kadar sürdürür. Ressamlığı ve şairliğinden çok hocalığını önemser. Yıllarca topladığı, damıttığı birikimini öğrencileriyle hâlâ dillere destan hukuklar kurarak aktarır. Hala Akademi’nin efsane hocalarından biri olarak anılır. Nitekim bir yazısında şöyle der; “Beni ressamlarasorarsanız, resmini bilmeyiz ama iyi şairdir derler; şairlere sorarsanız da şiirini bilmeyiz oma iyi ressamdır derler. Ressamlığıma, şairliğime dil uzatanları affederim ama hocalığıma dil uzatanın alnını karışlarım.”
1938’da Yurt Gezileri başlar. İlk Yurt Gezisi’nde Edirne’ye ardından 1945’te Çorum’a gönderilir. Arada kısa süreli bir iş için Çankırı’ya gitmiştir. Bu seyahatler, Bedri Rahmi’nin Anadolu’yu keşfi olur. Yurt Gezileri, Anadolu’yu fark etmesini sağlar ve Anadolu’nun kilimi, motifleri taşı, böceği, ateşi, çiçeği yani her şeyine vurulur. O yaşına kadar edindiği, batıdan aldığı argümanlarla harmanlayarak kendine özgü bir Anadolu mitolojisi, Anadolu ikonografisi kurgulamaya başlar ve bunu modern resmin imkanlarıyla bir tuvale aktarmaya, bir resme dönüştürmeye çalışır.
 
SANATIN EN ÇALIŞKAN FIRÇASI
 
Bugün yazdıklarını görüyoruz; İş Bankası Yayınları’ndan hala çıkıyor, hala kitaplaşmamış yazıları var, tamamlandığında sanıyorum 20 cildi aşmış olacak. 64 yıllık hayatından geride kalanların bir dökümünü yapmaya çalıştığımızda 5.000 civarında resim, 30.000 sayfalık yazılı külliyat... Türk sanatının, kültür hayatının daha çalışkan bir kalemi ve fırçası olduğunu sanmıyorum. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sanat hayatında tereddüt yoktur; çocukluk yıllarından itibaren nereye yürüdüğünü, ne yapmak istediğini bilen bir hali vardır hep ve onu özel kılan da budur. Bu yolda aşkla, iştiyakla çalışmıştır. Yine kendisi bir konuşmasında “Yirmi yıldır günde en az 14 saat çalıştım, ya yazdım ya boyadım” der. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Anadolu kültürünün en zengin karakterlerinden biri olarak, dünya durdukça yaşayacaktır.
 
 
KARADUTUM ÇATALKARAM ÇİNGENEM
1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı. “ Karadutum çatal karam çingenem / Daha nem olacaktın bir tanem / Gülen ayvam, ağlayan narımsın / Kadınım, kısrağım, karımsın…”
Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı, tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu. Çünkü şiirde “kadınım-kısrağım-karımsın” dediği kadın, karısı değildi. Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı; Mari Gerekmezyan için.
“Kara saplı bıçak gibi” dediği Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. O dönem askerliğini yapmakta olan şair-ressamın sinesine “kara saplı bir bıçak” gibi saplanmıştı. Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari’nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu. Yorgun yürek “Karadut” 1946´da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan’in ölüm haberi geldi.
Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. O dönem içkiye başladı ünlü şair. Ürettiği ve dönemin ünlü olan eseri ise;
“ Türküler bitti, halaylar durdu, / Horonlar durdu (...) / Hüzün geldi başköşeye kuruldu /
Yoruldu yüreğim yoruldu.”
 
 
BEDRİ RAHMİ’NİN KALAMIŞ’TAKİ EVİ
 
1958’de mimar Turgut Cansever’in yaptığı ev, aslında bir atölye olarak tasarlanmış. Bu sebeple banyo ve tuvalet dışındaki odalarda kapı yok. Bedri Rahmi Eyüboğlu evin tamamlanmasından bir yıl sonra eşi Eren Hanım’la buraya taşınmış. Daha sonra iki yıl Amerika’da kalan çift, 1962’de yeniden eve yerleşmiş ve 1975’teki vefatına kadar sanatçı yaşamını burada geçirmiş. Bedri Rahmi’nin yaşamının büyük bölümünü geçirdiği bu evin, 100. yıl şerefine müzeye dönüştürülmesi gündemde. Kadıköy Belediyesi ise bunun için yasal prosedürü yerine getirmeye çabalıyor. Belki bu yıla yetişmeyecek ama “mavi kaplumbağa” olarak bilinen bu ev en yakın zamanda müze olacak.
Geçtiğimiz günlerde ölüm yıldönümünde andığımız bir başka Kadıköylü şair Fazıl Hüsnü Dağlarca ise bu evi en güzel anlatanlardan…
“Çocuksu ipi çekip kapıdan girdin mi
Yüreğin yemyeşil dallar altından ak çıkar
Koptuğu ulu orman mutludur seninle
Kütükler basamak basamak çıkar
Yavaş yapılmıştır tek adım bile yorulmazsın ki
Güvercin olmuş ayak çıkar
Nice yaşamalarımız doluşur yukarı
Sevmek belki de anlamak çıkar
Yenilerden eskilere boyaları bezeklerin
Özlemle aramalarına yanarak çıkar
Çınlar azıcık... Duyarsınız beklersiniz gelecekleri
Ne bileyim bu ev nerelere yakın
Kardeş Eyüboğlu nerelere uzak çıkar.”

 
Semra ÇELEBİ

ARŞİV