Zafer Doruk’u 2000 yılında Oktay Akbal Öykü Ödülü töreninde gördüm ilk olarak. Ödül almıştı. Yıllar sonra bu kez Kadıköy’de Haymatlos Kitabevi’nde bir imza gününde kesişti yollarımız. Oğlu Şair Taner Cindoruk ile bir imza gününe katılmıştı. Sonrasında yollarımız Bahariye’de açtığı “Düşhane” adlı sahafta kesişti sık sık. Zafer Doruk ile yaşamını, hikâyeciliğini ve Kadıköy’ü konuştuk
Kadir İNCESU
Zafer Doruk’un çocukluğuyla ilgili anlatacağı neler var dağarcığında?
Çocukluğum Adana’nın Kanalköprü ve Denizli Mahallesi’nde geçti. Denizli Mahallesinde, yaşadığımız avlunun önünden küçük bir su kanalı ve tren yolu geçiyordu. Avlumuzda yan yana beş ev bulunuyordu. Alt üst birer göz odadan oluşan, yukarı katın sofasına tahta bir merdivenle çıkılan, sazdan samandan karılmış, toprakla sıvanmış evlerdi. Avlunun ortasında gövdesi kalın, yaşlı bir dut ağacı vardı. Yaz gelince ağacın dalları iri beyaz dutlarla yüklenirdi. Ellerimizde cingillerle dutun altında toplanır, büyük bir çulu kenarlarından tutup gererdik. Kadınlardan kolu ve bacağı güçlü biri ağaca çıkıp yüklü dalı silkeler, çulun üzerine yağan dutları akşamları sofada ailece yerdik. Geceleri avlumuzun önündeki küçük kanalın kıyısında oturur, gece vardiyasında çalışan babalarımızı beklerken birbirimize film hikâyeleri anlatırdık…
Hikâyeye olan tutkunluk buradan mı geliyor?
Orada kanalın kenarında oturduğumuz çocuklar başka işler yaptılar, belki yazmak akıllarının ucundan bile geçmedi. Bir de dünyaya yazmak üzere gelenler var; bunlar fazla hayal kuranlar, her şeyi dert edinenler, yazarak yaşadığını anlayanlar… Yazınca, başkaları tarafından da yaşanmasını sağlıyorsunuz. Yazı uzun yıllar kalıyor.
Şiir pek çok yazarımızın ilk göz ağrısıdır. Siz de şiir yazdınız mı?
İçimden geldi bir- iki şiir ben de yazdım, ama şiirlerimin hikâye koktuğunu biliyordum. ‘Bir Uçumluk Kanat’ adlı şiirim Altınkoza Şiir Yarışmasında ilk on şiir arasına girmişti. Seçici Kurulda şair Adnan Yücel de vardı. Adnan, bu şiiri öykü olarak yazmamı önermişti.
Öyküye geçişiniz nasıl oldu?
İlk yazdıklarım hep öykü diye yazılan şeylerdi; ama öykü mü, değil mi, bunu okuya yaza kavramaya çalışıyordum. Sonra hep öykü yazdım, yazmadığım zamanlarda da öykü düşündüm, düşünüyorum.
Özellikle hangi yazarlardan etkilendiniz çocukluk ve gençlik dönemlerinizde?
Yaşar Kemal,Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Bekir Yıldız, Muzaffer Buyrukçu… Panait İstrati, Hemingway, Steinbeck, J. London ve daha birçok yazar, öğrencilik yıllarımda beni etkilemişlerdi.
Adana’dan kalkıp Haydarpaşa Garı’ndan İstanbul’a adımınız attığınızda ilk ne dikkatinizi çekmişti?
İçimi bir heyecan basmıştı. Denizi ve devasa yapıları görünce ürkmüştüm. Güzel bir şehirdir İstanbul, çekicidir, ama artan nüfusu, giderek katlanılmaz hale gelen ulaşımı onu yaşanması zor bir şehir yapmıştır.
İşportacılık yaparken, Orhan Kemal Öykü Ödülü için bir öykü gönderiyorsunuz. Sonra da unutuyorsunuz… Bu ödülle birlikte yaşamınızda neler değişti?
Yalçın Akyol, Seyhan ilçesinin Belediye Başkanıydı. Belediyenin olanaklarını sanattan esirgemeyen bir insandı. Onun döneminde on beş gün süreyle adeta bir şölen havasında geçen kültür ve sanat günleri yapılıyordu. Onlarca yazar, şair, çizer, şarkıcı, türkücü Adana’ya konuk oluyor, Uğur Mumcu alanında ve Atatürk Parkı’nda söyleşiler, paneller, konserler, yarışmalar düzenleniyor, her görüşe mensup insanların bir araya geldikleri stantlar açılıyordu. Orhan Kemal Öykü Yarışması da ilk o dönemde hayata geçirilmişti. Yarışmaya tek öyküyle katılmak gerekiyordu. Ben de 12 Eylül döneminin darbeci generali Kenan Evren’in astırdığı gencecik çocukların anısına ‘Kedi’ adlı bir öykü yazmıştım. Kenan Evren’i temsil eden emekli bir komiserle bir sokak kedisi arasında geçen mücadelenin öyküsüydü. Yarışmada başarı ödülü aldığımı söyleyince bir an inanamadım. Bu benim ilk ödülümdü, beni edebiyat dünyasıyla tanıştırmıştı.
“İşportacı Yazar” olarak tanınmak nasıl bir duyguydu?
Orhan Kemal ödülünü bir işportacı almıştı. Basın için bulunmaz bir haberdi. Adım bir dönem ‘İşportacı Yazar’a çıkmıştı. Sonra bir röportajımda gazeteci arkadaştan özellikle rica ettim. Yazmadılar bir daha.
15 yılda 9 kitabınız yayınlanmış, bunlardan söz eder misiniz?
İlk kitabım ilk göz ağrımdır, bendeki değerini azaltmadan korur. Adana’da çıkan üç kitabım aceleye gelmiştir, fırsat buldukça o öyküleri yeniden yazıyor, yeni kitaplarıma alıyorum. Bilgi yayınevinden üç kitabım çıktı. Marjinal kitaplardan çıkan son öykü kitabım ‘Beyaz Atlı Geceler’.
Yazmak Zafer Doruk için ne ifade ediyor?
Yaşadığına bir anlam bulmayı, ölümün karşısına hayatı koymayı. Ölümün başa çıkamadığı tek şey anlamlı yaşanmış bir hayattır çünkü. ‘Söz uçar yazı kalır’ sözü boşuna söylenmemiştir.
Emekli olduktan sonra Adana’dan çıktınız yola. Kadıköy’e yerleştiniz. Kadıköy ile ilgili ilk izlenimleriniz neydi?
50 yıl bir şehirde yaşamışsanız, nereye giderseniz gidin yadırgıyorsunuz. Kök tutmakta güçlük çekiyorsunuz; çünkü aşina olduğunuz yüzleri, mekânları; çocukluk, gençlik arkadaşlarınızı eskiden olduğu gibi sabah akşam göremiyorsunuz. Şair Kemalettin Kamu’nun dediği gibi: “Gurbet o kadar acı ki, ne varsa içinde hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde.” Ben de İstanbul’u ilk yıllar yadırgadım, kolay alışılmıyor. Şimdi iyi ki Kadıköy’e yerleşmişim diyorum. Kadıköy’ün insanın ruhunu sağaltan bir yanı var. Burada insan renkli ilişkiler kurabildiği kadar yalnızlığıyla da barışık yaşayabiliyor. Okuyup yazan, demokrat, aydın insanların çoğunlukta olduğu bir yer. Kendine özgü bir yaşam tarzları var, buna dokunulduğunda seslerini yükseltebiliyor, itiraz edebiliyorlar. Daracık bir sokakta, bir çayhanede oturduğunuzda bile, örneğin antikacıların bulunduğu sokakta canınızın sıkılması mümkün değil. Sokak müzisyenleriyle, satıcılarıyla, antikacılarıyla, baharatçılarıyla, balıkçı sokağıyla, barlarıyla, çarşısıyla, sahafıyla çeşitli renklerin, seslerin, kokuların barındığı bir yer… Kadıköy benim için İstanbul’un en güzel, en tanıdık, en Anadolu yüzü.
Emekli oldunuz ama yine kitaplarla iç içesiniz. Bahariye’de “Düşhane” adlı bir sahaf açtınız…
Evet. 15 yıl bir kütüphanede görev yapmıştım, emekli olduktan sonra kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyordum. Çevremde kitapların olmadığı bir ortamda yaşamak bir boşluğun içinde yaşamak gibiydi. Evimde kitaplığıma kapanıp saatlerce dışarı çıkmıyordum. Ruhumu sağaltmanın tek yolu bir sahaf açıp kitaplarla uğraşmaktı. Kadıköy bu iş için çok elverişli bir yer. Sokak aralarında sahaflara rastlıyordum; kendi hallerinde, sessiz, ağırbaşlı, bilge duruşları hoşuma gidiyordu. Burayı açınca kendimi daha iyi hissetmeye başladım.