Dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri, sayısız ödül sahibi ünlü foto-muhabirimiz Ara Güler’le sohbetimiz Taksim’deki Ara Cafe’de gerçekleşti. Ara Cafe özellikle gençlerin tercih ettiği, duvarlarında Ara Güler’in siyah-beyaz fotoğraflarla süslenmiş sıcak ve sevimli bir mekan. Cafe’ye girdiğimizde Ara Güler’i gençlerin arasında otururken bulduk. 85’lik koca çınar, gençlerle birlikte oturup sohbet ederken, bir milyon fotoğraf karesini çekmemiş gibi mütevazı ve enerjik duruyordu. 85’lik tarih abidesiyle hem İstanbul’u hem de kimsenin bilmediği Ara Güler’i konuştuk.
Meslek yaşamınız boyunca dünyanın değişik yerlerini fotoğrafladınız ama en çok da İstanbul’u objektifinize sığdırdınız, İstanul’un tarihine fotoğraf makinenizle tanıklık ettiniz. Neler değişti İstanbul'da?
İstanbul’da bir sürü şey değişmiştir. Benim aradığım İstanbul başka İstanbul’du. Benim aradığım İstanbul Orhan Veli’nin şiirinin bir kopyasıdır. Abdullah Şinasi’nin hisarı, Yahya Kemal’in bizim edebiyatımızın var olduğu bir devrin aynasıdır. Benim aradığım İstanbul o İstanbul’dur. Şimdiki İstanbul benim için bozulmuş, mahvolmuş ve bitmiş bir İstanbul’dur.
Peki ya Kadıköy. Bize Kadıköy’den, Kadıköy’ün hayatınızdaki yerinden bahseder misiniz?
Kadıköy’de senelerce oturdum Suadiye Şen Sokak'ta evimiz vardı. 1946-47 yıllarında Muhtar Hilmi Bey’in evini tutmuştuk. On iki yıl oralarda büyüdüm. Sonra Büyükada’ya taşındık. Kadıköy bambaşka bir yerdi, benim oturduğum sokaktan, Muhtar Hilmi Bey’in evinin arasında 30 katlı binalar falan vardı. Babam orayı satın almıştı ama annem de burası Allahın dağı dedi sattırdı. Satmasaydık, şimdi 3 tane bloğum olacaktı. Ben ava çıkardım tüfeğim vardı. Suadiye’nin arka tarafına dağa çıkar bıldırcın avlardık. Şimdi ancak otomobil avlarsınız. Kadıköy’de tramvay giderdi sağdan- soldan, ortası asfalttı. Arabalar ortadan giderdi. Gidiş- geliş tramvay vardı. Çocukluğumuzun güzel günlerinde kızlarla Şaşkınbakkal da bulunan “Salihin Yeri” diye bir muhallebici vardı. Bugünkü modern kahveler gibi yerdi orada buluşurduk.
Fotoğraflarken bir nevi hayatınızı donduruyorsunuz. Geçmişinize baktığınızda dolaştığınız, bir şeyler yediğiniz, eğlendiğiniz yerlerin değişmesi sizi üzüyor mu? Bir anlamda yaşadıklarınızı belgeleyip gelecekte de aynı görmek ister miydiniz?
Kalmamış bir dünyayı hatırlatıyor bana, ama şimdi başka bir şeye alışmamız lazım tabi. Yeniden, bir yaştan sonra başka şeye alışmak zor oluyor, alışsan ne olur alışmasan ne olur?
Sanki onları dondururum hiç değilse o hayatlar fotoğraf sayesinde tarihe mal oldu. Ondan memnunum. Sen artık eski İstanbul’u bulamazsın, ancak benim kitaplarımda bulursun.
Fotoğraflarınızdaki insan yüzlerinde hissettiğim bir hüzün var. Siz bu hüznü mü arıyorsunuz?
Ben hüznü aramıyordum, insanlar öyleydi. İstanbullu hiçbir zaman İstanbul’da yaşadığının farkında değildi. İstanbul mühim şehir olduğunun farkında değildi İstanbul için mühim şehir Paris, Londra, New York zannederlerdi. Ama şimdi biliyoruz ki İstanbul limon sıkar bunlara! New York nedir ki zavallı bir yer, 16 milyon boşluk yaşar orda benim için. Avrupa medeniyeti, Amerika medeniyeti olsun çöpten başka bir şey değildir. Ben yaşantının fotoğrafını çekiyorum, yaşamın tarihini yazıyorum. Bizler aslında birer tarihçiyiz ve görsel tarih yazmaktayız. Görsel tarihi bir sonraki nesillere taşıyan aletlerden biri de fotoğraftır.
Zorlu şartlar altındayken (savaşlar, afet, 6-7 Eylül vs.) bile fotoğraflar çektiğiniz. Hem hayatta kalmak, hem de fotoğraf çekmek zorundasınız. Bu ikilemde iken neler düşündünüz. Birinin ön planda olduğu durumlar oldu mu?
Bir gazeteci objektif olmalıdır. Tesir altında kalmamalıdır. O zaman iyi gazeteci olur. Ben de zannediyorum iyi bir gazeteciyim.
Fotoğraflar çekilen fotoğrafla beraber çeken kişinin de ruh halini yansıtır mı?
Tabi ki… Onu çeken düğmeye basan, o zamanın durdurulduğu anı tespit eden adam benim.
Fotoğrafçı çekeceği fotoğrafa müdahil olmalı mı?
Spontane çekmeli organize etmemeli. Aksi takdirde yalan, uydurma olur.
Çekmediğiniz, çekmeyi düşündüğünüz bir yer var mı?
Yok, zaten kalmamıştır da mesela; adam olarak var Şarlo’yu çekmek isterdim, Einstein'ı çekmek isterdim. Ama maalesef ben Ara Güler olmadan öldüler.
Fotoğraf teknolojisi çok değişti. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Yeni teknoloji bize kolaylık sağlıyor. Dijital fotoğrafın daha ileride çok daha etkili olacağına ve çabukluk yaratacağına inanıyorum.
Arşivinizde ne kadar fotoğraf vardır? Onları nasıl saklıyorsunuz?
Çok vardır. 1948’de beri fotoğraf çekiyorum. Günde 10 rulo film çeksem bir milyondan fazla fotoğraf yapar. Tabi bu kadar fotoğraf olunca saklaması da bir hayli zor oluyor. Uygun oda sıcaklığı önemli, rutubet olunca negatiflerde bozulmalar oluyor. Arşivcilik başka bir şey…
Unutamadığınız bir fotoğraf anınız var mı?
En önemli anılardan bir tanesi Picasso. Onu çektiğim bir gün bana 'Niye bu kadar çok fotoğrafımı çekiyorsun?' diye sordu bana. Ben de 'Çünkü sen Picasso’sun onun için' dedim. 'Ben de senin resmini çizeyim git kağıt kalem bul' dedi. Ben de odaya bakıyorum kağıt arıyorum, dünyanın en büyük ressamı beni çizecek kâğıt bulamıyorum. Adam 90 küsur yaşında unutacak, bir kitap buldum kitapların baş sayfalarında boş sayfa olur kopardım verdim eline… Bana 'Sen Sezar’a benziyorsun dedi. Beni Sezar’a benzeterek çizdi. Altına da Picasso diye imza attı. Aldım kitabı bir de baktım ki kitap 50 adet basılmış kitapta antika. Yıl 1971 Picasso’yla röportajı böyle yaptım.
Birçok ödül aldınız sizi en çok heyecanlandıran ödül hangisiydi?
Hiçbiri heyecanlandırmadı hepsi atraksiyondu. Tabi en mühimi “Legion d’Honneur” ama o kadar da mühim değildi. Aslında en büyük ödül Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü'dür. Ahmet Necdet Sezer’in elinden aldım.
Kendiniz başarılı buluyor musunuz?
Olsan ne olur olmasan ne olur...Çok değerlisin de ne oldu!
Rejisör veya oyun yazarı olmak istediğinizi belirtmişsiniz. Sizi foto-muhabirliğine iten neydi?
Tiyatroyla çok uğraştım. Tahsilim tiyatroydu, Muhsin Ertuğrul’un talebelerinden biriydim. Ben tiyatroda olmak isterdim, ama aktör olmak istemezdim piyes yazarı olmak isterdim. Benden başka herkes rejisör oldu.Yeni İstanbul Gazetesinde babamın arkadaşı vardı. Bende fotoğrafla uğraşıyordum. Sinema stüdyolarında çalıştım yazları babam gönderirdi. Bir gün büyük bir yangın oldu stüdyoda en son ben kurtarıldım. Sonra gazetede Foto-Muhabirliğe devam ettim.
Ara Güler, 1928′de İstanbul’da doğdu. Gazetecilik yaşamına 1950′de Yeni İstanbul gazetesinde başladı. 1956′da Time-Life, 1958′de Paris Match ve Stern dergilerinin yakındoğu foto muhabirliğini üstlendi. Aynı dönemde Magnum Ajansı’na katıldı. 1961′de İngiltere’de yayımlanan British Journal of Photography Year Book, onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. 1962′de Almanya’da Master of Leica unvanını kazandı. Dünyanın dört bir yanında yüzlerce sergi açtı. Bertrand Russell’dan Winston Churchill’e, Arnold Toynbee’den Picasso’ya, Salvador Dali’ye kadar birçok ünlü kişinin fotoğrafını çekti, onlarla röportajlar yaptı. Ara Güler’in fotoğraflarının büyük bir bölümü Paris’te Ulusal Kitaplık’ta, ABD’de Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu’nda, ayrıca Boston, Chicago ve New York’ta özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Bundan başka Almanya’da, Köln’de Ludwig Museum’da ve Das imaginärische Photo-Museum’da fotoğrafları sergilenmektedir.
Gürbüz ENGİN