ERGENLİĞİ ANLAMAK-1

Kadıköy Belediyesi Çocuk Koruyucu Ruh Sağlığı Merkezi'nden Uzman Psikolog Bahar Kolbay, ergenliği anlatıyor

03 Mart 2017 - 13:45

Henüz bir cinsel kimliğe sahip olmayan nötr bir bedeni ve anne babaya bağımlı, sınırları henüz netleşmemiş bir ruhsallığı içeren çocukluktan çıkıp, cinsel kimlik kazanmış üretken bir bedene sahip ve kendine ait ilgileri, düşünceleri, kararları, karakteri ve sınırları olan bağımsız bir bireye işaret eden yetişkinlik dönemine uzanan uzun ve sancılı döneme ergenlik diyoruz. İçerdiği bu zorlu değişim/dönüşümler düşünüldüğünde bu dönemin kimilerince neden “ikinci doğum” olarak da adlandırıldığını anlayabiliriz. Elbette bazı doğumlar daha acısız, bazılarıysa daha acılıdır, fakat nihayetinde bir çocuktan yetişkin doğurmak hafife alınacak bir iş değildir.

“Bizim zamanımızda ergenlik mi vardı!” diye karşı çıkan anne babalar haksız sayılmazlar; üst kuşaklar çocukluktan yetişkinliğe, hangi ara büyüdüklerini fark edemeyecek kadar hızlı ve keskin bir geçiş yapmak zorundaydı. Günümüzde eğitim hayatının uzaması ve iş/evlilik/aile kurma gibi adımların ileri atılması, ergenlik dönemini (yoktan var etmediyse de) daha görünür hale getirdi diyebiliriz. İyi ki de böyle oldu, çünkü bu sayede şimdiki gençler, “yetişkin olma çalışması”nı yetişkin olarak adlandırıldıktan sonra yapmak zorunda kalmayacak ve karmakarışık yetişkin dünyasına daha iyi hazırlanma fırsatı bulabilecekler. Öyleyse “bizde yoktu” diye hayıflanmak yerine, çocuklarımızın yetişkin olma mücadelesi toplumsal olarak tanınıp adlandırıldığı için onlar adına sevinebiliriz.

Mücadele önce bedenle başlar. Çocuğun bedeni ergenliğin ilk aşaması olan buluğ çağıyla (“erinlik” de diyoruz) birlikte hızlı bir şekilde büyümeye, gelişmeye başlar; cinsel kimlik ve doğurganlık kazanır. Çocuksu masum bedene veda etmek, cinsel ve fiziksel olgunluğa erişmiş bu yeni bedeni tanımak, ona alışmak ve benimsemek zorlu görevlerdir. Ergenin sakarlığı, elini kolunu nereye koyacağını ve nereye sığıp sığmayacağını kestirememesi hızla değişen bedene ayak uydurmanın zorluğuna işaret eder. Ergen boşuna ayna karşısında saatler geçirmez; kendi görüntüsüyle her karşılaşma “bu da kim?” sorusunu doğurur ve cevabı bulmak kolay değildir. Ayrıca, bedenin geçirdiği tüm bu hormonal ve dürtüsel değişimlerin enerji açısından da bir bedeli vardır, ergenler çabuk yorulurlar. Elbette, okuldan gelip kendini koltuğa bırakan, uyuklayan, işleri ağırdan alan ergen evlatları karşısında, zamanla yarışan anne babaların işi zordur, fakat dışarıdan bakınca görünmeyen yoğun “iç işlerini” göz önüne alırsak ergenlere karşı belki biraz daha insaflı olabiliriz.

Bedenin cinsel kimlik kazanması kuşkusuz diğerlerinin bakışını da gündeme getirir. Ergen merak eder: Başkaları beni nasıl görüyor, beğeniliyor muyum, güzel miyim, boyum/kilom normal mi, yeterince güçlü müyüm vb. Bir kadın ya da bir erkek olmak çoğu zaman sanıldığı gibi kendiliğinden olan bir şey değildir, belli bir içsel çalışma gerektirir. Ergen bir yandan “kızlar/erkekler öyle oturmaz/konuşmaz/giyinmez/davranmaz” diyen yetişkinler korosunu dinlemek, bir yandan “kim daha güzel, kim daha uzun, kim daha güçlü” gibi birçok konuda yaşıtlarıyla rekabet etmek ve kimi zaman acımasız olabilen eleştirilere ve alaylara göğüs germek zorundadır. Kısacası toplumun bir kadın ya da bir erkek olarak bizden ne beklediğini anlamak ve o kalıplara uygun davranmak hiç de kolay bir iş değildir. Özellikle çevrenin baskısının fazla olduğu durumlarda ergenin, çocukluğun nispeten serbest dünyasını özlemesi ve büyümeye isyan etmesi kaçınılmazdır.

Cinsel kimlik elbette flört, hoşlanma, çıkma gibi konuları da beraberinde getirir. Ergenin şimdi bedensel dürtüleri, romantik hayalleri, arkadaş çevresine uyum çabaları ve ailesel sınırlar arasında hassas bir denge tutturması gerekecektir. Diğer yandan, cinsellik bir bilgi sahası olarak da gitgide daha çok ilgi çekmeye başlar. Yaşıtlar arasında bilgiler yarıştırılır, neyin doğru neyin yanlış olduğu birbirine karışır, merak ve utanç birbirini kovalar, ergen daha fazlasını öğrenmek ve öğrenmemek arasında gider gelir; sanki bilmek bir dert, bilmemek başka bir derttir. Yetişkin dünyasının bu büyük gizemi kafaları kurcalarken matematik, coğrafya vb. derslerin neden bir süreliğine pek ilgi çekici görünmediğini anlayabilir ve notlardaki makul bir düşüşe tolerans gösterebiliriz.


ARŞİV