İBB Kültür A.Ş. Yayınları’ndan çıkan ‘İstanbul Şifahaneleri’ adlı kitap, eski İstanbul’un ‘hastanelerini’ inceliyor.
Tarih boyunca birçok isimle kimliklendirilen Türkçe’de “şifa evi”, “şifa yurdu”, “şifa kapısı” olarak adlandırılan, Osmanlı’da “darüşşifa” olarak bilinen sağlık kuruluşları, “Karşılıksız Hizmetin Muhteşem Abideleri İstanbul Şifahaneleri” kitabıyla okuyucunun ilgisine sunuldu. Abdullah Kılıç’ın yazdığı kitap, Osmanlı dönemindeki sağlığa verilen önemi gösteriyor.
İster ‘şifa evi’ deyin, ister ‘şifa yurdu’ ya da ‘şifa kapısı; Osmanlı zamanındaki ‘darüşşifa’ adıyla bilinen sağlık kuruluşları aynı amaca hizmet ediyordu: Hiçbir karşılık beklemeden hastaları iyileştirebilmek... Darüşşifalar, kimsesiz ve muhtaç hastalara hizmet vermek için genellikle padişahlar, onların hanımları, kızları veya varlıklı kimseler tarafından yaptırılıyordu. Tedavi ücretsizdi. Sağlık kuruluşuna gelen hasta, kapıcı tarafından içeri alınır, önce hamamda yıkanır, daha sonra da hastane kıyafeti verilirdi. Yakını varsa hastanın eşyaları ona teslim edilir, yoksa eşyalar emanete alınır ve her şey katip tarafından kayıt altına alınırdı. Darüşşifada hekim hastaneye geldiğinde hastayı muayene eder, teşhisini koyduktan sonra nerede yatırılacağını tespit ederdi. Tüm muayenelerde diğer hekimler ve tıp öğrencileri de yer alırdı. İlk konsültasyondan sonra ilaçlar tespit edilir, hastanın yiyeceği gıdalar ve rejimi belirlenirdi. Hekim, hastalarını günde iki kez ziyaret ederdi.
FAKİRLERE BEDAVA İLAÇ
Darüşşifalar, haftada iki kez poliklinik hizmeti de sunuyor, parası olmayanlara ücretsiz bakıp gereken ilaçlar veriliyordu. Darüşşifaya gelemeyecek hastaların yakınları, hastanın durumunu anlatıp gereken ilacı alabiliyordu. Gerçek dışı hastalık bahanesiyle gelenlere ve zenginlere ilaç verilmesi yasaktı. Bu konuda hile yapanlar, ‘firavun ve karun laneti’yle cezanlandırılırdı. Hekim hastanın nabzına muayene sırasında bakardı. Sağ elin iki parmağıyla hastanın bileğindeki damarlara hafif baskı yaparak bilgileri alır, not ederdi. Eski tıpta, yalnızca nabız dinleyerek tüm hastalıkları teşhis eden doktorlar vardı.
ALTINDAN DA DEĞERLi iLAÇ: TiRYAK-I FARUK
Osmanlı’da hekimlerin ambarda sakladıkları bazı ilaçlar vardı. Bunların en önemlisi de, tiryaklardı. Tiryak denen ilaçlar, her derde deva olan ve özellikle zehirlenmelerde mutlaka alınması gereken ilaçlardı. Tiryaklar arasında en değerli olan ‘tiryak-i faruk’ ilacıydı. Bu ilaç hem tedavisi zor olan hastalıklarda, hem de zehirli yılan ve böcek sokmalarında etkiliydi. Defne tohumu, centiyane, mür ve ziraven, dövülüp elekten geçirildikten sonra balla karıştırılarak elde edilirdi.
KORUYUCU TIP VE TEDAVİ ÖNCESİ KÜRLER
Darüşşifalarda uygulanan tedavi Osmanlı tıbbının, o da binlerce yıllık tecrübeden geçen eski tıbbın bir parçasıydı. Bu tıpta önemli olan önce hastalanmamaktı. Koruyucu tıp çok önemli olup bunun için kurallar geliştirilmişti. Darüşşifaya gelen hastanın teşhisi yapıldıktan sonra ilk yapılan uygulama özel kürlerle vücuttan zararlı maddelerin atılmasıydı. Yenilen gıdalar, yanlış yaşam tarzı ve yanlış beslenme hastalığı yaratan sebeplerdi. Bu durumun farkında olan hekim ilaç vermeden önce muhakkak bedenin temizlenmesini isterdi.
Fotoğraflar: Edirne'deki Sağlık Müzesi (Darüşşifa)