Yoksullaşma, ağır çalışma koşulları ve sağlıkta şiddet başta olmak üzere çeşitli baskılarla karşı karşıya olan hekimlerin birçoğu çalışmak için yurt dışını tercih ediyor. Öyle ki 2022’nin ilk altı ayında bin 171 hekimin yurt dışında çalışabilmek için gerekli olan “iyi hal” belgesini Türk Tabipleri Birliği'nden (TTB) aldığı açıklandı.
Tabipler Birliği'nin verilerine göre en fazla hekim göçünün gerçekleştiği geçtiğimiz yıl bin 405 hekim, TTB’den gerekli belgeyi almıştı. Bu yılın ilk yarısındaki başvuru sayısı göz önüne alındığında 2022’deki hekim göçünün geçtiğimiz yılı ikiye katlaması bekleniyor. TTB, bu yılın ikinci yarısında “iyi hal” belgesi alacak hekim sayısının bin 709 olacağı öngörüsünde bulunuyor.
“BUNU BİR TEPKİ OLARAK ALGILAMALIYIZ”
Her geçen gün hızla artan göç sayılarını, hekimlerin yurtdışına gitme sebeplerini ve Türkiye’de kalmalarını sağlamak için atılması gereken adımları İstanbul Tabip Odası (İTO) Genel Sekreteri Dr. Ertuğrul Oruç’la konuştuk. TTB’nin paylaştığı verilerin “daha fazla doktorun ülkeden ümidini kestiğini gösterdiğini” vurgulayan Oruç, “Doktorlar yalnızca bugünkü durumun kötü olduğunu değil, gelecek açısından da durumun düzelmeyeceğini düşünüyor. Bu açıdan geleceklerini Türkiye’de değil, yurt dışında görüyorlar.” dedi.
Yılın ikinci yarısında öngörülen hekim göçü rakamları için “çok ürkütücü” yorumunda bulunan Dr. Oruç, bu durumun Türkiye için anlamının, yetişmiş insanlarını kaybetmesi ve bu değerlerini yitirmesi olduğunu belirtti ve ekledi: “Yalnızca bu değerler yitirilmiyor, burada bir hekim eksikliği oluşmuyor. Aslında gidemeyen hekimlerin de büyük bir kısmının gözü yurt dışında. Bu anlamıyla da ülkenin sağlık sistemi açısından çok kötü bir noktada örnek teşkil etmiş oluyor.”
Yalnızca sağlıkta değil, tüm alanlarda gençlerin yurt dışına yöneldiğini söyleyen Oruç, “Türkiye’nin geleceği için karanlık günlerin geldiğini sezdiklerini görüyoruz gençlerin. Bunu bir tepki olarak algılamak lazım, kişisel bir tepki belki. Örgütlü bir tepki değil ama Türkiye’nin kötü geleceğinin bir göstergesi olarak görüyorum bunu.” diye konuştu.
TÜRKİYE’DEN AYRILMA SEBEPLERİ NELER?
Dr. Ertuğrul Oruç, hekimlerin Türkiye’den ayrılmak istemelerindeki ilk faktörün ise ekonomik nedenler gibi gözüktüğünü belirterek, şöyle devam etti: “İlk akla gelen ekonomik sebepler oluyor. Elbette durumun bir tarafı ücretler, ama konuyu deştiğimizde ülkenin genel siyasi atmosferi ve sağlık sisteminin durumu ön plana çıkıyor. Çalışma şartları günden güne kötüleşiyor. Hekimler sürekli sistemin açıklarıyla, kendilerinin sorumlu olmadıkları sorunlarla uğraşmaktan bir noktada bıkıyorlar. Hekimliklerini yapamaz hale geliyorlar.”
Son dönemde sağlıkta şiddetin geldiği boyuta da dikkati çeken Oruç, son olarak Konya Şehir Hastanesi'nde görevi başındayken öldürülen Kardiyoloji Uzmanı Dr. Emre Karakaya cinayetini hatırlatarak, “Her gün bir şiddet vakasının yaşandığı bir ortamda çalıştığınızı düşünün, artık bir noktada yurt dışına gitme seçeneğiniz de varsa bunu ciddi ciddi düşünmeye başlıyorsunuz.” dedi.
“ACİL GÜNDEME ALINMALI”
Yurt dışına yönelen hekimler arasında hem pratisyen hem uzman hekimlerin olduğunu hatırlatan Oruç, bir kez daha hekimlerin geleceklerini Türkiye’de görmediklerinin altını çizerek, “Bu çok ciddi bir sorun. Sağlık Bakanlığı’nın, hükümetin bu konuyu acil gündemine alması gerekiyor.” dedi. Ancak böyle bir niyetin olmadığını da dile getirdi: “Sorun görmezden geliniyor, kendi haline bırakılmış durumda.”
İlk yapılması gerekenin çalışma şartlarının düzenlenmesi ve düzeltilmesi olduğunu söyleyen İTO Genel Sekreteri Oruç, “Bu konuda çok ciddi adımlar atıldığı takdirde yurt dışına gitme hızının azalacağını, hatta bir anda kesileceğini düşünüyorum. Ama ülkenin bugünkü siyasi atmosferinde bunun düzeltilmesi çok zor.” yorumunda bulundu.
Yine ilk üzerine eğilinmesi gerekenler arasında sağlıkta şiddet olduğunu vurgulayan Oruç, şunları söyledi: “Bunun için ilk yapılması gerekenler silahla, bıçakla hastaneye girilmesinin önlenmesi, güvenlik önlemlerinin artırılması. Fakat bizim istediğimiz esas bu değil. Şiddetin niye oluştuğunun, kökeninin araştırılması ve bunun üzerine gidilmesi. Şiddetin nedenlerine baktığımızda sağlık politikalarının şiddeti körüklediğini görüyoruz. Dolayısıyla, Türk Tabipleri Birliği olarak, İstanbul Tabip Odası olarak bu şiddeti yaratan sağlık politikalarından dönülmesini talep ediyoruz.”
“KORUYUCU HİZMETLER GÜÇLENDİRİLMELİ”
Acil servislerin, poliklinik gibi kullanılmaması gerektiğini de vurgulayan Oruç, bu konuda ise şunları dile getirdi: “Günlük 3 binlere kadar hasta başvurusunun olduğu acil servisler var. Buralarda sayıların kademeli olarak azaltılması gerekiyor. Bunun için birinci basamak olan aile hekimliklerinin güçlendirilmesi bizim taleplerimizden bir tanesi. Yalnızca poliklinik hizmeti veren değil toplumun hasta olmaması için koruyucu sağlık hizmetlerinin de yeteri kadar kaliteli bir şekilde yürütülebileceği bir aile hekimliği düzenlemesi gerekli. Aslında bunun için aile hekimliği sistemi kaldırılmalı. Bundan önce uygulanan sağlık ocağı sisteminin ideal şekliyle -son dejenere olmuş şekliyle değil- düzenlenmesi gerekiyor.”
“Aile hekimliği sistemi kaldırılmalı” taleplerini detaylandıran Oruç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sağlık ocaklarında bir ekip hizmeti vardı. Doktorundan hemşiresine, sağlık teknisyeninden şoförüne kadar bütün olanakları vardı. Adres tabanlı bir sistemdi. Sağlık ocağının bulunduğu binanın çevresinde hizmet veriyordu. Aile hekimlikleri bunun tersi. Doktor ve aile sağlığı elemanı denen, genellikle hemşire olan iki kişinin baktığı ve binanın olduğu yerin çevresi değil, Türkiye’nin tamamından hastasının olabileceği bir sistem getirildi, ki bu sadece poliklinik hizmetine daraltılan bir sistemdi. Bunun değiştirilmesi lazım ki, hastanelerin yükü azaltılabilsin.”
“SAĞLIK SİSTEMİ YENİDEN KURGULANMALI”
Sözlerini sağlık sisteminin yeniden kurgulanması gerektiğini vurgulayarak tamamlayan Dr. Oruç, şunları dile getirdi: “20 yıldır kademeli olarak polikliniğe başvurunun kışkırtıldığı bir sağlık ortamının tersine, daha birinci basamağa doğru kaydırıldığı ve azaltılmaya çalışıldığı bir kurguya geçmemiz gerekiyor. Özellikle İstanbul gibi nüfus yoğunluğu çok yüksek olan illerin bunu kaldırması mümkün değil. Örneğin 2000 yılında bir kişi yılda üç kez polikliniğe giderken, bugün bu rakam 10’un üzerine çıktı. Bu kadar başvuruyu kaldırabilecek bir sağlık sistemi yok tabii ki de. Tamamen sağlık piyasasının kâr edebilmesi için kurgulanan bir sistem, bundan dönülmesi lazım. Keza özel hastanelerin aldıkları ek katkı payları düşünüldüğünde, elbette bunun da tersine dönmesi gerekiyor. Giderek sağlığın paralı hale geldiğini görüyoruz. Nitelikli hizmet almanın yolu paradan geçer oldu. Bunun değişmesi lazım. Özel hastanelerdeki nitelikli kadroların kamuya dönmesinin yolu sağlanmalı. Kamudaki ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve buraların bir cazibe merkezi haline getirilmesiyle geriye dönmesini sağlayacak bir kurguya ihtiyaç var. Bunun bir sistem olarak kurgulanması acil şart.”