“İkinci dalga gelebilir”

Korona virüsü salgını hakkında konuştuğumuz Doç. Dr. Çağhan Kızıl, “Sosyal mesafeyi azaltıp insanların birbiriyle iletişimini artırabilecek herhangi bir uygulama salgının ikinci dalgasını getirebilir ve salgını artırabilir” uyarısında bulunuyor

13 Mayıs 2020 - 15:13

Türkiye’de ilk vakanın 11 Mart’ta görüldüğü korona virüsü salgınının önüne geçebilmek için alınan tedbirler yavaş yavaş esnetiliyor. 11 Mayıs Pazartesi günü itibariyle AVM’ler ve berberler açıldı. Giriş çıkış yasağının olduğu birçok şehirde bu kısıtlamalar kaldırıldı. Resmi açıklamalara göre günlük vaka ve ölüm sayıları da düşüyor. Ancak tedbirlerin yavaş yavaş kaldırılması ve yetkililerin olumlu açıklamalarından sonra çok sayıda insan cadde ve sokaklara çıkmaya başladı. Çoğu zaman fiziksel mesafenin gözetilmediği bu manzara salgını yeniden hızlandırır mı? Tedbirlerin şu an için kaldırılması erken mi? Biz sorduk, genetik bilim uzmanı Doç. Dr. Çağhan Kızıl yanıtladı. Kızıl, tedbirlerin kaldırılmasının erken olduğunu belirterek dikkatli olunmaması durumunda salgında ikinci dalganın görülebileceğine işaret ediyor.

  • Türkiye’deki mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle dünyadaki duruma baktığımızda artış devam ediyor. 4 milyonu geçen vaka sayısı var. Her gün 100 bine yakın vaka çıkmaya başladı, son üç gündür bu şekilde ve ölümler de gittikçe artıyor. Halen aktif 2.3 milyon vaka var. Türkiye’de salgın yüksek şekilde yaşanıyor. Bunu şuradan çıkartabiliyoruz: bir, vaka sayıları. Fakat Türkiye’yi değerlendirmeden önce Türkiye’yle ilgili nasıl bir bilgimiz var ve detaylarını nasıl elde edebiliyoruz, biraz onu konuşalım. Bunun yanıtı biraz basit; detaylarını elde edemiyoruz. Bize verilen bilgilerin de kısıtlı bilgiler olduğunu biliyoruz. Hem Türk Tabipler Birliği’nin hem de sahadaki insanların söylediği ve ayrıca Bilim Kurulu üyelerinden de yapılan açıklamalarda bunu duyuyoruz. Türkiye’de verilen sayılar sadece testleri pozitif çıkan ve konfirme edilen vakalar. Bunun dışında testleri negatif çıkan – ki biliyoruz ki testler yüzde 60-70 oranında pozitif çıkıyor, yani üç hastadan ikisini ancak bulabiliyorsunuz – ya da test yapılmayan insanlar bu sayılara dahil değil. Dünyada bunun aksi bir uygulama var.

  • Nasıl bir uygulama?

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi’nin (ECDC) talimatları aslında tersi. “Pozitif çıkan vakaların yanına şüpheli olan vakaları da saymalısınız” deniyor. Türkiye’de bu yapılmıyor. Bunun yanında tabii ki semptom göstermeyen ve ulaşamadığımız, gözetleme yapılmayan kişiler de var, bunu biliyoruz. Dolayısıyla 135 bin vakanın birkaç katı üstünde vaka olduğunu görebiliyoruz. Türkiye’nin Vuhan’ı İstanbul olarak adlandırıldı sağlık bakanı tarafından.

“VERİLER İSTANBUL’U YANSITIYOR”

  • Ne demek bu açar mısınız?

Bu, şu demek: Bizim gördüğümüz verilerin çoğunluğu büyük ihtimalle İstanbul’u yansıtıyor. Yani şu anda Türkiye’de bir azalmaya gittiği söyleniyor resmi söylemle. Salgının bittiği ve normalleşmeye geçildiği konusunda söylemler var. Bunlar gerçeği yansıtmıyor olabilir, tüm Türkiye’nin tablosunu yansıtmıyor olabilir. Belki İstanbul’u yansıtıyordur, orada bile gördüğümüz sayılar İstanbul’un küçük bir yüzdesini kapsıyor. Dolayısıyla salgının hemen yayılma tehlikesi var.

Önce şunun altını tekrar çizelim: Türkiye’de gördüğümüz veriler çok kısmi ve şeffaf değil, yani detaylarını bilmiyoruz. Örneğin yaş dağılımı, cinsiyet dağılımı, yer dağılımı ve bu insanların “komobidite” dediğimiz farklı hastalıklarının varlığı ya da yokluğu hakkında herhangi bir bilgimiz yok maalesef. Bunun yanında salgın ve ölüm oranları iki farklı kavram. Salgın dediğimiz, toplum içinde virüsün yayılması. Bu Türkiye’de yayılıyor, artıyor, dünyada da artıyor. Bu kesin. Ölüm oranları ise çok başka parametrelerle belirleniyor. Örneğin sağlık sisteminin gücü, doktorların, hekimlerin, sağlık personelinin yetkinliği, enfeksiyonun hangi yaş aralığında daha fazla yaşandığı... Mesela gençlerdeyse ölüm oranları düşük oluyor. Türkiye, Avrupa’ya kıyaslandığında genç bir nüfus. Ölüm oranlarının düşüklüğü bundan kaynaklanıyor. Bunları söyleyebiliyoruz.

  • Tedbirler aşamalı olarak kaldırılacak. Bunun için henüz erken mi?

Evet, erken. Epidemiyolojik verilere detaylı olarak sahip olmamız gerekiyor. Buna sahip olduğumuzda ancak şunları görebiliriz: Salgın azalıyor mu, hangi bölgelerde azalıyor veya artıyor, hangi yaş grubunda daha fazla hissediliyor, buna göre nasıl önlemler alınmalı? Genel olarak üreme indeksi denen bir RE ya da R0 sayıları var, bu hesaplanabilir. Bunun hesaplanması konusunda sıkıntılar var, ne olduğunu bilmiyoruz. Bu sayıların 1’in altına düşmesi gerekiyor, o zaman ancak salgın ve salgın dalgası azalıyor denebilir. Türkiye’deki söylemler çok önceden beri zaten “Salgını kontrol altına aldık” şeklindeydi fakat bu, resmi sayılara bile yansımamış durumda. Dolayısıyla bir veri kargaşası var. Şu an için şunu söyleyelim, bu verilen sayılar üzerinde bile Türkiye’de yüksek sayıda enfekte insan var ve daha çok İstanbul’dan Anadolu’nun diğer kısımlarına yayılıyor gibi bir izlenim de ortaya çıkıyor.

Karantina önlemlerinin alınmaması, sokağa çıkma yasaklarının genel olarak uygulanmaması, hâlâ toplu taşımaların kullanılıyor olması ve şu anda AVM’lerin açılması, liglerin açılması, sınavların erkene alınması, turizm gibi olgular veya konuşmalar zaten siyasi kararlar ve aslında epidemiyoloji biliminin aksine yapılan kararlar. Yani yönetimsel bir yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bir yandan başarı hikayesini yazan da sağlık sistemi ve sağlık emekçileri. Çok fazla saatlerce, günlerce çalışıp emek verdiler ve kendileri de hastalandılar. Bu başarı öyküsünü yazan toplumun durumu ve sağlık çalışanlarıdır.

NORMALLEŞMENİN RİSKLERİ NELER?

  • Tedbirlerin kaldırılması erkense bunun tehlikeleri neler olabilir?

İleriye dair bir projeksiyon yapamıyoruz. Fakat söyleyebildiğimiz tek şey şu: Türkiye’deki vaka sayıları ve düşük teste rağmen her gün 2 bine yakın yeni vaka ortaya çıkıyor. Bu sadece buzdağının ucu. Türkiye’de sosyal mesafeyi azaltıp insanların birbiriyle iletişimini artırabilecek herhangi bir uygulama – ki bu gevşeme uygulamaları buna dahil – salgının ikinci dalgasını getirebilir ve salgını artırabilir.

  • Tedbirlerin kaldırılması aynı zamanda toplumda “salgının riski azaldı” algısını da yaratıyor. Hafta içi sokağa çıkan insan sayısına baktığımızda bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Ne dersiniz?

Salgın riski azalmadı. Çünkü salgını azaltabilecek, ortadan kaldırabilecek önemli bir parametre ilaç ve aşı, şu anda da böyle bir tedavi yöntemimiz yok. Dolayısıyla insanlar salgını azaltmak için ya birbirleriyle mesafeyi artırmak zorunda ya da hastalığı geçirmek zorundalar ki bağışık olsunlar. Dünya üzerinde baktığımızda 4 milyona yakın, 4 milyonun biraz üzerinde insan bu hastalığı geçirdi. Bilmediklerimiz de dahil 3-4 katı olduğunu düşünürsek toplamda 10-15 milyon insan bu enfeksiyona kapıldı. Dünya nüfusunu düşündüğümüzde salgın kendi mecrasını yaratıp çok daha geniş coğrafyalara yayılıyor. Örneğin baktığımızda Rusya ve Brezilya şu an çok hızlı yayılan yerler. Diğer ülkelerden birkaç ay sonra başladılar. Bu şekilde salgın ikinci, üçüncü, dördüncü harelerde yayılmaya devam edecek. Bu nedenle salgın riski azalmadı, bunu söyleyebiliriz.

“KONTROL ALTINA ALINMADI”

  • Sadece Türkiye değil Avrupa ülkeleri de yavaş yavaş tedbirleri kaldırıyor.

Evet Avrupa ülkeleri bunu yapıyor fakat bunu yapmalarının altında yatan bilimsel veriler var. Örneğin Almanya’da Robert Koch Enstitüsü her gün 10-15 sayfa arasında detaylı veri açıklıyor ve şu anda baktığımızda bu veriler ve lokal anlamda ilerleyiş azalmış durumda. Bunu yapmalarının bir nedeni de altı hafta genel karantina uygulanmasıydı. Yani sokağa çıkılıyordu fakat sokakta belli bölgelerde iki kişiden fazla yan yana gelinemiyordu, tüm ülkede iki kişiden fazlası yan yana gelemiyordu – aynı hane halkından değillerse. Onun dışında da sosyal mesafe, fiziksel mesafe uygulamaları kullanılıyordu. Birçok işyeri tatil edilmişti, evden çalışılıyordu ve insanlar hak kaybı yaşamıyordu. Yani 8-10 hafta arasında toplumun büyük bir kesimi evlerinde kaldılar. Bunun sonucunda ancak böyle bir azalma yaşandı fakat hala bir tedirginlik var. Bir anda bu sosyal mesafe azaldığında insanlar salgına tekrar maruz kalabilirler. İtalya ve Fransa hâlâ bununla uğraşıyor, İspanya hâlâ Avrupa’da en fazla vakaya sahip ülke. Genel karantina uygulamasına rağmen hâlâ salgını kontrol altına alabilmiş değil. Bu farkı yaratan nedenlerden bir tanesi yaş. Avrupa ülkeleri daha yüksek yaş ortalamasına sahip ülkeler ve bu yüzden salgının öldürücülüğü ve yayılması daha hızlı. Ancak Türkiye’ye baktığımızda da yaklaşık olarak bilinen sayıların daha üzerinde olduğunu biliyoruz. Yani Avrupa ortalamasında Almanya gibi, İtalya gibi bir vaka oranı var. Ölüm oranları başka bir parametre, bunu söylemiştim. Türkiye şanslı bir yerde duruyor.

  • Cevabı en çok merak edilen sorulardan biri de salgının ne zaman duracağı ya da ne zaman risk olmaktan çıkacağı...

Salgının ne zaman biteceğine dair kesin tarih vermek mümkün değil tabi. Kimse bunu veremez. Dediğimiz gibi epidemiyolojik verilerin ortaya çıkması lazım. Türkiye için bu veriler en azından bilim insanları ve halkla paylaşılmıyor, bu yorumu yapamayız. Fakat ilk salgın çıktığında Türk Tabipler Birliğinin de yaptığı bazı açıklamalar vardı. Nisan sonu gibi bir yüksek değere ulaşıp sonra biraz sönümlenme aşamasına geçmek, haziran ortası gibi de alçak değerlere tekrar gelmek söz konusu denmişti. Çeşitli yanlış uygulamalarla bu süreç biraz değişti tabii. Ancak şu anda verilen sayılar buna tekabül ediyor. Umarız bu doğrudur. Bu şu anlama geliyor: İlk sönümlenme aşamasına Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de belki girilmiştir. Fakat bu geçici bir rehavet getirmeli. Çünkü salgınlarda ikinci, üçüncü dalgalar oluyor, olacaktır dünyada da.  Eğer aşı ve ilaç bulunmazsa ve uygulamalar gerektiği gibi devam etmezse durum böyle görünüyor.

“YÜKSELME RİSKİ VAR”

  • Salgının yaşama alışkanlıklarımızı etkileyeceği kesin. Büyük ihtimalle ilerde başka salgınlar da yaşayacağız. Biraz bu konuyu konuşalım istiyorum. Neler bekliyor bizi?

“Bu salgın neden bu kadar yayıldı?” sorusuyla ilişkili bence bu. Doğal bir süreç salgınların yaşanması, dünyada ne ilk ne de son olacak bu. Bu tip büyük salgınlar hem dünya çapında hem de bölgesel olarak yaşanıyor ve yaşanacak. Bu doğanın bir mekanizması. Zoonotik dediğimiz, hayvanlarda yaşayan bu tip virüslerin veya başka patojenlerin insanlara geçmesi olası. Fakat neden bu kadar çok yayıldı sorusu aslında daha çok insanların ve siyasetlerin eksikliği. Birincisi, çevreyle olan ilişkimizde çevreyi çok fazla zorluyoruz ve bu çevrenin zorlanması kronik hastalıkları ve birçok başka hastalığı beraberinde getiriyor. Bunlar da bu şekilde çıkan bir pandemide ölüm oranlarını artırıyor. İkincisi, siyasetçilerin ve hükümetlerin aldığı geç kararlar. Baktığımızda Avrupa’da neredeyse tüm ülkelerde büyük karantina uygulamaları oldukça geç alındı. Türkiye’de de aynı şekilde birçok insanın ibadetlerinden dönmesi, kongrelerin yapılması vs. bunlar önlenmedi ve kontrollü olarak yapılmadı. Türkiye’deki salgını da başlatanlardan bir nedenin bu hareketlilik olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan filogenetik analizlerde, virüslerin karşılaştırılmasında Türkiye’ye gelen virüslerin çoğunlukla İran ve Suudi Arabistan’dan olduğunu, onlarla benzerlik gösterdiğini görebiliyoruz şu anda. Bu tip uygulamalar yanlıştı. Örneğin İtalya’nın da karantina uygulamaları geç oldu.

  • Sizin önerileriniz nedir?

Fiziksel mesafenin korunması ve bununla ilgili yapılabilecek düzenlemeler. Sadece kişilerin kendi iradeleriyle değil aynı zamanda yasal düzenlemeler yani uygulama düzenlemeleri de olmalı. Örneğin ekonominin devam etmesi için ve para sirkülasyonunun devam etmesi için turizmin açılmasındansa insan sağlığını ve doğadaki yaşamı önceliklendirip karantina uygulamalarına devam edilmesi gerekiyor, benim düşüncem bu. Aynı zamanda sağlık sisteminin ihtiyaçları ve eksikleri hâlâ var, bunların giderilmesi gerekiyor. Toplumda bir güvensizlik yaratıldı başından beri. Bunun yanında kişilerin de kendilerini bilinçlendirmeleri ve gerçekten biraz daha sabretmeleri gerekiyor. Bu salgın söylendiği gibi geçmiş değil. Türkiye’de her an nüksetme riski var, daha da yükselme riski var ve bu kimsenin öngörebileceği bir durum değil. Uluslararası bilimsel çevrelerin ortak görüşlerine ve olabildiğince uzlaştıkları görüşlere riayet etmek gerekiyor.


ARŞİV