10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla görüştüğümüz psikiyatrist Dr. İbrahim Karakaya, ruh sağlığının bireyin duygusal, bilişsel ve davranışsal dengesini korumadaki önemine dikkat çekerek, modern yaşamın getirdiği stres, belirsizlik ve sosyal baskıların insan psikolojisi üzerindeki etkilerini değerlendirdi. Ayrıca Türkiye’deki ruhsal iyilik haline dair güncel verileri paylaşan Karakaya, ruhsal sorunların sanılandan çok daha yaygın olduğunu ve bu durumun hem bireysel hem de toplumsal yaşamı derinden etkilediğini vurguladı.
Karakaya, “Ruh sağlığı; bilişsel, duygusal ve davranışsal iyilik hali olarak tanımlanır. İyi bir ruh sağlığı, bireyin stresle başa çıkma becerisini, sağlıklı kararlar verebilmesini ve doyurucu ilişkiler kurmasını destekler. Buna karşılık, ruh sağlığının bozulması bu alanların tamamını olumsuz etkiler. Uzun süre tedavi edilmeyen ruhsal sorunların kalp hastalıkları, diyabet, kas-eklem problemleri ve özellikle egzama gibi bazı cilt hastalıklarını tetikleyebileceği ya da alevlendirebileceği bilinmektedir. Dolayısıyla bireylerin ruhsal açıdan sağlıklı olması, yalnızca kendi ruh ve beden sağlıkları için değil; toplum sağlığı, toplumsal işlevsellik ve refah açısından da kritik bir öneme sahiptir.” dedi.
7 KİŞİDEN BİRİ BAŞVURUYOR
Ruhsal sorunların toplumda sanılandan çok daha sık görüldüğünü dile getiren Karakaya, “Dünya Sağlık Örgütü’nün yürüttüğü Dünya Ruh Sağlığı Araştırmaları (WMHS) verilerine göre, ruhsal hastalıkların 12 aylık yaygınlığı ülkeler arasında yüzde 4,5 ile yüzde 26 arasında değişmektedir. Yakınlarda tamamlanan Türkiye Ruh Sağlığı Profili-2 araştırmasında ise, ruhsal bozuklukların hayat boyu yaygınlığı yüzde 26,1, son 12 aydaki yaygınlığı yüzde 19,9 olarak saptanmıştır. Bu oranlar, ruhsal sorunların toplumda sanılandan çok daha sık görüldüğünü göstermektedir. Ayrıca bu rapora göre Türkiye’de ruhsal hastalığı olan yaklaşık her 7 kişiden yalnızca 1’i ruh sağlığı hizmetine başvurmaktadır, bu da çok sayıda kişinin tedavisiz kaldığı anlamına geliyor. DSÖ verileri de benzer şekilde, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde ruhsal bozukluğu olan bireylerin önemli bir kısmının hiçbir tedaviye ulaşamadığını vurgulamaktadır.” ifadelerini kullandı.
“PSİKİYATRİSTE BAŞVURULMALI”
Karakaya, “Psikiyatriste başvurmayı gerektirebilecek belirtiler ruhsal, duygusal ve davranışsal alanlarda kendini gösterebilir. Uzun süren çökkün ruh hali, ilgi ve zevk kaybı, yoğun kaygı, umutsuzluk ya da değersizlik düşünceleri bu ruhsal belirtiler arasında yer alır. Uyku düzeninde bozulma, iştah değişiklikleri, odaklanma güçlüğü, halsizlik veya bedensel yakınmalar da bize bu yönde fikir veren önemli ipuçlarıdır. Günlük yaşamı sürdürmeyi zorlaştıran duygusal dalgalanmalar, ani öfke patlamaları, içe kapanma ya da sosyal ilişkilerden çekilme dikkate almamız gereken diğer belirtiler olabilir. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, bu belirtilerin kişinin işlevselliğini bozuyor olması ve en az 2–3 hafta boyunca devam etmesidir. Bu tür durumlarda bir psikiyatriste başvurmak, sorunun kronikleşmesini önlemek açısından önemlidir.” dedi.
SOSYAL MEDYANIN ETKİSİ
Modern yaşamın ruh sağlığı üzerindeki etkilerinden de bahseden Karakaya, bu durumu şöyle özetledi: “Modern yaşamın getirdiği hızlı tempo, sürekli değişim ve belirsizlikler ruh sağlığını ciddi şekilde etkiliyor. Teknolojik gelişmeler, yoğun çalışma koşulları ve sosyal medyanın hayatımızdaki yeri, stres ve kaygıyı artıran en önemli etkenlerden bazıları. Sosyal medya, insanların sürekli kendilerini başkalarıyla kıyaslamasına ve ‘mükemmel’ görünme baskısı hissetmesine yol açıyor; bu da yetersizlik duygularını ve kaygıyı besliyor. Öte yandan, telefonlardan ve bilgisayarlardan gelen sürekli bildirimler dikkati toplama becerisini zorlaştırıyor, zihinsel olarak dinlenmeye pek fırsat kalmıyor. Modern hayatın bir diğer özelliği de artan mükemmeliyetçilik beklentisi. İş hayatındaki rekabetçi ortam ve sosyal medyanın etkisiyle insanlar hem profesyonel hem de kişisel yaşamlarında kusursuz olma baskısı hissediyor; bu da sürekli bir performans kaygısına neden oluyor. Çalışma temposunun yoğunluğu ve kişisel zamana yeterince yer kalmaması, duygusal tükenmişliği de beraberinde getiriyor. Buna ekonomik belirsizlikler, sosyal değişimler ve küresel krizler de eklenince, geleceğe dair kaygı daha da artıyor.”
NASIL DAVRANILMALI?
“Toplum olarak ruhsal sorunlar yaşayan kişilere yaklaşımda bazı alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyor.” diyen Karakaya, “Öncelikle, yakınlarımız ya da arkadaşlarımız böyle bir süreçten geçiyorsa onları yargılamaktan, küçümsemekten ya da ‘abartıyor’ gibi düşünmekten kaçınmalıyız. Takıntılar, kaygı bozuklukları ya da diğer ruhsal hastalıklar biyolojik ve psikolojik kökenleri olan durumlardır; kişinin kontrolünde değildir. Bu yüzden ‘Takma kafana’ ya da ‘Herkes yapıyor, sen neden yapamıyorsun?’ gibi cümleler, destek olmak yerine kişide suçluluk ve yetersizlik duygularını artırır. Ne yazık ki kültürel olarak bu tür sorunları bazen tembellik ya da şımarıklık gibi görmek yaygın; bu da insanların profesyonel yardım almasını geciktirebiliyor. Bunun yerine daha destekleyici, anlayışlı ve açık bir yaklaşım benimsemeliyiz.” ifadelerini kullandı.
Günlük yaşamda ruh sağlığını korumak için neler yapılabileceğinden de bahseden Karakaya, “Ruh sağlığını korumak için bazen küçük ama düzenli alışkanlıklar çok büyük fark yaratabiliyor. Düzenli fiziksel aktivite yapmak, sağlıklı beslenmeye özen göstermek, yeterli ve kaliteli uyku uyumak ruhsal dengeyi destekleyen en temel adımlar arasında. Çalışıyorsak gün içinde kısa molalar vermek, biraz hareket etmek hem zihni hem bedeni toparlıyor. Sağlıklı bir insanın zaman zaman kendini kötü hissetmesi çok normal; bu, kişisel bir yetersizlik ya da başarısızlık göstergesi değildir. Önemli olan bu duyguları bastırmak değil, fark etmek ve onlarla başa çıkabilmeyi öğrenmektir.” şeklinde konuştu.
“TÜRKİYE’NİN RUHSAL HALİ PARLAK DEĞİL”
Karakaya Türkiye’deki ruhsal durumun iyi olmadığına dikkat çekti: “Türkiye’de ruhsal iyilik haline baktığımızda tablo çok parlak değil. Yakın zamanda sonuçlanan Türkiye Ruh Sağlığı Profili-2 çalışması, toplumda ruhsal sorunların oldukça yaygın olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Araştırma sonuçlarına göre, her beş kişiden biri son bir yıl içinde en az bir ruhsal sorun yaşamış. Son 10–15 yıla baktığımızda ise hem ruhsal hastalık oranlarında hem de antidepresan kullanımında belirgin bir artış var. Bu artışın arkasında bir yandan ruh sağlığına dair farkındalığın ve tanı olanaklarının gelişmesi yer alıyor; ama öte yandan ekonomik belirsizlikler, toplumsal stres kaynakları ve modern yaşamın getirdiği baskılar da önemli bir rol oynuyor. Eğer bu eğilim böyle devam ederse, önümüzdeki yıllarda ruhsal sağlık sorunlarının toplumda daha da yaygınlaşacağını öngörmek mümkün.”