Uzun yaşama sevdası neye mal oluyor?

“Sağlık Salgını” adlı kitabında  “Uzun Yaşama Sevdamız Nelere Mal Oluyor?” sorusuna yanıt arayan Amerikalı yazar Barbara Ehrenreich, sağlığın toplumsal bir takıntı haline gelmesini eleştiriyor

23 Aralık 2020 - 11:31

Son yıllarda televizyon kanalları ve sosyal medyada ‘sağlık’ konusu geçer akçe. Herkes bize ‘daha fazla nasıl sağlıklı oluruz?’ sorusunun binbir türlü yanıtını sunmakla meşgul. Hele ki korona pandemisiyle birlikte ölüm korkumuzun yükseldiği şu günlerde, insanlığı büyük bir telaş sarmış durumda.

İşte tam da bugünlerde, sağlık felsefesi niteliğinde ilginç bir kitap çıktı; “Sağlık Salgını” isminde. “Uzun Yaşama Sevdamız Nelere Mal Oluyor?” alt soru başlığını taşıyan kitabı, Rockefeller Üniversitesi’nden Hücresel İmmünoloji alanında doktorası olan, sağlık ve tıp alanında yazan Amerikalı yazar Barbara Ehrenreich kaleme aldı. Didem Kizen’in çevirisiyle Mundi Kitap etiketiyle okurla buluşan 200 sayfalık kitapta Ehrenreich, sağlığın toplumsal bir takıntı haline gelmesini eleştiriyor.

Orta yaş isyanı, küçük düşürme ritüelleri, bilim kisvesi, bedeni ezmek, farkındalık cinneti, sosyal bağlamda ölüm, çatışma ve uyum arasındaki savaş, hücresel ihanet, minik zihinler, başarılı yaşlanma, benliğin icadı ve benliği öldürme, yaşayan dünyadan zevk alma olmak üzere 12 bölümden oluşan kitap, popüler kültürden mevcut bilimsel yayınlara uzanan pek çok kaynaktan yararlanarak hazırlandı.

YAŞLANMA KARŞITLIĞI

Kitabın tanıtım metninde ifade edilenlere göre yaşlanma karşıtlığı ve kontrol kültürü Batı toplumlarını tamamen etkisi altına almış durumda: “Kaçınılmazı kontrol etmeye çabalıyor, kontrol edemeyeceklerimize endişeleniyoruz. Bedenimizin ve hatta ölümümüzün kontrolümüzde olduğuna inanıyoruz. Oysa en yeni bilimsel bulgular bedenimizin mikroskobik birimlerinin kendi kararlarını verdiğini ve bunun her zaman lehimize işlemediğini ortaya koyuyor. Pahalı yaşlanma karşıtı ürünler alıp rutin testler yaptırabilir, daha fazla karalahana yiyip kendimizi şifa arayışına adayabiliriz. Ama bunlar ancak kontrol yanılsamasına hizmet ediyor.”

Barbara Ehrenreich de Sağlık Salgını'nda pop kültürden mevcut bilimsel yayınlara uzanan pek çok kaynaktan yararlanarak bedenlerimiz ve sağlık konusundaki takıntımızı inceliyor. Önleyici tıbbi görüntülemelerden, wellness ve farkındalık kavramlarına, son moda diyetlerden fitness kültürüne kadar, uzun ve sağlıklı yaşam için pazarlanan pek çok uygulamayı ele alırken bedenimiz, benliğimiz ve evrendeki yerimiz üzerine bambaşka bir bakış açısı kazandırıyor.

Ehrenreich, kitabının giriş kısmında “Bu kitap bir-iki cümleyle özetlenmese de bundan sonrası için kabaca bir yol haritası vermek gerekirse; kitabın ilk yarısı tıbbi bakım, egzersiz ve beslenmeyle ‘yaşam biçimi’ düzenleme ve hem bedeni hem zihni kucaklayan, giderek büyüyen ve bulanık ‘wellness’- yani sağlıklı olma- endüstrisindeki kontrol arayışını tanımlamaya adandı. Tüm bu müdahale biçimleri insan kontrolünün sınırları hakkında sorulara davetiye çıkarıyor. Bu da bizi bedende olup bitenlere, bedenin çeşitli parçalarının ve unsurlarının bilinçli insan kontrolüne duyarlı olup olmadığı konusunda, yani biyolojinin dünyasına götürüyor.” diyerek, “Bu unsurlar uyumlu bir bütün mü oluşturuyor, yoksa sürekli bir çatışma mı sözkonusu?” diye soruyor.

BEDENE DİSTOPİK BAKIŞ

Kitabında, bedene distopik bir bakış açısı sunan yeni bir bilimsel görüşü sunan yazar Ehrenreich, bedeni tıkır tıkır işleyen bir makine olarak değil de hücre düzeyinde süregiden bir çatışma alanı olarak tanımlıyor ve en azından bildiğimiz tüm vakalarda bunun ölümle sonuçlandığını söylüyor. “Bu kitapta ‘nasıl yapılır önerileri’ bulamayacaksınız” diye okurunu uyaran yazar Ehrenreich, eserinde ömrünüzü nasıl uzatacağınıza, beslenme ve egzersiz düzeninizi nasıl geliştireceğinize ya da sağlığınıza faydalı olması için davranışlarınıza nasıl ince ayar yapacağınıza dair ipuçları olmadığını vurguluyor. “Aksine bu kitabın bedeniniz ve zihniniz üzerindeki kişisel kontrol planınız hakkında sizi yeniden düşünmeye teşvik etmesini umuyorum” temennisini ifade eden Barbara Ehrenreich, “Hepimiz daha uzun ve sağlıklı yaşamak istiyoruz. Burada sorulması gereken şu: hepimizin ya da en azından çoğumuzun, yapacak daha kayda değer işleri varken hayatımızın ne kadarını bu projeye adamalıyız? Askerler fiziksel zindeliğin peşindeler ancak, savaşta ölmeye hazırlar. Sağlık çalışanları, kıtlık ve salgın hastalık durumlarında başkalarını kurtarmak için kendi hayatlarını riske atıyorlar. Ölüm zorunuza gidebilir ya da ona tevekkülle yaklaşabilirsiniz. Ölümü hayatın trajik sonu olarak görüp, ertelemek için mümkün olan her önlemi alabilirsiniz. Ya da daha gerçekçi olarak, hayatı kişinin ebedi var olmayışında bir kesit olarak görüp etrafımızdaki canlı, şaşırtıcı dünyayı gözlemlemek ve onunla etkileşime geçmek için verilmiş kısa fırsat olarak yakalayabilirsiniz.” diyor.

Ehrenreich, kitabının giriş yazısında “Nihayetinde, bu kitabın sonuna geldiğimizde, eğer kişisel hayatlarımızın sonunda değilsek, kaçınılmaz bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz; ‘Ben neyim’ ya da ‘Sen nesin?’. Özünde uyum içinde bir beden olmadığında ‘benlik’ nedir ve ona neden ihtiyaç duyulur ki?” sorularını soruyor.

B. Brecht’in ölüm döşeğindeki şiiri

Kitap, Bertolt Brecht’in 1956’da ölüm döşeğinde yazdığı son şiirle kapanıyor:

“Charite’deki beyaz odamda

Sabaha karşı uyanıp

Karatavuğu duyduğumda

Daha iyi anladım

Ne zamandır

Kaybetmiştim tüm ölüm korkusunu. Çünkü

Eğer bir hiçsem ben

Olamaz hiçbir derdim. Artık

Öğrendim şarkılarının tadını çıkarmayı

Benden sonraki tüm karatavukların.”

Barbara Ehrenreich da bu şiirin sonuna “Ölüyordu ama bu sorun değildi. Karatavuklar şarkılarını söylemeye devam edeceklerdi.” notunu düşüyor.

(İllüstrasyon: Elena Xausa / Kaynak: The New York Times)


ARŞİV