Ünlü yönetmen Wes Anderson’un 2001 yılında çektiği kült komedi filmi Tenenbaum Ailesi’ndeki karakterlerden biri olan ve Luke Wilson’un canlandırdığı Richie Tenenbaum karakterinin film boyunca saç bandı takması ve soğuk karakteri sinemaseverlerin ilgisini çekmişti. Yeni kuşaklar hatırlamasa da aslında bu karakter, bir spor ve tenis efsanesine göndermeydi. O efsane ise 26 yaşında aktif spor kariyerini bırakmasına rağmen 6 Wimbledon ve 5 Fransa Açık kazanan Bjorn Borg’du.
13 YAŞINDA PARLADI
İsviçre Stockholm’de 6 Haziran 1956’da dünyaya gelen Borg, elektrikçi olan babasının gençliğinde oynadığı masa tenisi ilgi duyarak tenis kariyerine başladı. İlk yıllardan itibaren dikkat çekmeye başladı çünkü yaşıtlarına göre çok güçlü bir fiziğe ve hıza sahipti. Öyle ki 13 yaşında ülkesinin 18 yaşındaki en iyi tenisçilerini mağlup etmeyi başarıyordu. Bu fiziki üstünlük oyun karakteristiğini de ortaya koymuştu: geri çizgiden çok sert ve güçlü vuruşlar. Kariyerinin ilk yıllarında bazı hocaları onun oyun stilini değiştirmek ve ona farklı oyun vuruşları da eklemek istemesine rağmen kariyeri boyunca hocası olacak Lennart Bergelin aksi görüşteydi. Ona göre Borg, sert ‘kaba’ vuruşlarının üstüne gitmeli, geri çizgide kabul ettiği oyununu daha da mükemmelleştirmeliydi. O da öyle yaptı; 15 yaşında Wimbledon genç tek erkekler şampiyonu oldu, 1974’de 18 yaşındayken Fransa Açık’ta şampiyonluğu ulaştı. İlk şampiyonluğunun ardından hız kesmedi, 1975’te Fransa’da unvanını korumayı başardı. Bir yıl sonra, 1976’da ilk Wimbledon şampiyonluğu da geldi. Wimbledon’a öyle bir damga vurdu ki 1976 ile 1980 arasında şampiyonluğa ambargo koydu. 1974 ve 1975 şampiyonlukları sonrasında 3 yıl kazanamadığı Fransa’da aynı senaryoyu 1978-1981 arasında gerçekleştirdi.
BUZ ADAM
Sadece ülkesi İsviçre’den kaynaklı değil korttaki duruş ve tavırlarından dolayı da bir süre sonra spor kamuoyunda ‘buz adam’ lakabıyla anılmaya başlandı. Çizgi gerisindeki oyunu, sert vuruşları dışında maç boyunca neredeyse kıpırdamayan mimikleri, iyi ya da kötü ruh halini hiç göstermeyen tavırları dikkat çekiciydi. Hatta dönemin bazı gazetelerinde ‘Berlin Duvarı’ olarak da anılmaya başladı. Kendisiyle özdeşleşen saç bandı, sert ve soğuk tavrı yeni ortaya çıkan rakibi ABD’li John McEnroe ile rekabetlerinin daha da ilgi çekmesine neden oldu. O kortta ne kadar soğuk ve ifadesizse McEnroe da bir o kadar duygularını dışa vuran, kortta kendisiyle konuşan ya da hakemler ve seyirciyle ağız dalaşına girmekten korkmayan bir karakterdi. İkilinin rekabeti bir anda dünyanın en ilgi çekici spor olaylarından birine döndü. Bu ikilinin 1980 Wimbledon finalinde 5 set süren ve Borg’un üstünlüğü ile sona eren maçı, tarihin hâlâ en iyi Wimbledon finali olarak adlandırılıyor. Çağdaş spor rekabetinin medyanın da etkisiyle nerelere varabildiğini gösteren ve ikilinin arasındaki çekişmeyi konu olan 2017 yapımı “Borg/McEnroe” filmi de bu finalin arka planını anlatıyor. 11 kez açık şampiyonluğu, üst üste gelen başarılara rağmen Borg’un 1983 yılında, 26 yaşında aktif tenis hayatını bıraktığını açıklaması tüm dünyada bir şok etkisi yarattı. Tenis kortundaki gibi günlük hayatında hayli ketum olan ve basınla konuşmayı pek sevmeyen Borg’un jübile kararı çok tartışıldı. Ancak çok sayıda spor otoritesi, onun duygularını açığa vuramayan tarzının tenis için çok zor olduğunu ve onu erken yaşta yıprattığını öne sürdü. Tenis hayatını noktaladıktan sonra ülkesinde kendi adını taşıyan bir moda firması kurdu. 1990’lı yıllarda bazı gösteri maçlarına çıkan Borg, halen nadir de olsa bazı turnuvalarda yorumculuk yapıyor.