Bir ilaç şirketinde çalışan Müge Daştan rutin kontrolleri sırasında göğüs kanseri olduğunu öğrendi. Çocukluğundan beri koşan ve koşmayı tutku derecesinde seven Daştan, tüm tedavi sürecinde koşmaya devam etti. Çeşitli yarışmalara katılıp dereceler alan Müge Daştan ile tedavi sürecini ve koşma tutkusunu konuştuk.
Kadıköy’de oturuyorum. Burada oturduğum için de çok mutluyum. Niye çok mutluyum? Çünkü burada gönlümce koşabiliyor ve bisiklete binebiliyorum. 4 yıl önce meme kanseri geçirdim. Tedavi olalı 3 yıl oluyor.
35 yaşına geldiğimde artık düzenli kontrollere gitmem gerekir diye gittim. Kistik yapılar gördüler. Ultrasonda “kötü bir şey yok ama takip edeceğiz” dediler. 6 ay sonra tekrar gittiğimde sonuçlar iyi değildi. Biyopside kanser teşhisi konuldu. Çok hızlı bir şekilde ameliyat oldum. Ameliyatta aldıkları dokunun biyopsisi 10 gün sonra çıktı ve lenflerimde mikro metastaz denen kanser hücreleri bulundu ve hemen kemoterapiye başlandı. 6 ay kemoterapi, üstüne de radyoterapi gördüm. Toplam 9 aylık bir tedavi sürecim oldu.
Evet 17 yıldır klinik araştırmalarda çalışıyorum. İlaç geliştirmek benim için çocukluk tutkusuydu. Meme kanseri ve başka kanser çalışmaları yaptım. İş gereğince hasta dosyaları okuyorsunuz, hekimleri tanıyorsunuz. Ben mesela hekimimi oradan tanıyorum. O yüzden tedavi seçeneklerinden, sağ kalım süresi, ihtimaller bunlara dair bilimsel olarak bilgim ve fikrim hep vardı ama kendine gelince biraz farklı oluyor.
Zaman zaman evet. Ama ben kendimi bilimsel olarak sakinleştirmeyi severim. Belirsizlik benim için daha kötüdür. O yüzden bilmek benim için önemli. Hekimimi tanıyordum. Yapılacak olan tedavinin iyi bir tedavi olduğunu biliyordum. O bakımdan bilmek benim için çok kıymetli oldu.
“SİHİR GİBİ BİR ŞEYDİ”
Koşmaya çocukken babam sayesinde başladım. Babam işten sonra koşardı.
Hayır Kadıköy’de değildik. Gölcük Değirmendere’de yaşadık. Yani depremi de yaşadık. Babam iş çıkışı koşardı, bazen beni de yanına alırdı. Ben ona bir yere kadar eşlik eder sonra geri dönerdim. Başka sporlar da yaptım, İstanbul’a geldikten sonra spor amaçlı koşmaya başladım. Yedi yıldır çok düzenli koşuyorum. Bunun son beş yılında yarışlara da katılmaya başladım. Koşmak benim hayatımın önemli ve günlük bir parçasıydı.
(Gülüyor) Yo öyle olmadı, ben tedavim boyunca koştum.
Teşhis konulduğunda ilk sorum “ben ne zaman koşabilirim” oldu. Ameliyattan önce “ben ne zaman koşabilirim” dedim, kemoterapiden önce “ben ne zaman koşabilirim” dedim. Benim tek sorum oydu. Elbette daha az koştum. Günlük 10 km koşuyorsam 5 km koştum. Hızımı da düşürdüm, 10 km’yi bir saatte koşuyordum 5 km’yi 2 saatte koştum. O dönemde performans yapamazsınız. Kemoterapi de çok ağırdı. Yatıyordum ama yarım saat koşmak bütün moralimi yerine getiriyordu, yaşadığımı hissediyordum. Evin etrafında çok uzaklaşmadan koşuyordum. Her gün koşamadım. İstediğim kadar uzun ve hızlı da koşamadım. Ama devam edebilmek çok kıymetliydi. Bana hem fiziksel hem de psikolojik çok güç kattı. “O kadar da hasta değilim vücudum çalışıyor” işte diye düşünüyordum. Bir yandan mutluluk hormonu sağlıyorsunuz, bir yandan su içebiliyorsunuz. Bütün hepsi bir döngü şeklinde size iyi geliyor. Yan etkilerden çok daha az etkilendim. Koşmak benim için zaman zaman sihir gibi bir şeydi. Ama zor muydu evet çok zordu. Kendimi çok çok zorladım ama iyi ki zorlamışım çünkü her seferinde kendimi çok iyi hissettim. Kemoterapi içerisinde benim için yaşadığım anlardı. Vücudumun böyle algıladığına eminim.
“HER ŞEYİ ARKAMDA BIRAKIYORUM”
Tam anlamıyla yaşadığımı hissediyorum. Sadece nefes almak, hayatta kalmak değil o anda gerçekten yaşıyorum. İkincisi büyük bir özgürlük. Kanser, kemoterapi hayatımızda pek çok şey bize engeldir. Bizi kısıtlar. Koşarken ben her şeyi arkamda bırakabiliyorum. Onlara basıp geçebiliyorum. O özgürlük hissi çok önemli. Kafam da çok daha üretken oluyor. Özellikle uzun süre koşmak, meditasyon gibi bir şey.
Spor yapanlar bilir; acı, zorlanma vardır. Ağrı kemoterapide de oluyor, sporda da oluyor. Ben kemoterapinin verdiği acıyı kendi sporumla bastırdım. Çok ağrı çektim, çok halsizdim ama onları öyle algılamadım. Her zaman moralim çok iyi değildi, her zaman çok güleryüzlü terapi almadım. Ama spor yapmak kaslarımızı korumak, tedavinin başarısı için çok önemli. O yüzden hekimler de spor yapmayı önerir. Bunun içinde ufak ağırlıklar kaldırmak bile var. Kasları korumanın en kolay yolu, onlara direnç vermek. Ağırlık tutamıyorsanız bile kendi vücut ağırlığınızla yapılan egzersizler var ben onları da yaptım. Bunlar benim kaslarımı bir şekilde korudu ama kanser tedavisinden önceye göre benim de kaslarım daha da zayıflayıp azalmıştı.
Azalttım, izin verildiği ölçüde yaptım. Ama bırakmadım.
(Gülüyor) Aman Allahım diyorlardı. İlk gittiğimde doktorum “Müge çok şanlısın çünkü sporcusun” dedi. “Kasların var, bunlar senin tedavi başarını arttıracak ve tekrarlama riskini de azaltacak. Spor yapmaya devam et” dedi. Ameliyattan 15 gün sonra koştum.
“RADYOTERAPİDE HERGÜN KOŞTUM”
Evet üçüncü gün koştum. İnsan belli günler çok kötü oluyor. Her gün koşamadım. Normalde kanepeden kapıya gittiğinizde yoruluyorsunuz ama spor moduna girdiğinizde koşuyorsunuz. Sonra yine kapıyı zor açıyorsunuz (gülüyor). Spordan sonraki saatlerde çok iyi oluyor. İnsan kemoterapiden sonra yemek yiyemiyor mesela ama spordan sonra yemek yiyebiliyorsunuz.
Radyoterapide her gün koşabildim. Radyoterapiye ‘bugün nerede koşayım’ diye düşünerek gittim. Yani şöyle yaptım; Üstümde spor kıyafetlerim vardı. Radyoterapiye girip çıkıp hergün koştum. Radyoterapiyi değil sonrasını yani koşmayı merkezime koydum.
Tedavi sırasında yarışmadım. Radyoterapi bitti iki ay sonrasında İstanbul yarı maratonu vardı. Onun 10 kilometrelik etabı vardı. Ben o etap için doktorumdan izin aldım. “Ben bu hastalığı bir yarışla tamamlamak istiyorum” dedim. İzin verdi. Katıldım. Sanırım içimde çok enerji varmış, tüm kadınlar arasında üçüncü oldum. 10 kilometreyi 46 dakikada koştum. Benim için bir rüya gibiydi. Hiç düşünmüyordum. Ben sadece koşup bitirmek istiyordum. Derece alabileceğimi hiç düşünmüyordum. Ayaklarımın bana verdiği ödül daha büyük oldu. Benim için tarif edilemez bir mutluluktu.
Bir de şöyle kıymetli bir şey oldu. Bana teşhis konulduğunda oğlum 8 yaşındaydı. Çocuklar için anne babasının hasta olması çok kaygı verici. Anne veya babanın iyileşmesini anlaması da zor oluyor. Tedavi sonrası yarışlara oğlumu götürdüm. Koştuğumu görsün istedim. Sonra bir psikolog ona ‘annen nasıl oldu’ diye sormuş. O ‘iyileşti’ demiş. Psikolog ‘nereden biliyorsun’ demiş o da ‘çünkü koşuyor’ demiş. Yani ben onun gözünün önünde koşup, yarış kazandım. Bundan çok etkilenmiştim. Bunu bilerek yapmamıştım ama ‘onun için ne kadar kıymetliymiş’ diye düşündüm.
Sonrasında bir buçuk ay içerisinde dört tane yarış koştum. Dördünde de birinci oldu. Dördüncüsü 36 kilometrelik Sapanca Maratonu’ydu. Bu benim için tarif edilemez bir mutluluktu. Sapanca’dan sonra çok yoruldum ve halsizliğim geçmedi. Doktorum ‘bu kadar hızlı kendini yormamalısın’ dedi. Belli bir süre boyunca yarışlara katılmadım sadece antrenman yaptım. En son kasım ayında maraton koştum. Korona salgınından önce de Kadıköy’de 8 Mart’ta Kadınlar Koşusuna katıldım.
Ben her yerde koşarım. Çünkü çalışıyorum, çocuğum var, aralarda bir yerde koşmam gerekiyor. Kadıköy’de koşabileceğim yere taşındım. Göztepe’de yaşıyorum. Özgürlük Parkı koşmak için güzel bir yer. Herkes gibi sahilde koşmayı ben de seviyorum. Bunun dışında sokakları çok güzel, sokaklarında koşmayı çok seviyorum. Kadıköy’de her an bir sokaktan çıkabilirim. Korona yüzünden yasak olduğu günler evde koştum. Evde yarı maraton yani 5 kilometre koştum. Çünkü koşmadan duramıyorsunuz.