Newcastle’ın satılması, Cruyff’un öğretisi

Her hafta yayımladığımız “Sıradışı Kulüpler” bölümünde bu hafta dünya futboluna adını şampiyonluklarla değil sempatisi ile kazıyan, tarihin en iyi 9 numaralarından birine sahip olan, bir nehir ile özdeşleşen ve son olarak futbolun endüstrisine teslim olan Newcastle United’ı anlatacağız…  

15 Ekim 2021 - 15:19

Premier Lig’in tatlarından biridir Newcastle United. İngiltere’nin kuzeyinin güllerinden biri olan şehir, Tyne ırmağıyla özdeşleşmiştir. Bir zamanların yün mıntıkası, limanın açılmasını müteakip tersanecilikle nam salmış, sonradan madencilikle tanışmıştı. Uzunca adıyla Newcastle upon Tyne’ın tarihte tanınmasına neden olan sektörler zamana karşı koyamazken, şehir bugün iş ve kültür dünyası için önem arz ediyor, tabii bir de futbolseverlerin birçoğunun dikkatini çekmiş takımıyla…

I. Dünya Savaşı’nın ardından hayat normale dönerken, futbol sahalarındaki mücadele kızışmıştı. Artık Wembley’e taşınan Federasyon Kupası’nda Aston Villa’yı 1924’te deviren camia, dünyanın en köklü futbol organizasyonunda ikinci kere gülmüştü. 1927’de maç başına 0,82 gol ortalaması tutturan kulüp tarihinin bu bağlamdaki en başarılı ismi Hughie Gallacher’ın katkılarıyla dördüncü defa ligde şampiyonluğa ulaşan taraftarlar, arkası gelir diye düşünseler de, torunlarının en fazla görebildikleri ikincilik olacaktı. Gallacher’ın Chelsea’ye satılmasından sonra 3 Eylül 1930’da St. James Park mahşer yerine dönmüştü. Stada gelen 68 binden fazla insan, kahramanlarına yeni formasıyla merhaba demek isterken, yönetimi de topa tutmayı ihmal etmemişti. Hınca hınç dolmuş tribünlerde yerini alamayan binlerce insanın stada gitmeye çalışması unutulmazdı…

EFSANE KÜLLERİNDEN DOĞUYOR

Top cambazlığında gösterdiği ustalığı hiçbir zaman hocalığa taşıyamayan Osvaldo Ardiles’in yerine teknik direktörlük koltuğuna Kevin Keegan oturduğunda, adeta bir efsane küllerinden doğuyordu. Takvim ise 1990’ların başını gösteriyordu. 

Siyah-beyazlıları önce Premier Lig’e taşıyan Keagan’ın oynattığı futbol gözleri kamaştırıyordu. Newcastle’ın hücum anlayışı Ada’da ayakta alkışlanıyordu ama takımın en önemli isimlerinden Andy Cole, Manchester United ile anlaşmıştı. Acaba diyen taraftarlar yeni transferlerle coşmuştu. Ginola ve Les Ferdinand’ın gelişiyle şaha kalkan takım neredeyse 1996 yılının Premier Lig şampiyonu oluyordu. Bir ara Manchester United’ın 12 puan önüne geçen Tynelilerin nefesi yetmemişti. Premier Lig tarihinin en güzel maçında Liverpool’a Anfield’da 4-3’le boyun eğen Newcastle, ikincilikte kalmıştı.

İNGİLİZLERE VEFAYI ÖĞRETTİ

Tarihin en fantastik golcülerinden, tek dokunuşun ustası, sempatik, adı neredeyse hiçbir zaman sansasyonele karışmamış, taraftarın sevgilisi, oyun zekası üst düzey… Güzellemelerin neredeyse tamamını hak ediyordu Alan Shearer! Tüm dünyaya gol attıktan sonra sağ elini kaldırarak alkışlara bir teşekkür ve kutlama yapmayı öğretmişti. İngiliz çocukların değil sadece, tüm dünyada çocuklar Shearer adını duyuyor, onu tuttuğu görkemli, şatafatlı takımda görmenin hayalini kuruyordu. Ancak Shearer çocukların rüyalarını gerçekleştirmedi. Ne ona sunulan Fergusonlu Manchester’ı, ne milyoner Real Madrid’i, ne de Alman Panzeri Bayern’i kabul etti. O, takımda bir efsane, Tyne Nehri çevresinde oturan çocukların sevgilisi, siyah ve beyaz şeritli formanın simgesi olmayı tercih etmişti ve öyle de oldu. 1996 yılında geldiği Newcastle formasını bir daha sırtından hiç çıkartmadı ve 2006 yılındaki emekliliğine kadar 9 numarasıyla gollerine devam etti. 

KAPİTALİZMİN ZAFERİ, SHERAR’IN CENAZESİ

Futbol tarihi özellikle Arap sermayesinin oyuna dahil olmasıyla birlikte yeniden yazılıyor demek abartı olmayacaktır. Varoluşundan beri işçi sınıfının oyunu, yoksulların sosyal aktivitesi olarak görülen, sanayi devrimi ile sınıf ve rollerin değiştiği futbolda; şimdilerde ise geçmişin tüm anıları adeta mezar oluyor. 

Rus milyoner Abramovic’in Chelsea’yi almasıyla popüler olan süreç, PSG ve Manchester City’nin Arap sermayesine satılmasıyla zirve yaptı. Futbol, doğası gereği rekabetin olduğu bir alandan çıkarak, parası olanın kazandığı bir yapıya doğru evrildi. Bu uzun listeye ise son olarak Newcastle eklendi.

Newcastle United, 300 milyon sterlin karşılığında Suudi Arabistan merkezli bir konsorsiyuma satıldı. İngiliz ekibinin yeni sahibi Mohammed bin Salman'ın gelecek sezon transfere 1.5 milyar euroluk bütçe ayıracağı iddia ediliyor. Elbette bu satış Newcastle taraftarlarının bir bölümünü mutlu etti. Kupalar, yıldız transferler, önemli hocalar ve daha birçok şeyin hayalini kuruyor olabilir siyah beyazlı taraftarlar. Futbolun doğasına sahip çıkmak isteyen azımsanmayacak sayıda futbolsever, bu satışa karşı. “Futbolun doğasını katlettiniz” demeleri yeterli olmuyor elbette. İş işten geçmişti, takım son 20 yılda Sherar’dan aldığı o vefa duygusunu, mücadele etmeyi ve paradan daha değerli şeylerin olduğu öğretisini de satmıştı. 

Futbola dair ne varsa tek tek satılıyor. Futbol endüstrisi ‘kazanmak’ uğruna rekabeti yerle bir ediyor ancak umut tekrar tekrar Johan Cruyff’un şu sözleri ile yeşeriyor: 

“Zengin bir kulübü neden yenemeyesiniz ki? Ben para dolu bir çantanın gol attığını hiç görmedim.”

Ve elbette Metin Kurt ile, “Futbol borsada değil, arsada güzel!” 


ARŞİV