Tarihin en büyük spor ikonlarından biri olan Martina Navratilova, 1956’da Çekoslovakya’nın başkenti Prag’ın hemen dışındaki Revnice kasabasında dünyaya geldi. Anne ve babası o çok küçükken ayrıldığı için annesi, büyükannesi ve büyükbabası ile yaşamaya başladı. Evlerinin yakınlarında bir kort ve büyükannesinin de zamanında tenis oynamış olması ilk kırılmayı yaşattı. İkinci kırılma, yıllar sonra ‘gerçek babam’ diyeceği Mirek Navratil’le karşılaşması oldu. Büyükannesinin raketiyle 9 yaşlarındayken kortta oynarken tanıştığı Navratil’le daha sonra annesi de tanıştı ve bu ikilinin ilişkisi evliliğe yürüdü. Mirek onun küçük yaşlardaki tenis yolculuğunda elinden tuttu. Artık her turnuvaya babasıyla beraber gidiyordu. Mutlu bir çocuktu, o yıllardaki ülkesi gibi… Çekoslovakya dönemin Doğu Bloku ülkelerinden ayrılıyordu; siyaset tarihine ‘Prag Baharı’ olarak yazılan günler yaşanıyordu. 1968 yazına kadar… O esnada bir turnuvada olan 12 yaşındaki Martina, Sovyet tanklarının ve askerlerinin ülkesini işgal etmesiyle hayatının bir başka kırılmasını yaşadı. 13 yaşında ilk kez gittiği yurtdışı turnuvası olan Almanya için yıllar sonra şöyle diyecekti: “Ülkemde insanlar mutsuzdu, kimse istediğini konuşamıyordu; orada ise insanlarının yüzünün güldüğünü gördüm. Bir çift ayakkabı ya da iki tane patates için günlerce sıra beklenmediğini gördüm.”
ABD GÜNLERİ BAŞLIYOR
Ülkesi, dünya, siyaset, özgürlükler gibi konularda bolca düşünen genç Martina’nın tenisteki başarısı ise dikkat çekmeye başlamıştı. Fiziki üstünlüğü ve dayanaklılığı yaşıtlarının yanında farkını ortaya koyuyordu. 1973’de ilk kez gittiği ABD’de tanıştığı bir kadın ise hem onun hem de kadın sporunun kaderine yön vermeye daha o günden başlamıştı. Teklerde 12 grand slam şampiyonluğu bulunan efsane kadın tenisçi Billie Jean King, kadınların teniste haklarını alması, özellikle maddi ödüllerdeki cinsiyet farkının ortadan kaldırılması için başlattığı mücadelede yeni hikâyelere ihtiyacının olduğunun farkındaydı. Daha o günlerde, 17 yaşında grand slamlarde adını duyuran ABD’li Chris Evert ilk ‘yatırımıydı.’ İkincisi içinse Doğu Avrupa’dan gelen güçlü karakter Martina biçilmiş kaftandı.
Martina ilk ABD gezisinde, sadece Billi Jean King efsanesi ve yanındaki kadınların mücadelesinden değil ülkenin kendisinden de çok etkilendi. O kadar etkilendi ki daha ilk iki haftada aşırı yemekten 10 kilo aldı. Neyse ki bu kiloları kısa zamanda verdi ancak bir başka karar daha vermişti. Hem kariyeri hem de hayatı artık bu ülkede geçmeliydi. Babası Mirek Navratil’e telefonda fikrini açtı; ABD’ye iltica etmeyi düşünüyordu. Navratil ona kararını kesinleştirmesini ve daha sonra arkasına hiç bakmamasını öğütledi. Haksız da bir konuşma değildi. İlticadan sonra yaşanan süreçte Çekoslovakya’nın tutumu akıl alır gibi değildi. Martina sanki hiç yokmuş gibi davranıyorlar, gazeteler turnuvalardaki başarılarında bile ismini yazmıyordu.
REKABET BAŞLIYOR
1970 sonlarında Billi Jean King’in hayali gerçek olmaya başladı. ABD’li dindar bir aileden gelen, saçları at kuyruklu Chris Evert ile Doğu Avrupa’nın ‘güçlü ve soğuk’ kadını Martina Navratilova’nın rekabeti kortları sallamaya başladı. Görmezden gelinen, potansiyeli aşağılanan kadın tenisi ikilinin rekabetiyle beraber dünyada ses getirmeye başladı. İki genç kadının rekabeti; sporu, tenisi, medyanın ve dolayısıyla kitlelerin ilgisini 1980’lere ve farklı bir dünyaya taşıdı. Dostluklarını da…
Navratilova, ABD’ye ilticasıyla beraber sadece sporda bir aşama kaydetmedi. Kamuoyuna eşcinsel olduğunu açıkladı ve üzerine gelen tüm baskılara rağmen dimdik ayakta durdu. Kolay değildi; 1980’ler ve AIDS gerçeği işini daha da zorlaştırdı ancak güçlü bir kadındı ve artık zirvedeydi. 1982 ve 1986 yılları arasında oynadığı maçlarda yakaladığı galibiyet ve mağlubiyet sayıları şu şekilde oldu: 90–3, 86–1, 78–2, 84–5, 89–3. Ancak bu başarılara rağmen medyada ‘kötü kadın’ ilan edilmesi fazla zaman almaz. Dindar bir aileden gelen ABD’li Evert’in rakibi olan ‘Doğu Avrupalı, komünist ve eşcinsel kadın’ imajı medyada üzerine giydirilir. Yapması gereken, hak ettiği reklam ve sponsorluk anlaşmaları ondan kaçmaktadır. O günlerde yanındaki destek ise hiç beklemediği bir yerden, en büyük rakibi Chris Evert’tan gelir. Evert onu destekler, yakılan cadı kazanından çıkmasından en büyük destekçilerinden olur. İkilinin daha sonra Unmatched gibi belgesellere konu olan dostluğu kök salar. Evert boşandığında yanında Navratilova vardır.
BİR FİNAL MAÇI DAHA VAR
Büyük çerçeveli gözlükleri, küt sarı saçlarıyla 1970 sonları ve tüm bir 1980’lere damga vuran Martina Navratilova, iki kez Roland Garros, üç kez Avustralya Açık, dört kez ABD Açık ve tam 9 kez Wimbledon kazandı. 1978 ile 1987 yılları arasında 9 yıl dünya 1 numarası olarak kaldı. Dayanıklılığı, gücü, sert servisleri ve ısrarlı defansıyla kadın tenisine çağ atlattı. Birçok eski tenisçi ve spor yorumcusuna göre tarihin en büyük ve başarılı tenisçisi. Başarıları dünya üzerinde milyonlarca kadını etkiledi ve ilham oldu. Bugün halen insan hakları, kadın hakları ve LGBT hakları için onlarca farklı sivil toplum kuruluşuna destek veriyor ve etkinliklere katılıyor. 2023’ün ilk günlerinde kansere yakalandığını açıklayan efsane isim yeni bir savaşın içinde ama onu tanıyanlar pes etmeyeceğini ve sonuna kadar savaşacağını biliyor.