Kıbrıs Barış Harekâtı’nın gerçekleştirildiği, İsveçli ünlü pop grubu ABBA’nın Eurovision’u kazandığı 1974’ün yaz aylarında Türkiye’de bambaşka bir heyecan daha yaşanıyordu. Almanya’da düzenlenen 1974 Dünya Kupası’nın maçlarını TRT ilk kez canlı yayınlıyordu. O güne kadar sinemalarda film başlamadan önce yayınlanan haberlerde birkaç saniyeliğine görülen dünya futbolu ve onun yıldızları ilk kez 90 dakika ve tadına doyularak izleniyordu. Dünyada olduğu gibi Türk futbolseverler de beyaz cam aracılığı ile bir futbol yıldızının fenomenleşmesine tanıklık ediyordu. Artık sokaklarda çocuklar futbol oynarken ‘Sarı Fare’ lakabını alıyor, genç erkekler berberlerde saçlarını ‘Cruyff stili’ yaptırıyordu. 14 numaralı portakal sarı forma sadece Türkiye’de değil bütün dünyada fırtına gibi esiyordu.
BİR TRAJEDİ VE AJAX’LA TANIŞMA
Dünya futbolunun en büyük ikonlarından Johan Cruyff, 1947’de Amsterdam’da manav bir baba ile ev kadını bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Zaten varlıklı sayılmazlardı ancak babasını daha o 12 yaşındayken kaybedince hayat daha da zorlaştı. Annesi evlerinin yakınlarındaki Ajax kulübüne temizlik işçisi olarak başlarken kendisi de futbolcuların kramponlarını temizleyerek ve saha çizgilerinin kireçlerini yenileyerek para kazanmaya başladı. Bu vesileyle Ajax’ın alt yapısında futbola da başladı. Kısa sürede yeteneği kendini gösterdi. Çok farklı bir tarzı vardı ve bu tarz onu yaşıtlarından birkaç adım öne atıyordu. Dar alanda rakibin ‘belini kıran’ çalımlar ve kaleye dikene giden dripling tarzı şaşırtıcıydı. Ancak sihir kutusundakiler bununla da sınırlı değildi. Attığı driplinglerden sonra rakibin kalesine doğru attığı ara paslar rakip defansı kelimenin tam anlamıyla felce uğratıyordu. Dünya futbolunu kökten değiştirecek ‘total futbol’ tarzını, o günlerde teoriden saha içine aktarmaya çalışan Ajax teknik direktörü Rinus
Michels’in bu yeteneğe kayıtsız kalması beklenemezdi. Daha 18 yaşında Ajax takımının saha içi patronluğunu ona verdi.
FUTBOLUN ZİRVESİNDE
Michels’in total futbolu Cruyff önderliğinde zaferlere ulaşmak için fazla beklemedi. 1966’dan 1973’e kadar Hollanda şampiyonluğuna ambargo koydular. 1971’de Panathinaikos’u, 1972’de Inter’i ve 1973’de Juventus finalde geçerek de üst üste 3 kez Avrupa’nın en büyüğü oldular. ‘Sarı Fare’ lakabıyla anılan Cruyff artık dünya futbolunun zirvesindeydi. Ancak zirvedeki bu yıldız sadece futbol stiliyle değil yaptıkları ve sivri diliyle de şaşırtıcıydı. Döneminin bütün karakteristik özelliklerini taşıyordu. Asiydi, inatçıydı, sivri dilliydi, sağlıksız besleniyor ve günde iki paket sigara içiyordu. Transfer döneminde dünyanın en büyük kulüpleri kapısında yatsa da o günlerde kayda değer çok başarısı olmayan ve İspanya’yı demir yumrukla yöneten Diktatör Franco’nun Real Madrid’i yerine Barcelona’yı seçti.
CRUYFF VE BARCELONA
Yıllardır başarıya ulaşamayan Katalan kulübüne bir lig bir de kupa zaferi hediye eden Cruyff’un İspanya’daki etkisi sadece yeşil zeminde olmadı. Real Madrid’i 5-0 yendikleri maç İspanya siyasetini karıştırdı. Franco’nun emriyle Katalan isimlerinin kullanılması yasak olan ülkede oğluna Barcelona şehrinin koruyucu azizi Jordi’nin ismini koydu. İspanyol hükümeti bunu engellemeye çalışsa da üstüne bir de gidip resmi makamlardan kimliğini çıkarttı. Barcelona’dan sonra ABD ve profesyonel kariyerinin sonunda Hollanda’da oynadı. Aktif futboldan sonra başladığı teknik direktörlük kariyerinde de futbola damga vurdu. Hocası Rinus Michels’in temelini attığı total futbol anlayışına Barcelona’da katlar çıktı. Guardiola, Koeman ve Laudrup gibi isimlerle 1991 ile 1994 arasında lig şampiyonluğunu, 1992’de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazandı. 2016’da 68 yaşında akçiğer kanserinden hayatını kaybeden Cruyff bugün hâlâ öğretilerinin izini süren öğrencisi Guardiola’nın oyun felsefesiyle dünya futboluna damga vurmaya devam ediyor.