Genel Müdür olarak tamamladığı profesyonel yaşamının son 5 yılında kendini engellilerle ilgili çalışmalara adayan, Kadıköy’ün ‘gönül adamı’ Yaşar Morpınar “Sabah koşularımda bile onlar için neler yaparım, düşünüyorum.” diyor. Kızıltoprak’ta “Engellerin Ötesinde Derneği”ni kuran “20 topluma duyarlı kişi”den biri olan Morpınar ile gazetemiz yazarı Sercan Duygan söyleşti.
Röportaj: Sercan DUYGAN
Yaşar Morpınar, ODTÜ’nün 1968 yılı girişli, kendi tabiriyle sıkı öğrencilerinden. Orada Kimya Mühendisliği’nin üzerine, hızını alamadan İşletme Fakültesi’nde 4 yıllık bir lisan eğitimi tamamlamış. 550 yıllık anne ve baba tarafından İstanbullu, babasının subay olmasından ötürü de Anadolu’nun bir çok ilinde ikamet etmiş. Ancak, “Esasen ben Kadıköylüyüm.” diyor… Haydarpaşa Lisesi mezunu ve Fenerbahçe’de yaşıyor. Genel Müdür olarak tamamladığı profesyonel yaşamının son 5 yılında başlayan engellilerle ilgili çalışmaları için; “Sabah koşularımda bile onlar için neler yaparım, düşünüyorum.” diye konuşuyor. Konuşmanın ötesinde, eylem odaklı 61 yaşında bir gönül adamı, 2006 yılından beri engelli ve sosyal dezaantajlı gruplara ritm atölyesi öğretmenliğini gönüllü olarak yapıyor. Bu yıl Engellerin Ötesinde Derneği’ni 20 kurucu üye ile Kadıköy Kızıltoprak’ta kurdu, kurucuların ortak özelliği hiçbirinin ne ailesinde ne de yakınlarında engelli olmaması, onlar için “20 topluma duyarlı kişi” tanımını yapıyor...
Yaşar Morpınar ile hayatı, hikayesi, Kadıköy ve gönüllü olmak üzere sohbet ettim, farklı bir insan tanıdığımdan şüphem yoktu, bugün dostluğumuzu da ortak değerlerle geliştirdik.
Ritm Öğretmeni Yaşar Morpınar nasıl oldu, nasıl gelişti bu yolculuk?
Mezun olduktan sonra önemli firmalarda orta ve üst düzey yönetici olarak çalıştım. Bir İngiliz firmasının genel müdürlüğünden de kendi ecelimle 2010 yılında ayrıldım. Orada çalışırken 2006 yılında “Kültür Karıncaları” projesiyle gönüllü ritm öğretmenliğine başladım. Proje, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin ilk projelerinden biriydi. Kısıtlı sosyo ekonomik çevredeki çocuklarla ritm çalışması yapan bir projeydi. 2010 yılında 4 yıllık, 42 ilköğretimokulunda, 2010 çocuğa ulaşarak bir final yaptık ve sezonu kapattık. Proje, 2009 Yılı Avrupa Birliği - Europa Nostra Kültürel Mirasa Duyarlılık Eğitimi Ödülü'ne layık görüldü. 2007 yılında ise engellilerle karşılaştım ve hayatıma engellilik kavramı girdi. 2005 -2006’da başlayan gönüllü ritm eğitmenliği serüvenine günün 20 saati devam etmek istediğim için de işimi bıraktım.
Bu sosyal çalışmalara girmeye sizi ne çekti?
Açıkçası her iki olayın sebebi gelen tekliflerdi. 2006 yılında arkadaşım Prof. Dr. Lütfiye EroğluKültür Karıncaları Projesi’nekatılmamı istedi. Kültür Karıncaları devam ederken 2007’de bir başka teklif de Bir Eğitim ve Rehabiltasyon Merkezi’nden geldi. Oradaki çocuklarla çalışmaya başladım, hatta merkezin açılışı ile başladım.
Peki, sizde müziğe bir ilgi var mıydı?
Bende küçüklükten gelen bir vurmalı çalgı esprisi vardı. Sonraki yıllarda bu espri beni koleksiyonerliğe, daha sonraki yıllarda da Okay Temiz’le birlikte olmaya yöneltti. Onun ritm atölyesine 8 yıl devam ettim. Kültür Karıncaları başlayınca, kendimi bu sosyal konuya vakfettim. Hayatımı o yöne doğru kaydırdım. Hem Okan Temiz’in yanında kendimi geliştirmek, hem de dünyada ender sayılacak 300 farklı çeşit 1000 parça ritm enstrümanı ile bir koleksiyoner olmak,müziğe olan bu ilgimi sürekli hale getirdi.
Nasıl topladınız bu enstrümanları?
51 ülkeye seyahat ettim. Hem seyahatlerde ben topladım, hem de dostlarım getirdi. Şimdi internet ortamında yenilerini koleksiyonuma katıyorum, yani hala devam ediyorum. İlginç bir ritm enstrümanı bulduğum anda alıyorum.
Engelli projesi 2007’den buraya nasıl devam etti, ne motive ediyor, nelerden etkileniyorsunuz?
İlk etkileşim hemen o gün başladı 14 Haziran 2007’de ilk kez engellilerle karşılaştım. O zamana kadar bu ülkede kaç tane engelli var? Nerdeler? Ne yerler? Ne içerler? Hiçbir şekilde haberim yoktu. Her hafta orada ders yapmaya karar verdim. Öyle bir durumdu ki her hafta ders çıkışı araba süremez haldeydim. Dersi bitirir arabaya otururdum, gözlerim dolardı, çok üzülürdüm ve kendime gelmeyi beklerdim. Bir iki ayda zar zor atlattım, sonrasında engelli insanların bana ihtiyacı olduğunu hissettim. Bizim varlığımızla toplumda fark edilebileceklerini düşündüm. O gün başladığım “Bremen Mızıkacıları Perküsyon Grubu”ylabugüne dek 117 konser verdik. Profesyonel çocuklar gibi çalışıyorlar, o grubu asla bırakmadım, bırakmayı da düşünmüyorum. Her gün onlar için daha ne yapabilirim diye düşünüyorum. Geriye dönersek engelli çocukların üzerinde hassasiyetle durulduğu zaman ve onlara engelli gibi değil de toplumun bir ferdi gibi bakılıp bir diyalog kurulduğu zaman, çok iyi şeyler başarılacağını ben ritm ile anladım.
Türkiye’de engellilikle ilgili tabloya nasıl bakıyorsunuz?
Engelliler, bir Avrupalının gelip “Bu ülkede engelli yok mu?” diye sormasının arkasında yatan gerçekle iç içe: engelliler sokağa çıkamıyor. Hakikaten bunun için insanlar, engelli camiası çok ciddi uğraşlar veriyor. Bir yasa vardı 2005’te temeli atılan, özürlülerle ilgili erişebilirliği içeren bir dizi kararı içeriyordu. Bu kanun özel kurumları, bireyleri, kamu kuruluşlarını, alışveriş merkezleri gibi yerleri ve belediyeleri bağlayan bir kanundu. 2012’de yürürlüğe girmesine çok az kala, biliyorsunuz yükümlülükleri yerine getirme süresi 3 yıl daha uzatıldı. Aslında devlet dahil, bir çok kurum sosyal duyarlılığa doğru yol alıyor. Bu sürede gördüğüm en büyük gerçek, Avrupa’da engelli dolu sanıyorsunuz, ancak öyle değil. Türkiye’de 8.5 milyon engelli var. Hatta yakınlarıyla birlikte nüfusun yarısından çoğu engelliler ve yakınları. Böyle bir ülkede 2 sloganım var; “İstanbul 2015 Avrupa Engelli başkenti olsun”. Bu İstanbul üzerinde bir çağrı. Diğeri ise dünyada yok, Türkiye’de olsun,“Engelliler Bakanlığı kurulsun”. Bir çok bakanlığın alt başlığında özürlüler var, neden bu ülkede nüfus genelinde böyle bir yüzdeye sahip bir kitlenin bakanlığı yok?
Yaşadığınız ilçe Kadıköy’de engellilerle ilgili çalışmaları nasıl görüyorsunuz?
Biz biraz sırça köşkte yaşıyoruz aslında, çünkü Kadıköy’de yaşamak bir ayrıcalık her insan için; engelliler ve engelsizler açısından da bir ayrıcalık. İnanıyorum bu ilçede epey girişim var, gerek Kadıköy Belediye Başkanı olsun ve gerekse Kadıköy Belediyesi Engelliler Merkezi olsun ciddi bir çaba var. Bu ilçeyi bu konuda ciddi bir medeni odak olarak görüyorum. Türkiye’nin örnek alacağı bir ilçede yaşıyorum. Sadece belediye değil sivil kuruluşlar da bu bölgede ciddi çalışma yapıyor. Biz de 20 arkadaş Mart 2012’de Kızıltoprak’da “Engellerin Ötesinde Derneği” adında bir sivil toplum kuruluşu kurduk.
Orada neler yapıyorsunuz?
Engellilerin hak hukuku ve farkındalığı için etkinlikler amacıyla kurduk. Geçen haftalarda Bağdat Caddesi’nde bir falas mob (ani gelişen toplu gösteri) yaptık. Bir kişi ritm çalmaya başlıyor ve bir çok kişi dahil oluyor. Plansız ve çok katılımlı bir çalışma oluyor. Bu süreçte en büyük desteği tabi Bremen Mızıkacıları’ndan aldım. Bir diğer gönüllü çalıştığım kurum Düşler Akademisi ki ülkenin yüz aklarından biri, engellilere kucak açmış, çok ciddi bir müessesenin hocası olmaktan mutluluk duyuyorum. Altıntepe Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Tomurcuk Vakfı, Metin Sabancı Spastik Çocuklar Vakfı, oradaki çocuklarla çalışıp onların motive olmalarını sağlıyorum. 8 ayrı üniversite 10 ayrı şehirde bu çalışmaları yürütüyorum. Doğuş Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık dersini ki bu 101 kodlu mecburi derstir, bizim ritm atölyemizde yapıyor. 7 öğrenci gelip üniveriste müfredatı dahilinde bizden ders alıyorlar.
Bir özel hikayen var mı bu çalışmalarında, paylaşır mısınız?
Benim en yakınımdaki engelli Alper Ergün’dür. Çok özel bir çocuk, zihni ve mantığıyla Ben ona full handicaped (tam engelli) diyorum. Zor yürüyor, zor konuşuyor, zor yutkunuyor, ellerini zor kullanıyor ve zor yürüyor ama çok duyarlı bir çocuk. Alper’in duyarlılığı beni çok etkiledi. Bizi duygusal boyutlara da taşıdı. Biz onu dernekte onurlandırdık, derneğin 1 nolu üyesi yaptık. Ben onları benim çocuğum gibi görüyorum, onların ikinci abisiyim, ikinci amcasıyım, ikinci babasıyım. Engellilerin içine girmek asla geri dönmemek demek. Onların hepsi küfür kafir bilmezler, doğayı, çiçeği, böceği çok severler. Ben onları A4 kağıdına bezetiyorum, pırıl pırıl A4 kağıtları, o kağıda güzel güzel yazın, aynı şekilde okurlar ve cevabını verirler. Ben 2 saat ders veriyorum onlara, buna karşılık inanılmaz boyutta bir sevgi seli alıyorum. Bunu başka bir yerde yaşayamazsınız. Kafanızı yastığa koyun, koyar koymaz mutlulukla uyuyorsunuz. Bu bir çağrıdır gönüllü olmak çağrısıdır. Bu konuda benim manevi olarak tatmin olduğum bir başka, benim en onurlandığım hikayem; 68’de ODTÜ’ye girdim ama zar zor çıktım, Mc Donald’s’da çalıştım ama, 2011 ODTÜ takdir ödülünü aldım. Yani öyle bir adama, bu çalışmalardan ötürü verdiler o ödülü. Benim oskarım, nobelim, bana verilen en büyük paye , mezun olduğum üniversitenin takdir ödülü oldu…
Engellilik konusunda en ön planda ne var sizce?
Engellileri destekleyen, aile ve eğitimcilerin önemini kenara atamayız ancak, STK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları) çok gönülden bu işi yapmalı. Ancak STK yapıları dediğim gibi çok önemli. Ülkede 4.000 vakıf 92.000 dernek var, kalite çok önemli. İkinci esas konu gönüllülük, bu ciddi bir ihtiyaç ve bilinç düzeyi gönüllü olmak…
Gönüllülük ne demek, nasıl yapılmalı sizce?
Gönüllük çok kayda alınması gereken bir konu. Toplumun sosyal, siyasal, ekomomik iyileşmesini hepimiz ne kadar arzuluyorsak, bunlara yardımcı olacak bir yan etken olarak görüyorum gönülülüğü. Gönüllülük arttıkça toplumsal hoşgörünün, vicdani tartışmaların çok daha iyi hale geleceğini,insanların biribirlerine bakışlarının pozitif olacağını düşünüyorum. Zaten bugün artık toplumlar, kendilerinden daha az avantajlılara nasıl davrandığı ile ölçülüyor. Bu süreç sadece engelliler için değil, şizorfreni var, sokak çocukları var, ıslah evindeki çocuklar var, sulukule mahallesi var. Gönüllülük, sürekli olması gereken bir başlık, kısada olabilir ama onun koşullarına uymak lazım, kafana göre yapamazsın kurallarına ve kavramlarına uymak zorundasın.