‘Kadıköy’ün mimarı’ Melih Koray’ın kendisiyle adaş oğlu, “Babam şimdiki mimarları beğenmez, ‘Yaşam alanı değil kibrit kutusu yapıyorlar’ derdi” diyor
GÖKÇE UYGUN
Kadıköy geçtiğimiz günlerde ‘mimarı’nı yitirdi. 19 Eylül akşamı 88 yaşında iken hayatını kaybeden ünlü mimar Melih Koray, ‘Kadıköy’ün mimarı’ diye anılıyordu. Zira kendisi Bağdat Caddesi başta olmak üzere ilçenin pek çok yerinde ikonik yapılara inşa etti. 50-60’lı yılların Kadıköy’ünde, mimari kimliğinin oluşmasında katkısı olmuş pek çok yapıda imzası bulunan Koray’ın oğlu, babasının ardından sosyal medyada oldukça hüzünlü bir yazı kaleme aldı. Babası ile aynı adı taşıyan oğul Melih Koray ile buluştuk, ‘mimar Koray’ı konuştuk.
Adınız neden babanızla aynı?
Babamın ilk evliliğinde iki kız var, hep bir oğlu olsun istermiş. Sonra ben doğunca da kendi adını vermiş. Şimdi torununun (yani benim oğlumun) adı da Melih. Babam, sadece Kadıköy’ü değil beni de şekillendirdi. Umarım ben de oğlumu, onun ilkeleri ışında yetiştireceğim.
Siz de mimar mısınız?
Hayır, grafik tasarımcıyım. Babam mimar olmamı çok isterdi ama… Ben çocukken evimizde pek huzurlu bir ortam yoktu, annemle babam çok kavga ederdi.
İşle mi alakalı?
Yok aşkla alakalı (gülümsüyor). Annemle babamın fırtınalı bir aşk, evlilik hayatı oldu. Çok kavga ederlerdi ama 39 sene hiç ayrılmadılar. Ama evdeki bu kavgalar bende olumlu etki yaratmadı. Babam ‘Büyüyünce mimar ol sen’ dedikçe, ben o yola girmemeyi tercih ettim. Bir çocuğun meslek seçiminden önce, evde huzur olması lazım. Zaten ben futbolcu olmak isterdim, babam çok karşı çıkardı.
Babanızla zor bir ilişkiniz vardı yani?
Tüm bu kavgalara rağmen, ben babamı taparcasına severim. Ondan çok etkilendim, her şeyim ona benzer.
Kendisi için ‘Kadıköy’ün mimarı’ deniliyor. Siz babanızın mimari görüşüyle ilgili ne söylemek istersiniz?
Benim için babamın mimarlığı son sırada. Onun mimarlığını değil insanlığını örnek aldım. O benim için bir pusula… Herşeyiyle çok farklı biriydi. Tıpkı ressam Salvador Dali gibi. Hayatını adeta tren kompartımanlarına ayırmış gibiydi. Birinde bir yangın çıksa bile o diğerlerine sıçramazdı. Diyelim işi çok kötü gidiyor ve arabasını satmak mı zorunda kalmış, o halde bile evde kahvesini içerek sakince gazetesini okurdu. ‘Üzülmek işe yaramaz ki. Bir sorun oldu, çözeceğiz’ derdi.
Babanız neden Kadıköy’de iş üretmiş?
Aslında dede tarafım Osmanbey’de otururmuş. Muhtemele babama Kadıköy’den teklif gelmiştir. 90’lı yıllardan sonra Moda’ya taşındık, 20 yıla yakın orada yaşadık.
Babam, Bağdat Caddesi’ni cadde yapan kişiymiş. Babamdan önce az yapılaşma olan bi yermiş. Babam da kendi tarzında, çiçeklikli, balkonlu, renkli doğaltaşların kullanıldığı evler inşa etmiş. Kadıköy’ü, Kadıköy yaptı o.
Fakat Cadde’deki bir çok binası kentsel dönüşümle yıkıldı, yıkılıyor…
Maalesef öyle. Bu kentsel dönüşüm de değil ki, Kadıköy’ün üstüne adeta akbaba gibi çullandılar! Böyle bir dönemde, ne güzel ve önemli tarihi binaları yıkıyorlar ki babamın eserlerinin önemseneceğini ne yazık ki sanmam. Kaldı ki kentsel dönüşüm illa yıkmak demek değil ki, önemli bazı yapılardan güçlendirme yapılabilir.
Babanız zamanında binalarının tescil edilmesi için uğraşmış.
Evet, çok sevdiği mimar arkadaşı Arif Atılgan’la birlikte çabaladılar. Tek tek dolaşarak tespitlerde bulundular. Projelerinin tescil edilerek korunmasını talep edecekti.
Siz bu çabayı sürdürüp, babanızın eserlerinin korunması için bir girişimde bulunmayı düşünüyor musunuz?
Arif abiyle görüşeceğim, kendisine çok güveniyorum bu konuda. Benim yapmam gereken bir şey olursa da elbette desteklerim.
Babamla ilgili başka bir hayalim var; onun Kadıköy’e çok emeği geçti. Yaşadığı yer Moda’da ya da Kadıköy’ün bir yerinde onu anımsatan bir plaket, bir büst gibi bir hatıra olsa çok sevinirim… Binalar yıkılır ama böyle bir şey kalıcı olur.
Babanızın depreme karşı tasarladığı ‘Armadillo ev’ projesi vardı. Bahseder misiniz?
Depreme karşı, yumurta şeklinde, olası bir sarsıntıda yaşayanların üstüne yıkılmayacak bir ev modeliydi bu. Bunu duyanlar ‘Böyle ev mi olur’ diye tepkiler verdiler. Oysa maliyeti az olacaktı, deprem bölgelerinde yapılacaktı. Çok uğraştı ama hiç inşa edemedi maalesef ki imkanlarının kısıtlı olduğu, 3 kere beyin enfarktüsü geçirdiği 80’li yaşlarından bahsediyoruz. Yaptığı maketi bir çok şirkete (Arabistan dahil) gönderdi, sonuç alamadı.
Umduğu destek ve ilgiyi göremedi yani.
Asıl, insanlar onun gördüğünü göremedi! Sorun orda. Babam bu proje hayata geçerse başarılı olacağını görebiliyordu.
Babanızla günümüz mimarları hakkında konuşur muydunuz peki?
Günümüz mimarisi için ‘Çok b.ktan’ derdi. Lütfen bunu yazın çünkü özellikle bu argo kelimeyi kullanırdı. ‘Hep birbirinin aynı, özelliksiz, kibrit kutuları yapıyorlar. Bunlar yaşam alanı değil barınma kutuları’ derdi. O işveren istese de kendi istemediği bir şeyi asla yapmazdı. Mimari çizgisini de bu ilkeli duruşuyla oluşturmuştu.
Çılgın projeler; yüzen ev ve Armadillo ev!
Babam sıfırdan bir şey icat etmeyi çok severdi. 70’li yıllarda yaptığı yüzen ev projesi de bunun bir örneği. Büyük sal gibi bir şey bulup askeriyeden, inşa ediyor evi ve Kalamış sahilden denize koymuş. Ev bir süre yazlık gibi kullanılmış. Ama sonra maalesef bir yangında yok olmuş.
Depreme karşı, yumurta şeklinde, olası bir sarsıntıda yaşayanların üstüne yıkılmayacak, Armadillo adında bir ev modeli tasarladı. Bunu duyanlar ‘Böyle ev mi olur’ diye tepkiler verdi. Çok uğraştı ama hiç inşa edemedi. İmkanlarının kısıtlı olduğu, 3 kere beyin enfarktüsü geçirdiği 80’li yaşlarından bahsediyoruz. Yaptığı maketi bir çok şirkete gönderdi, sonuç alamadı.
‘Gri mimar değildi’’
Melih Koray’ın arkadaşı ve meslektaşı Kadıköylü Arif Atılgan’ın vefatının ardından yazdıklarını derleyerek paylaşıyoruz;
Melih Bey'i mimarlık okuduğum yıllarda Kadıköy’deki inşaat tabelalarında tanımıştım. 1960’lı yılların ikinci yarısı. O yıllarda O bir efsaneydi. 1980’li yılların sonlarında Mimarlar Odası Kadıköy Temsilciliği’ndeki üye toplantılarında tanışmıştık. Meslek odasını severdi. Hevesini kıranlar olmuştu.2000’li yıllarda Ben Mimarlar Odası Başkanı olduğumda kendisine özel ilgi gösterdim, odanın etkinliklerine devamlı gelmeye başladı.
2010’lu yıllarda Mimarlar Odasındaki yöneticiliğim sona ermişti. Kendi blogumda, mimarlık sitelerinde, kentle ve mimarlıkla ilgili yazılar yazıyordum. Bir gün bir öğretim üyesi aradı. ‘Arif Bey, Bağdat Caddesinde Melih Koray binaları da kentsel Dönüşümde yıkılıyor. İlgilenmiyor musunuz?’ dedi. İlgilenmez miyim? ‘Her işe karışıyorsun’ diyenler olur diye kararsızdım. Bir işaret bekliyordum. Caddenin tamamının korunması gerekirdi. Melih Koray ile bir çalışma yaptık. Bilenler bilir. Çok mutlu oldu. O çalışma ilerde semeresini verecektir.
Melih Koray’ın binalarında insanilik, olduğu gibi görünmek, duygularının istediğinin yaratılması vardır. Binalarında keyifli yaşam öne çıkarılır. Ferah girişli binalarının cephelerinde geniş balkonlar, taş, ahşap gibi doğal malzemeler, çiçeklikler bulunur. Çiçeklikler o şekilde düzenlenmiştir ki bahçe gibi olmuş balkonlarda çiçeği sevmeyen insanlar bile çiçek yetiştirirler. Dolayısıyla cepheler doğal malzemeleriyle, sarkan bitkileriyle bir doğa manzarası gibidir. İnsanı ister istemez kendine çeker. Koray’ın binalarında o binaları kullananlar kendilerini ayrıcalıklı hissederler.
Kadıköy’ün, İstanbul’un, Türkiye’nin efsanesi yok artık. O, binalarıyla Bağdat Caddesi’ni ‘CADDE’, Kadıköy’ü İstanbul’un nezih semti yaptı. Melih Koray’ın sıfatı yoktur. Ona değerini halk vermiştir. Mimarlığı unutulmayacak, eserleri okullarda incelenecektir. O’nun mimarlığını şöyle özetleyebilirim: O gri yani renksiz mimar değildi…’’