“Anılarımın benimle beraber kaybolup gitmesine gönlüm razı olmuyor”
Validebağ Mustafa Necati Bey Öğretmenler Huzurevi’nde konuştuğumuz 85 yaşındaki eğitimci Bülent Uğur bu sözlerle başladı 27 yıllık eğitimcilik hayatını anlatmaya. 10 yıl ilkokul öğretmenliği, 3 yıl Türkçe öğretmenliği 14 yıl da Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı yapan Uğur, memleketin dört bir yanını dolaşmaya tam 17 yaşında başlamış. Yani Bolu’daki Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra.
17 YAŞINDA MUAALLİM
Yıl 1951. Bülent Hoca’nın tayini Hakkari’ye çıkmış. Valilik Bülent Hoca’yı Yüksekova’da görevlendirmiş. “Valilikten dışarı çıktım. Yüksekova’ya gidecek araba arıyorum. Kime sorsam gülüyorlar, ‘ne arabası’ diyorlar. Meğer Hakkari’den Yüksekova’ya yol yokmuş. ‘Ne yapacağım, nasıl gideceğim’ dedim. ‘Kılavuz tutacaksın bir de katır kiralayacaksın. Onun peşine düşüp gideceksin’ dediler. ‘Kaç saatte giderim’ diye soruyorum. Yine gülüyorlar. ‘Ne saati iki günde anca gidersin’ dediler. Bir kılavuz tutup yola düştük. İkinci gün akşam üzeri Yüksekova’ya vardık. O zaman Yüksekova büyük bir köy. Yol olmadığı gibi elektrik de yok.”
17 yaşında çiçeği burnunda bir öğretmen hatta çocuk olan Bülent Uğur’un 3 yıl süren Yüksekova macerası böyle başlamış.
“Okul açılacak hademe baktı bende iş yok. 17 yaşında bir çocuk. ‘Bir kağıt al peşime düş’ dedi. ‘Ne yapacağız’ dedim, ‘Birinci sınıfa öğrenci sayacağız’ dedi. Düştüm peşine dolaştık. O eve giriyor bana isim söylüyor. Hademe Hakkari’den gelenlerden duymuş ‘Şu gün okul açılacak’ dedi. Okulda kağıt namına, arşiv diye bir şey yok. Soracağım kimse de yok.”
Hademenin şu gün açılacak dediği gün gelmiş tabii. Bülent Hoca iç cebinde okuldan öğrendiklerinden hazırladığı notlarla okula gitmiş. Hademe zili çalmış. Sınıfa girmiş 30-40 öğrenci ona bakıyor. Ne iç cebindeki kağıtları çıkarabilmiş ne söyleyeceklerini hatırlamış. “Başladım havadan, yoldan bildiğim konuları anlatıyorum. Bitiyor. Sorusu olan var mı diye soruyorum kimseden ses çıkmıyor. Başka şeyler anlatıyorum, güneşi anlatıyorum, suyu anlatıyorum. Sorusu olan var mı diye soruyorum gene yok. Artık terledim, bunaldım, konuşacak bir şey de bulamadım. Baktım kapıda durmuş gülüyor. Ne gülüyorsun git zili çalsana dedim. ‘Hoca hoca’ dedi, ‘sen deminden beri anlatıyorsun ama bunların içinde hiç Türkçe bilen yok’. Biz boşa anlatmışız. Türkçe bilmeyince soru da soramıyorlarmış. Öyle göreve başladık.”
Muallimin tek görevi Yüksekova’da okulundaki çocuklara eğitim vermek değil. Çevre köyleri gezip okul çağındaki çocukların bilgilerini toplamak ve rapor etmekle de görevli. Peki, bunun için araç var mı yok elbette, yol var mı o da yok. Bülent Hoca katır olsun, at olsun, yürüyerek olsun civar köyleri dolaşıp buradaki çocuklara ait bilgileri topluyor. “E okul yok, öğretmen yok niye toplatıyorlar?” diye soruyorum. Belli değil, “istatistikî bilgi” için. Bu görevlendirmelerden birinde yanlışlıkla sınırı geçtiği de olmuş, Zap suyunun azizliğine uğradığı da. İstatistiki bilgileri istenildiği gibi gönderemeyen muallimi valililik ‘görülen lüzum’ üzerine Dağlıca’ya göndermiş. Daha 20 yaşına yeni giren muallim hastalanmış ve Erzurum’da hastanede yatmış. İyileştiğinde kış geldiği için Dağlıca’ya geri dönememiş. “Ben de bakanlığa telefon ettim. Yollar kapandı dönemiyorum dedim. Bakanlık beni 1953-54 yılında Erzurum’da görevlendirdi. Erzurum Milli Eğitim Komisyonu ile 10 kilometre uzaklıkta bir köye verdi. Köye yol yok, vasıta da yok.”
Hastaneden yeni taburcu olmuş genç muallim bir kış boyunca Erzurum’a 10 km uzaklıktaki köye her gün gidip gelmiş.
Erzurum’dan Sinop’a tayini çıkan Bülent Uğur buradan askere gitmiş, askerlikten sonra Boyabat’ta beş sene daha çalıştıktan sonra Türkçe öğretmenliği için sınava girip iki yıl daha okumuş. İstanbul’da geçen iki yıldan sonra Adana Kadirli’ye tayini çıkan Bülent Hoca sonra evlenmiş ve Gaziantep’e nakil istemiş: “Gaziantepe’e nakil istedim. 65-66 öğretim yılında eşimle beraber Gaziantep’e gittik. Gaziantep’te öğretmenlik beni tatmin etmedi. Ben de Bakanlığa dilekçe verdim. Milli Eğitim müdür yardımcılığı istedim. Bitlis Milli Eğitim Müdür Yardımcığına tayinim çıktı. Bitlis’e gittik.”
Genç çift Bitlis’te görev yaparken bir talihsizlik daha yaşanmış, Bülent Hoca’nın 25 yaşındaki eşi felç olmuş. Gaziantep’e tekrar geri dönüp sekiz yıl orada kalmışlar. Uğur, Antep’te geçen sekiz yılın ardından eşinin tedavisi için İstanbul’a tayin istemiş.
“GÖRÜLEN LÜZUM ÜZERİNE”
“İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı’na beni tayin ettiler. Geldim müdür ‘Aman çabuk işe başla’ dedi ‘Ne oldu?’ dedim. ‘30 tane milli eğitim müdür yardımcısı var, hiç birine bunların tayinini yaptıramadım. Sen al bunların tayinini yaptır, Valilik beni sıkıştırıyor’ dedi. Tayinlerini yapmaya başladım. Dilekçeleri var, dosyaları var, inceleyip yapıyorum. Bir tayin var, bakıyorum, tayin istemeye hakkı yok. Bulunduğu yere tayin edileli bir ay oluyor, ikinci bir yer istiyor. Çok torpilliymiş. Kalabalık tayinler bittikten sonra hangi okuldaymış hangi okulu istiyor göreyim diye gittim. Bahçe içinde iki okul var, bir yerden bir yere istiyor, kızdım. Nakil isteğiniz uygun görülmemiştir diye yazdım gönderdim. Tayinler bitti. Bölümümün diğer işlerine yöneldim. O sırada müdürlükten bir zarf aldım.”
Müdürlükten aldığı zarfı hala saklıyor Bülent Hoca. Çünkü zarftan teşekkür yazısı çıkmış. Teşekkür alması Bülent Hoca’yı mutlu etmiş. İşlerine daha çok sarılmış. Çok geçmeden İstanbul Valiliği’nden bir zarf daha gelmiş. Yıl 1977… Valilikten de takdirname gönderilmiş. “Bir süre sonra Bakanlıktan bir zarf geldi. Ya dedim benim yaptığım işler Bakanlığa ne zaman ulaşmış. Bakanlıktan gelen zarfı açtım. Görevime son verilmiş.”
Niye? Tayini yapılmayan öğretmenin torpili ‘biraz’ yüksekmiş. “Gerekçe ne?” diye soruyorum Bülent Hoca gülüyor. “Görülen lüzum üzerine” diyor. İtiraz dilekçesi, Danıştay’a dava derken, 1980 darbesi olmuş Bülent Hoca da dilekçesini verip emekli olmuş.
Uğur’un ‘kaybolup gitmesinden’ korktuğu anıları umarım birinin kalbinde, aklında ufak da olsa bir yer bulur…