Korona virüsü sadece bedenimizi değil psikolojimizi de etkiliyor. “Ben ya da yakınlarım bu virüsü kapar mı?”, “Ne yapmalıyım?”, “İşimi kaybeder miyim?” gibi sorular, kaygıların ve korkunun artmasına bu durum da uyku düzensizliğinden, gerginliğe kadar pek çok soruna yol açabiliyor. Uzman Psikolog Ceyda Yılmazçetin’le korona günlerinde ruh sağlığımızı nasıl koruyacağımızı, yakınlarımıza nasıl destek olabileceğimizi konuştuk.
Yılmazçetin Youtube kanalı “Ama öyle diyolar” ile çocuk gelişimi, travma gibi konularda kısa ve aydınlatıcı bilgiler veriyor.
Korona virüsü fiziksel bir hastalık olmasına rağmen psikolojimizi neden ve nasıl etkiliyor? Stres düzeyi ile bağışıklık sistemi arasında nasıl bir ilişki var?
Tehdit hissettiğimiz zaman sinir sistemimiz harekete geçer, adrenalin ve stres hormonu olarak da bilinen kortizol salınımı yapar. Bu da vücudun tehditlere karşı uyanıklığını artırır, böyle bir durumda kalp atışınız artar, kan basıncınız yükselir, soluk alışverişiniz hızlanır ve kaslar gerilir. Bu durum bir tehdit karşısında bizi hayatta tutmak için gerekli ve sağlıklı bir tepkidir.
Peki, gözle görülmeyen, her yerde olan ama nerede olduğunu bilmediğiniz bir virüse karşı beyindeki alarm sisteminin (amigdala) sürekli açık kaldığını düşünün, ne mi olur?
Kronik kaygı bozukluğuna, uykusuzluğa, iştahsızlığa ve baş ağrılarına yol açar.
Doktorlarımız daha iyi açıklar, ancak en basit haliyle stres durumlarında, bağışıklık sisteminin antijenle (vücuda girdiğinde antikor oluşmasına yol açan virüs, bakteri, parazit gibi protein yapısında bir madde) mücadele etme özelliği azalır. Bu yüzden daha hassas hale geliriz. Ayrıca stresin bağışıklık sistemi üzerinde dolaylı bir etkisi de vardır. İnsanların yaşadıkları stresi azaltmak için başvurdukları sigara içmek, alkol tüketmek veya az/çok yemek gibi davranışlar da bağışıklık sistemine zarar veriyor.
“ZORLAYICI BİR DENEYİM”
Korona virüsünün birdenbire hayatımıza girişiyle birlikte korku ve endişe hakim oldu. Öncelikle şu an yaşadığımız şey travma mı?
Yaşadığımız sıra dışı bir deneyim diyelim, sonrasında travmatik etkileri de olabilecek bir yaşantıdan geçiyoruz.
Evlere kapanmak, sevdiklerini görememek, sarılamamak, herkese olağan şüpheli gibi bakmak; insanların önemli bir bölümünün bu zor koşullarda çalışmaya devam etmek zorunda olması, hastalığı kapma ve sevdiklerine bulaştırma endişesi, sokakların bilim kurgu filmlerindeki gibi boş olması, belirsizlik, güvensizlik, kontrolün bizde olduğunu hissedememek vb gibi daha sayamadığım tüm detayları da düşündüğümüzde bu çok zorlayıcı/sarsıcı bir deneyim.
Olay daha kontrol altına alındıktan sonra bu deneyimin insanlarda nasıl etkiler bıraktığını anlayabileceğiz. Herkes aynı olaya, aynı tepkileri, aynı zamanda ve aynı devamlılıkta vermez. Daha da önemlisi her zorlayıcı/travmatik deneyim herkeste travmaya yol açmaz, bunu hatırlayalım.
Bir yanda kaygı duyanlar var, bir yanda da hiç umursamayanlar var. Nasıl davranacağız?
İnsanlar felaket durumlarında ortalama üç tipte tepki verirler. Birincisi gerçekten aşırı bir düzeyde endişelenerek panik diyebileceğimiz bir tepki düzeyinde hareket eden grup. Bir diğer pervasızlık diye tanımlayabileceğimiz, kendisinin sahip olduğu bir takım özelliklerden dolayı kendisine hiçbir şey olmayacağına inanan insanlar grubudur. Bir diğer gruptakiler bazen paniğe, bazen umursamazlığa kayar gibi olur ama ikisi arasındaki dengeyi kaybetmeden çoğunlukla rasyonel süreci ilerleten, bilgi kaynaklarını takip eden ve önerileri uyarlayan insanlardır. Bu grubun oranı az değildir. Onların işbirliği, hem kendi hayatlarında uyguladığı sistem hem de insanlarla ilişkileri sayesinde bu tür felaketlerden çıkmak mümkün olur.
Hiç korkmamak pervasızlık yaratır ki olumsuz örneklerini görüyoruz, çok korkmak, panik bizi güçsüzleştirir, işlevsiz hale getirir.
“SÜREKLİ HABER OKUMAYIN”
Bu korku sarmalında ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız?
Kontrolümüz dışındaki değil, kontrolümüz altındaki davranışlarımıza odaklanmayı kendimize hatırlatacağız. Öz bakımınızı yapın, öpmeyin, sarılmayın, kalabalıklarla yan yana gelmeyin.
Günlük bir rutin oluşturmaya başlayın. İlk başta saçmalayacaksınız, korkmayın “yapamıyorum” diye, zamanla olacak, düzeninizi bulacaksınız, sadece denemeye devam edin.
Sürekli haber okumayın, ilgilenmeyin, çoğu yalan bilginin dolaştığı bu ortamda aklınızı koruyun, merakınız kaygınızı besler, yeni yeni senaryolar üretirsiniz. Aman dikkat!
Güvenilir bir en fazla iki kaynak belirleyin, Sağlık Bakanlığı ve Tabipler Birliği gibi, onların bilgilerini gün içinde saat başı değil sabah öğle akşam gibi bakmaya çalışın.
Sanal ortamdan da olsa her gün sevdiklerinizle iletişim kurun.
Panik atak, depresyon vb rahatsızlıkları olanlar bu süreci nasıl daha rahat atlatabilir? Daha öncesinde kaygı bozukluğu vb yaşayan insanlar ne yapmalı, biz onlara nasıl davranmalıyız?
Panik atak, depresyon vb rahatsızlıkları olanlar bu süreçte doktorlarının verdiği ilaçları kullanmaya devam etsinler. Uzmanları varsa Skype üzerinden görüşmeyi sürdürsünler.
Yakınları önce kendilerini korumaya özen göstersinler, bunu yaparak da zorluk çeken sevdiklerine örnek olsunlar. Örneğin olumsuz senaryoları “ard arda”anlatmak isterlerse bir süre sonra mutlaka “dur” demeliler. Psiko-sosyal virüsten korunmak için bunu yaptıklarını anlatsınlar.
Günlük hayattaki aksiyonlara yemek yapma, aşırı olmayan temizlik aktiviteleri, okumak ve onu paylaşma, birlikte bir şey izlemek, işlerini yapmaya çalışmak ve bu deneyimlerinde iyi gelen ve zor tarafları konuşmak gibi aksiyonlara dahil etmek için çağrılarda bulunun, bir iki kez deneyip vazgeçmeyin elbet bir gün bir tanesine dahil olacak.
“YAŞ ALMIŞ İNSANLARA BÜYÜKLÜK TASLAMAYIN”
65 yaş üstü bireylerin sokağa çıkması sınırlandırıldı. Bu onların ruh sağlığını nasıl etkiler ve onlara nasıl destek olabiliriz?
Özgürlükleri kısıtlanmış, hapiste gibi hissedenler olabilir, bazıları aciz hatta öfkeli hissedebilir. Çünkü onları korumak için alınan önlemler özenli-özensiz davrananları ayırmıyor, herkesi özensiz ve düşüncesiz konumuna koyduğundan öfke yaratabilir. Kendi kararını veremediği için de aciz hissedebilirler.
Maalesef karar aklı başında ve duyarlı olanları zedeleyebilir ancak bu koşullarda bu kuralın uygulanması gerekmekte. O yüzden bu durumun kişisel bir yetersizlikle ilgili olmadığını, bilakis geneli korumaya yönelik alınmış bir karar olduğunu hatırlatmak lazım.
Evde iş yapmalarına izin vermek ve kararlarına müdahale etmemek şart. Onlar sadece yaş almış yetişkin insanlardır; hepsi çocuk gibi bakıma muhtaç değil, onlara büyüklük taslamamaya, üzerlerinde otorite kurmamaya özen gösterin.
Bu salgından ve yaşadıklarımızdan ne çıkarmalıyız?
Son olarak şunu vurgulamak isterim. Felaketler başımıza geldiği zaman hayatımızdaki önceliklerimiz değişir. Bu salgın meydana gelemeden önce herkesin kafasını taktığı ufak ufak detaylar vardı. Belki bir insan dargınlığı vardı, bir ilişkiye kızıyordu. Belki ufak sorunları problem ediyordu. Bu tür felaketler insanların hayatında neyin öncelikli olduğuna, ya da olması gerektiğine dair bir fırsat verir. Bu fırsatı iyi değerlendirmek sadece kendimizle ilgilenmek değil, yeniden başka bir şekilde sosyalleşmek ve ağ kurabilmek için çaba sarf etmek daha da önemlisi içinde yaşadığımız dünyaya iyi bakmanın ne kadar önemli olduğunu fark ederek şimdiden oluşturacağımız alışkanlıklarla bu felaket ve sonrasında sürece katkıda bulunmamız mümkün olabilir.