Bundan dokuz yıl önce çıkan Kentsel Dönüşüm Yasası ile birlikte İstanbul’daki binlerce konutun yenilenmesi hedeflenmişti. Kadıköy’de de özellikle Fikirtepe bölgesi ve Bağdat Caddesi’nde bazı binalar yenilendi bazıları ise yenilenmeye devam ediyor. Kadıköy, bu zaman zarfında birçok araştırmanın da konusu oldu. Mimarlar, sosyologlar, gazeteciler, mühendisler ve daha pek çok alanda çalışma yapan araştırmacılar, dönüşümün etkilerini ve sonuçlarını incelediler. Mimar Hande Tulum da bu araştırmacılardan biri. Kadıköy Apartmanları adlı projenin kurucularından biri olan Tulum, mimar Efsun Ekenyazıcı Güney ile birlikte kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılmak zorunda kalan Kadıköy’ün apartmanlarını kayıt altına alıyor, tarihleri ve mimarları hakkında bilgi veriyor. Tulum ve Güney’in bellek çalışması sayesinde özellikle sosyal medyada bu anlamda bir farkındalık oluşmaya başladı.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşım yapan içmimar Meral Akçay, Bağdat Caddesi’nde yıkılan bir apartmanın dış cephe duvarındaki mozaik işlemelerin de söküldüğünü yazdı. Peki bu mozaikler neden önemli? Bir dönemin mimarlık üslubunu yansıtan bu sanat eserleri Kadıköy’ün kent belleği açısından neden korunmalı? Akçay’ın sosyal medya paylaşımında referans verdiği ve bu alanda uzun yıllardır araştırma yapan mimar Hande Tulum ile konuştuk.
Kadıköy’deki apartmanların süslemelerini konuşacağız ama sanırım ilk olarak sizin doktora tezinizde yer alan "Melih Koray Mimarlığında Mimarlık-Sanat İlişkisi" adlı metninizden bahsetmemiz gerekiyor. Koray'ın mimarlığı neden ve niçin farklıydı? Onu farklı kılan neydi?
Melih Koray ile yolumuzun mimar meslektaşım Efsun Ekenyazıcı Güney ile üzerine çalıştığımız Kadıköy Apartmanları araştırmasıyla kesiştiğini söyleyebilirim. Kadıköy’de bizi özellikle cephe organizasyonları ile etkileyen apartman yapılarını incelemeye başladığımızda Koray’ın ismine ulaştık. Koray, meslek hayatı boyunca Kadıköy’de pek çok apartman tasarlama fırsatı bulmuş ve tasarımlarında kimi deneylere de imza atabilmiş bir figür.
Koray, mimarlık yaklaşımlarında farklılık arayan bir isim. Açıkçası Koray’ın çalışmalarında, mimarlık-sanat sentezinin yansımalarını gördüğümde çok şaşırmadım çünkü bir dönem “Kadıköy’ün mimarı” olarak bile anılan bir ismin tasarım pratiğinde bu tip yaklaşımlar görmenin mümkün olabileceğine inanmıştım. Her ne kadar Koray’ın yapılarında mimarlık-sanat sentezinin yansımalarını görmek çok şaşırtıcı olmasa da yapılarına eklemlenen mimarlık-sanat ürünlerinin kendileri epeyce şaşırtıcı.
Hangi yapılar bunlar?
Moda’da yer alan 1978 yılına tarihlenen Mehtap Apartmanı ve apartman giriş holüne doğru uzanan İlgi Adalan eseri olan pano. Burada önemli olan hususlar ise pano, renk şeması ve farklı dokular barındırması ile oldukça ilgi çekici. Ayrıca panonun, dışarıdan iç mekana doğru uzaması, panonun mimari kurguyla ilişkilendiğini ortaya koyuyor. Yani bu yapıda, sanatçı ve mimar, panoyu, yapıda alelade bir yere yerleştirmemişler, ciddi bir özen söz konusu.
Koray’ın bu bağlamda incelenebilecek bir diğer yapısı ise Göztepe’de bulunan ve 1969 yılına tarihlenen Hitit Apartmanı. Apartman girişlerinden birinde, yine apartman giriş holüne; iç mekana doğru uzanan siyah renkli, üç boyutlu doku öneren, geometrik bir eser var. Bu eser de yine yapıyla birlikte ele alınmış ve bir rölyef gibi yapıyı sarmış halde. Ancak bu defa eserde bir imza ya da sanatçı bilgisi mevcut değil. Bu anlamda, anonim bir eser. Aslında bu da mimarlık-sanat sentezine dair başka bir önemli meseleyi gösteriyor; anonimlik. Ne yazık ki, mimarlık-sanat sentezini örnekleyen bu “panolu apartmanların” çoğunda bilgi yer almıyor. Bu da durumu olduğundan daha gizemli bir hale getiriyor. Bu arada bu yapıların çevre sakinlerinin ya da pek çok insanın da ilgisini çektiğinden bahsetmem gerek. Bu yapılar, sanat eserleri yani panolarla anılan yapılar.
“KENTİN HAFIZASI YOK OLUYOR”
Kentsel dönüşüm nedeniyle bu apartmanlardan bazıları yıkılıyor. Maalesef yapıların dış cephesinde yer alan pano ve süslemer de sökülmeden bina ile birlikte yok oluyor.
Kentsel dönüşüm ne yazık ki kentin hafızasının çok önemli bir parçasını oluşturan apartmanların yok olmasına neden oldu ve hala olmaya da devam ediyor. Apartmanların cephelerinde yer alan sanat eserleri de yıkım sürecinde sökülüyor, zarar görüyor, yıkılıyor. Aslında, bu yeni bir durum da değil, örneğin sanatçı Ferruh Başağa’nın Heybeliada Deniz Harp Okulu yapısı duvarında uyguladığı 210 metrekarelik Preveze Savaşı konulu mozaik panosu, yapıyla birlikte 2001 yılında yıkıldı. Yapı depremde zarar görmüştü ancak pano kurtarılabilirdi ancak kurtarılmadı. Elbette nadiren iyi haberler de aldık, alıyoruz.
Fotoğraf: Yiğit Çırpanlı
Ama sizin gibi araştırmacılar sayesinde bir farkındalık da oluşmaya başladı.
Evet, konuya ilişkin ciddi bir duyarlılık da oluştu. Örneğin 2019 Mart’ında yıkım sürecinde belgeleme fırsatı bulduğumuz, Suadiye’de bir apartman vardı. Cephesinde de pencere hattı arasında uzanan bir pano bulunuyordu. Yapı yıkım sürecindeydi ancak yıkım tamamlanmamıştı. Yakın zamanda, Meral Akçay konuyu bildiğiniz üzere gündeme taşıdı. Ayrıca Kadıköy Apartmanları hesabını takip eden ve kendisi de Kadıköy’deki kimi yapıları belgelemeye başlayan Yiğit Çırpanlı de yapıda yaşayan insanlarla temasa geçip bir farkındalık oluşması için destek oldu ve sonunda pano, büyük ölçüde kurtarıldı. Kendisinin aktardığına göre pano, parçalar halinde çıkarıldı ve Gebze’de yeni inşa edilecek yapıya eklemlenmek üzere bir yere kaldırıldı. Ancak burada, medyanın gücü oldukça önemli. Instagram hesabımızda, bu haberi paylaşınca bir eser restoratörü, panonun temizliği için gönüllü olabileceğini söyledi, ilgili kişiler arasındaki iletişim ağını kurduk ve umuyoruz ki bu panoyu tekrar görebileceğiz.
SANAT ESERİ PANOLAR
Kadıköy'deki apartmanları genel olarak konuşursak, başka hangi yapılardaki sanatsal çalışmalardan söz edebiliriz?
Yukarıda saydıklarıma ek olarak pek çok yapı ve pano var elbette; Moda’da, Suadiye’de, Bağdat Caddesi ve çevresinde. En çok ilgimi çekenlerden bahsedebilirim; Hem apartman cephesinde hem de giriş holünde Erdinç Bakla panolarının olduğu Prenses Palas Apartmanı, cephesinde Nasip İyem’in panosunun yer aldığı Cemal Bey Apartmanı, giriş holünde Ercüment Kalmık’ın panolarının olduğu Marmara Apartmanı, cephesinde Çamdal Atölye’nin panosunun bulunduğu Ali Haydar Apartmanı, cephesinde Yalçın isimli bir sanatçının panosunun olduğu A.Karakazan Apartmanı gibi. Ayrıca Gorbon Işıl firmasının panolarının olduğu pek çok apartmana da yine Kadıköy’de rastlayabiliyoruz. Gorbon Işıl’dan Aziz bey ile seramik panoları üzerine görüştüğümde, çoğu zaman sanatçı Erdoğan Ersen ile çalıştıklarını aktardı, bu noktada Gorbon Işıl’ın panolarının da ciddi bir estetik değere sahip olduğunun altı çizilmeli. Gorbon Işıl panolarının olduğu örneklere bakılacak olursa, Hoş Seda Apartmanı ve Nüzhet Akça Apartmanı gibi yapılar önde gelir bence.
Hoş Seda Apartmanı
Bu mimarlık örneği sanatla kol kola ilerlemiş gibi görünüyor. Şimdilerde tek düze mimarlık çalışmalarından 1950’lere bakınca aradaki fark daha da anlaşılır oluyor. O yıllardaki bu özgünlüğü nasıl açıklarsınız?
Mimarlık-sanat sentezi fikri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, pek çok ülkede, sosyal, ekonomik ve politik gelişmelerin de etkisiyle, mimarlığı ve sanatı aynı mekanda buluşturmayı hedefleyen, mimarlık ve sanat kavramlarının ayrılmaması gerektiğini savunan bir fikir olarak ortaya çıkıyor. Bu dönemde, savaş sonrası seri yapılaşma ihtiyacı ile pek çok birbirine benzer yapı inşa ediliyor ve modern mimarlık pratiği “standart” olarak değerlendirilmeye başlanıyor. Konuya hassasiyet gösteren mimar ve sanatçılar, modern mimarlık eleştirilerine bir öneri olarak mimarlık-sanat ilişkisini ortaya çıkarıyor. Dünyada, Amerika’da, Meksika’da ve daha pek çok ülkede ortaya konulan bu fikre, bu dönemde, pek çok sanat ve mimarlık yöneliminden etkilenen Türkiye’de de -ulus içi ve uluslar arası politikalarının bir nedeni olarak- rastlanıyor. Türkiye’de, pek çok mimar (Utarit İzgi, Abdurrahman Hancı, Doğan Tekeli vs.) ve pek çok sanatçı (Füreya Koral, Eren Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Kuzgun Acar, Jale Yılmabaşar vs.) bir araya gelip birlikte hareket edip mimarlık-sanat sentezini örnekleyen pek çok yapıya imza atıyor.
Heper Apartmanı
ANONİM ESERLER
Apartmanlarda yer alan mozaikler ve panolar kayıt altına alınmış mı?
Sanatçı eğer panonun üzerine adını ve soyadını yazmıyorsa, sanatçıya ilişkin bilgiye ulaşmak pek güç. Aynı durum mimarlar için de geçerli, örneğin Kadıköy’de, Moda’da yapılarda, kaç mimarın isminin yer aldığı bir plakaya rastlıyoruz? Benim bildiğim, 2015 yılında Atıfet Apartmanı’na yerleştirilen Emin Onat isminin yer aldığı bir tabela var. Öncesinde nadir de olsa örnekler var elbette, örneğin; Leylak Apartmanı’nda yer alan mimar Hamit Duru’nun isminin bulunduğu plaka gibi. Ancak çoğunluk için gizem devam ediyor. Panolar da böyle aslında. Sanatçılarına ya da haklarındaki başka bir bilgiye ulaşmak oldukça güç. Bu durum Türkiye’deki belgeleme sorunuyla ilişkilendirilebilir. Hem mimarlık ürünlerinin hem sanat eserlerinin belgelenmesi gerektiği şekilde belgelendiğini düşünmüyorum şahsen.
Neden kayıt alınmamış olabilir bir fikriniz var mı?
Örneğin duvar panoları tasarlayan kimi sanatçıların monografilerini incelediğimizde, panolara yer verilmediğini görebiliyoruz. Füreya Koral, Jale Yılmabaşar gibi isimlerin panolarını çoğu zaman biliyoruz çünkü kimi kaynaklarda yer alıyor. Ancak kimi durumlarda sanatçı kendi işlerinden bir seçki yapıp paylaşırken duvar panolarını ele almamış. Bunun dışında pek çok anonim kalmış sanatçı var. Örneğin kendisi de akademisyen olan ve daha önce bir panonun kurtarılmasını ve korunmasını sağlayan Aynur Çiftçi ile şimdilerde üzerine çalıştığımız bir kadın sanatçı var ve daha önce literatürde görmediğimiz bir isim. Araştırmamız sırasında Anadolu Yakası’nda panolarının olduğunu öğrendik ve yine bu panoların çoğunun yitirildiğini ve sanatçının arşivindeki fotoğraflar dışında da bir bilginin olmadığını anladık. Aslında pek çok isim de keşif bekliyor bu anlamda. Bir de duvar panolarının, gerçekleştirildikleri dönemde de bir trende dönüştüğünü söylemeliyim, oldukça fazla yapıda ele alınmış, günümüzde ne yazık ki çoğu yıkılmış halde. Bu trend olma durumu, panoların değerinin de anlaşılmasını bir nebze engellemiş. Aziz Gorbon ile konuştuğum zaman, müteahhitlerin inşa ettikleri apartmanlar için pano sipariş ettiklerini aktarmıştı. Müteahhitlerin siparişi ise şu şekildeymiş: “Bir önceki apartmana yaptığınız pano gibi bir pano istiyoruz.”
Kısaca, mimarlık-sanat ilişkisi, bir yerde farklı bir hal almış; bir pano siparişine dönüşmüş. İnsanlar, muhtemelen panolu apartmanlarda oturmak istiyordu ve belki de kimi müteahhitler de bu durumu rant bağlamında yorumladı, mimarlık-sanat ilişkisi, sentezi, bağlamsız siparişlere dönüştü. Bu gibi gelişmelerin işaret ettiği üzere, bence insanların gözünde hem sanat hem de mimarlık kısmen değer kaybetmiş olabilir. Bu ve bunun gibi nedenlerle bu eserler belgelenmemiş ya da bir arşivi tutulmamış olabilir.
Marmara Apartmanı
Bu eserlerin yıkılmaması için neler yapılmalı?
Öncelikle burada, bu konu üzerine konuşabildiğim için mutluyum. Bu konunun gündeme gelmesi, insanların her geçen gün bu panoların değerini artan bir hızla görmeleri çok sevindirici. Bu noktada artık beklediğim, bu panoların kurtarılması ve korunması elbette. Bize de belgeleme ve paylaşma işi düşüyor diye düşünüyorum. Bu yüzden doktora tezim üzerine çalışmaya başladıktan sonra her yerde pano arıyorum diyebilirim. Bu şekilde panolara bakan, inceleyen pek çok insan da var. Örneğin, “ygalkina” önde gelen ve apartmanlardaki sanat eserlerini takip eden hesaplardan. Bunun dışında bu konuya ilgisi olan kişilerden de pek çok paylaşım görmek mümkün oluyor. Mesela Barış Çakmakçı, hesabında Jale Yılmabaşar’ın bir panosunu paylaşmıştı, bu şekilde Yılmabaşar’ın bir panosundan haberim olmuştu. Tüm bunlar kesinlikle çok yararlı ve önemli bence.
Bu şekilde, bir bilinç oluştu ve mimarlık-sanat ilişkisinin oluşturduğu bu zenginliği görebilmeye başladık diye umuyorum. Ancak bu noktadan sonra artık büyük ölçekte girişimlere ihtiyacımız var. Böylece bu miras hem korunur hem de belki yeni yapılarda da mimarlık-sanat sentezi fikri yeniden değerlendirilebilir. Çünkü şu anda da benzer bir standartlaşma sorunuyla karşı karşıyayız bence, yine yapılar birbirine fazlaca benziyor ve bu durum yine sanat yardımıyla hafifletilebilir mi diye sormadan duramıyor insan. Ancak elbette, hem sanat hem mimarlık pratikleri oldukça değişti, bu noktada, mimarlık-sanat ilişkisi aynı şekilde karşımıza çıkmayacak belki ancak bu yeni ilişki biçimini de Türkiye’de görmek çok iyi bir deneyim olabilir.