Yaşı kaç olursa olsun her insanın sevmek ve sevilmekle ilgili bir derdi var. 14 Şubat Sevgililer Günü vesilesiyle Acıbadem Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisans Öğretim Üyesi Klinik Psikolog Hakan Kızıltan ile sevme ve sevilme ihtiyacını konuşmuştuk. Ertesi gün deprem olunca ertelediğimiz söyleşiyi paylaşıyoruz.
Sevgi en temelde bu dünya ile bağ kurmaktan kökenini alan bir duygu, yaşamımızı sürdürmek için çok temel bir güdülenme. Sevilmediğimiz, sevemediğimizi hissettiğimizde, dünya ve hayatla bağ kuramamanın göstergesi oluyor. Bir kişi ya da bir şeyi sevdiğimizde onunla bir bağ kuruyoruz, o bağ bizi hayatta tutuyor.
Hem sevmeye hem de sevilmeye ihtiyaç duyuyoruz. Sevmek, bağ kurmaya yönelik girişimse; sevilmek de bağ kurmaya yönelik girişimin karşılık bulması. Yani hayatta kalabilmek için bağ kurma güdülenmesiyle harekete geçiyoruz, bu hamlenin karşılık bulmasına da ihtiyaç duyuyoruz. Onun için sevmek, sevilmek önemli. İlk sevgilimiz aslında annemiz. Eğer o sevgili bizi sevmezse hayatta kalamayız, o ilk bağın çok sağlam olması lazım. Hayatın ilk temsilcileri anne-baba ile kurduğumuz ilişki diğer ilişkilerimiz için taslak görevi görüyor. Orada sevildiğimizi hissedince sonraki ilişkiler de çok kolaylaşıyor.
“GÜNÜMÜZ İNSANI ZAHMETE GİRMEK İSTEMİYOR”
En temelde oraya dayanıyor. Psikanalizde bizi fiziksel ve ruhsal olarak hayatta tutan ötekilere “önemli ötekiler” deriz. Anne-baba bizim için önemli ötekidir. Dolayısıyla önemli ötekilerle bağlanmanın sağlıklı olması gerekiyor ki biz bu dünyada kendimizi sevilebilir hissedelim ve sevdiğimiz dünya tarafından sevildiğimizi hissedelim. Temelde sevginin tohumu burada atıyor. Burada aksaklıklar olduğunda hem sonraki ilişkilenme biçimlerimizi, ilişkimizi mutluluğumuzu hayattan memnuniyetimizi elbette etkiliyor. Bunun yanı sıra modern çağın ruhuyla da bağlantılı bir şey var. Günümüzdeki modern kapitalist gerçeklik bizi her türlü zahmetten, ertelemeden muaf bir varoluş durumuna özendiriyor. Şu anda toplumsallaşmış olan bağlanamama pratiğinin kökeni tekil olarak bireylerin kendi kişisel tarihleriyle ilgili olmanın yanı sıra, topluma egemen olan bu anlayıştan ötürü. Kalıcı, odaklanmaya dayalı, derin ilişkiler kurmaya dayalı bir ilişkilenme biçiminden çok, hemen tatmini arzulayan bir tür fast food kültürü gibi, hazza odaklanmış tatmin kültürü de bağlanamama dediğimiz problemi ortaya çıkaran önemli bir durum. Hiçbir zahmete girmeden, bütün pürüzlerden arınmış bir var oluş istiyoruz ama ilişki dediğimiz şey kendimizi sunduğumuz, eksiklerimizi, kusurlarımızı açık ettiğimiz, emek verdiğimiz, emek istediğimiz, belki hayal kırıklıklarını da içeren bir şey. Günümüz insanı ne yazık ki artık bu tür zahmetlere girmek istemiyor.
Hakiki bir mutluluk, tatmin hissini alamıyoruz. Gerçekten sevdiğimizi ve sevildiğimizi hissedemiyoruz. Sevdiğimiz ve sevildiğimizi hissetmek için, öteki tarafından sevildiğimizi hissetmemiz, bizim de ötekini olduğu haliyle sevebilmemiz lazım. Burada eksikler, kusurlar, emek, sabır var. Tüm bunları göze aldığımızda gerçekten birbirimize yakınlaşıyor, seviyor, sevdiğimizi hissediyoruz. Zahmetin göze alınmasıyla bağ oluşabiliyor. Günümüzde o zahmetlere girilmiyor. Sadece yüzeysel, fiziksel, tensel bir yakınlaşmayla ruhunda yakınlaşabileceği zannediliyor ama öyle olmuyor. Ruhun yakınlaşması için beraber durabilmek, birbirimizi olduğumuz halimizle kabullenmek gibi süreçlerin içinde olmamız lazım.
NEYE ÂŞIK OLURUZ?
Kişi birden fazla kişiyle ilişkilenme içinde olabilir ama aynı anda birkaç kişiye âşık olmuyor. Aynı anda birkaç kişi bizim için çekici hale gelebilir, aynı anda birkaç kişiyle cinsellik yaşayabiliriz. Ama daha derinlikli bir şeyden bahsediyorsak, dünyanın bir temsilcisi olarak, yakınlaştığımız bir öteki hayatın olağan akışı içinde bir kişi oluyor.
Erken çocukluktaki ilişkilenme kalıpları sonraki ilişkilenme biçimlerini belirliyor. Ve genelde orayla bağlantılı ilişkiler kuruyoruz.
Benzeyen olabiliyor veya negatifi yani özlem duyulan da olabiliyor. Bizi fiziksel ve ruhsal olarak hayatta tutabileceğini hissettiğimiz kişilere âşık oluyoruz. Bunu da belirleyen ilk ilişkilenme biçimleri oluyor.
Eğer erken çocuklukta sevme, bağ kurma girişimlerimiz hayal kırıklığına uğramışsa, sonraki bağ kurma girişimlerimizde daha tedirgin olabiliyoruz. Bazı kişiler hiç romantik ilişki kurmaz, sadece cinsel ilişki kurarlar. Hatta uç noktada tüm ilişkilerini kesen bireyler de var. Çünkü ilişki kurmak demek, öteki ile bağ kurmak, sevmek ve öteki tarafından da kabul edilme ihtiyacını açığa vurmak demek. Sevginin en temelinde tamamlanma ihtiyacı var. Eğer biz kendi kendine yeten, tüm güçleri olan, tanrısal bir varlık olsaydık sevmezdik. Sevgi kendi kendimize yetemiyor olmanın da bir işareti olarak ortaya çıkıyor. Eğer ötekine muhtaçlık zamanında travmatize edilmişse ileride ilişki kurma biçimlerinde insan daha tedirgin oluyor.
“AŞKA DÜŞERİZ”
Bir bakıma kör. Aşık olmak bizim karar verdiğimiz iradi bir tutumumuzun sonucu değildir. Aşka düşeriz, sonra bilinç devreye girer, sorgulamalara girişir.
Elbette ekonomik durum, eğitim, sınıfsal durum, statü bizim için bir gösteren oluyor. Daha derin psikolojik düzeyde baktığımızda tüm bunlar bizi hayatta tutabileceğine inandığımız şeyler. Eğitim durumu iyi biri demek, aslında güç sahibi biri demektir. Bu bizim entelektüel, sosyal konumumuzla da bağlantılı. Birinin entelektüel olması karşıdaki kişiyi çekici kılabilir, bir başkası için zengin ya da güzellik çekici gelebilir. Siyasi görüşümüz, sosyolojik ve sınıfsal durumlarımız neye güç atfettiğimizi belirliyor.
Doğrudan öyle bir şey söyleyemeyiz. Sevmek kendimizi ve dünyayı olduğumuz haliyle kabullenmekle çok bağlantılı bir şey. Kendini ve ötekini olduğu halde sevebilen kişiler daha sevecen ilişkiler kurabiliyor, daha yakınlaşabiliyor, kendilerini açmaktan çok korkmuyor, ötekinin reddetmesinden çok travmatize olmuyorlar.
“Ben olduğum haliyle sevilebilir bir varlığım” inancı ruhsal sağlık ve sonraki sevgi pratikleri için çok önemli bir ruhsal sermaye. Eğer bir insanın iç dünyasıyla ilişkisi iyiyse ve geçmişteki çocukluk çağında sevecen bir ilişkisi varsa bu insanlar sağlıklı bir şekilde âşık olabiliyor, sevebiliyor, sevdikleri tarafından seviliyorlar. Hayal kırıklıklarına daha dayanıklı olabiliyorlar. Kaybediyorlar, ilişkiler bitiyor, onun yasını tutuyorlar ama kendilerini sevilebilir hissettikleri için onları seven bir başa ötekinin olduğuna dair umutları olduğu için onu bulabiliyor. Yani içsel kodlamalar çok önemli. İçerdeki kodlamamı “ben sevilebilir bir varlığım” diye yapmışsam, o bana umut, dayanıklılık veriyor ve ötekini buluyorum.
Sağlıklı sevgi kendine, ötekine zarar verici, gerçekliğe aykırı, yıkıcı davranış, tutumdan uzaktır. Eğer siz, sizi hep mutsuz eden kişilere âşık oluyorsanız burada bir problem var demektir. Ruhsal olarak en sağlıklı bireyler de travmatik ilişkiler yaşayabilir ama onlar ilişki yaşasa bile yıkıcı tarafı fark edip kendilerini kurtarıp iyi ilişkilere yöneliyor. Bazı bireyler de tekrar tekrar kendini mutsuz eden, kendine ve ötekine zarar verecek ilişkilere giriyorlar.
“BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN”
Evet başka problem de bazı insanların ilişkiden tamamen umudu kesip, vazgeçmiş olmaları. Bu sebepten dolayı derin ilişkiler değil yüzeysel ilişkilere giriyorlar. Bizim sevgi ilişkisi dediğimiz, içinde cinsellik, tutkunun yanı sıra derinliği, samimiyeti nispeten huzuru barındıran ilişkilerdir. Böyle ilişkiler kurmakla ilgili zorlandığımızda ya ilişki kurmuyor ya da yüzeysel ilişki kuruyoruz, fakat bu bize hakiki tatmini vermiyor. Bize hakiki tatmini veren varlığımızın sevildiğini hissetmektir. Bazı bireyler yüzeysel, seri ilişkiler kurar ama mutlu olamazlar, çünkü varlığının derinliğinin sevildiğini hissetmiyor ve dünyayı da sevdiklerini hissetmiyorlar. Temel ihtiyacımız varlığımızın kabul edilmesi, sevilmesi ve onurlandırılması ve bu dünyaya da bağlanmaktır. Bunu hissetmeye ihtiyacımız var. Bunu hissetmediğimiz veya böyle bir ilişki kuramadığımızda yukarıda oyalayıcı ilişkiler kuruyoruz ama aşağıda hâlâ bu dünyaya bağlanmış olmuyor, bu dünya tarafından sevildiğimizi hissetmiyoruz. Bu yukarda yaşanan bütün ilişkileri anlamsız kılıyor.
Erken dönem ilişkilerimizden kaynaklı bir problem olma ihtimali yüksektir. Bu durumda ne yapabiliriz? Psikoterapi bunun için var. Psikoterapi, dünya ile farkındalık ve sevgi temelinde ilişki güncellemesi yapmaktır. Beni olduğum gibi kabul edip sevmeyen bir dünya ile karşılaşmış ve bunu içselleştirmiş olabilirim ama başka bir dünya ve başka bir benlik mümkün. Dünyayı sadece beni sevmeyen, beni üzecek bir öteki olarak kodlamış olabilirim ve onun için sevme, sevilme benim için problematik bir durum olabilir ama bu dünya için tek kodlama değil. Psikoterapide biz o kodlamaları değiştiririz. Başka bir dünya, başka bir varoluş ve benlik mümkün.
Bu her durumda olmaz. Yıllanmış ilişkilerde sevgiyi, şefkati giderek kuvvetlenen bağı görebiliriz. İnsanlar beraberce gelişebilir ve o bağı kuvvetlendirerek devam ettirebilirler. Bazen de kişiler dönüşür ama o dönüşen kişiler ilişkilenemez hale gelirler, birbirleri için artık doğru dünya değillerdir. Bu da çok olağan bir süreçtir. Hayattan beklentilerimiz değişir ve yollarımız ayrılabilir. Birbirini başlangıçta çok coşkuyla seven insanların bağları zayıflar. Kendileriyle ilgili meseleleri karşılarındakine projekte eder, hayatla ilgili problemlerini partneri üzerinden yaşamaya başlarlar. İki yabancı olarak aynı mekânı paylaşan bir sürü insan var.
“ROMANTİK İLİŞKİ OLMADAN OLMAZ”
Bazılarımız ilişkisiz yapamıyoruz. Bazen bitmeye yakın bir ilişkiden başka bir ilişkiye başlayabiliyoruz. Bir de ilişkiden kaçan ya da çok nadir ilişkiye girenlerimiz var. İkisinde de hayatla, kendisiyle olan bağında bir problem olduğunu söylemek mümkün. Eğer kendimizle bir türlü kalamıyorsak bizi tatmin edecek bir ilişki ihtimalimiz çok düşük olabilir. Kendiyle asla kalamayan kişiler genel olarak kendinin sevilmediğini düşünen kişiler oluyor. İçsel yalnızlığını dışarısıyla kapatmaya çalışıyor ama eğer kendimizi sevilmiş hissetmiyorsak dışarda da ilişkilerimizde bunu bir türlü yakalayamıyoruz.
Bir grup insan da “boyumun ölçüsünü aldım” deyip ilişkilerden çekiliyor ya hiç ilişki kurmuyor ya da cinsel odaklı ilişki kuruyor. Ama bu ilişkiler de onları tatmin etmiyor çünkü bu dünyadaki varlığımızın fark edildiğini, sevildiğini hissetmeye ihtiyacımız var. Eğer bu hissi yaşamazsak bütün ilişkiler nafile oluyor.
Romantik ilişkiler, varlığımızın kabul edildiği ve sevildiğini hissettiğimiz ilişkilerin en yoğun yaşadığımız, bizi coşturan ilişki şekli. Dolayısıyla buna ihtiyacımız var. Yani romantik ilişki olmadan olmaz. Varlığımızın tanınması erotik düzlemde romantik ilişkilerle, sosyal düzlemde dostlarımızla olur. İçsel olarak sevildiğini hisseden insanlar sosyal ilişkilerinde de iyi olurlar. Romantik hayatta eksik olunca bazı kişiler sadece sosyallikle, iş hayatıyla kapatmaya çalışırlar ama hep bir şey eksik olur.
Eğer aşk yoksa çok şey eksiktir. Aşk dediğimiz şey dünya ile kurduğumuz bağdır. Eğer dünya tarafından sevildiğimi hissetmiyorsam bu problem diğer bütün alanlarda kendini gösterir. Aşk yoksa gerçekten hakiki mutluluk da yoktur. Diğer alanlardaki başarılarımız da buruk ve eksiktir.