Bayram denildiğinde aklımıza şeker, kolonya ve bayramlık kıyafet gelir. Kolonya tutulmuş ellerle yenen şekerin tadı hepimizin ağzında kalmıştır. Komşunun kapısını çalıp çikolata veya bayram harçlığı aldığımızda yaşadığımız mutluluk. Her bayramın ardından eski bayramlara özlemi anlatan ‘Nerede o eski bayramlar’ cümlesini de çok duyarız. Biz de o eski bayramları hatırlatmak adına Kadıköy Belediyesi gönüllüleriyle çocukluk döneminde yaşadıkları bayramları konuştuk.
ATLI KARINCA VE GONDOLLAR
Çocukluğu Fatih ile Bahariye’de geçen Saim İkiş, “Bayramlara dair en çok hatırladığım amcalarımızın, dayılarımızın, teyzelerimizin elini öpmeye giderdik. Bayram kıyafeti alındığı için çok mutlu olurduk. Fatih’teyken bayram yeri vardı. Kadıköy’de de salı pazarının olduğu yere bayram yeri kurulurdu. Altı karınca ve sallanan gondollar olurdu. Fenerbahçe’de mesire alanı vardı. Orada dönme dolap ve tren olurdu. O trene binmek zaten bizi çok mutlu ederdi. Oraya gitmek bana bayramdı. Kurban Bayramı’nda kurban kesilirdi, komşularımızla paylaşılırdı.” dedi.
“Bahariye’de komşularımız daha çok Ermeni ve Rum’du. Onlar bayramlarımızda bize ikram gönderdi.” diyen İkiş, şöyle devam etti: “Biz de onların bayramında onlara ikramlıklar götürürdük. Paskalya çöreği ve kırmızı yumurta verirlerdi. Şimdi ise aynı apartmanda kimse kimseyi tanımıyor. Şu an bayramlarda yalnızlık var. Her şey eskide kaldı.”
“MUTLU OLMAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİ”
Osmanağa Mahallesi’nde oturan, çocukluğu Zonguldak’ta geçen Hanife Hülya Arabacı, “Annem ile babam Kadıköylü. Babam Zonguldak kömür işletmelerinde memurdu. Ben de orada doğmuşum. 4 kız kardeştik. Annemin dikişi çok güzel olduğu için hepimize çok güzel bayram kıyafeti dikerdi. Evde bayram temizliği yapılır, yemekler ve tatlılar hazırlanırdı. Komşularımız gelirdi. Bizler de onlara giderdik. Çocuklara bez mendil ve para verilirdi. Mutlu olmamak mümkün değildi. Çay içilir, bahçelerde sohbetlerde edilirdi.” dedi.
“Bayram mutluluğu havaya bile yansırdı.” diyen Hanife Hülya Arabacı, “Şu an bayram havası kalmadı. Kimse kimsenin kapısını çalmıyor. Eski sofralar kurulmuyor, komşular birbirlerine bir şey getirmiyor. Teknoloji ilişkileri yıprattı.” ifadelerini kullandı.
“İYİ Kİ O ÇOCUKLUĞU YAŞAMIŞIM”
“Çocukluğum ve gençliğim Feriköy ve Kurtuluş’ta geçti.” diyen Oktay Özdil, çocukluğunda yaşadığı bayramları şöyle anlatıyor: “Eskiden tek katlı ve bahçeli evler vardı. O evlerin olduğu mahalle sevinçte ve acıda birlikteydi. O birliktelik bayramlara da yansırdı. Bayram öncesi bir telaş vardı. Baklavalar, revani, tatlılar yapılırdı. O tatlılar mahallenin ekmek fırınına götürülürdü. Annem , “Oktay çabuk gel bu revaniyi fırına götüreceksin” derdi. İyi ki o çocukluğu yaşamışım. Sümerbank vardı. Oradan ayakkabı ve kıyafet alınırdı. Bir numara büyük alınırdı ki seneye de giyelim diye.
Babam bayram namazına giderdi. Eve geldiğinde birlikte kahvaltı yapardık. İki abim vardı. Çocuklara bez mendil ve çorap verilirdi. Biz çocuk olarak parayı tercih ederdik. Çünkü bayram yerine gitmek isterdik. Mahallede herkesin elini öper, para toplardık. Toplanan parayla da bayram yerinde bisiklete ve salıncağa binerdik.
“PAYLAŞMA VE DAYANIŞMA VARDI”
Fakirlik vardı ama Kurban Bayramı’nda herkes kurbanını alırdı. Mahalleli olarak birbirimizi bildiğimiz için mahalle dışında çok ihtiyacı olanlara dağıtılırdı. Muhtarlar dolaşırlardı, ihtiyacı olanlara götürürlerdi. Paylaşma, dayanışma, sevgi ve saygı vardı. Mahallenin çocukları her komşumuz tarafından kendi çocuğu gibi görülürdü. Sevgi bağları çok güçlüydü.”
Özdil, “Bayram coşkusu artık yok. Normal gün yaşanıyor. Çocukların kapımı çalmasını, onlara harçlık ve şeker vermek isterdim. Komşularımızdan çok nadiren gelen oluyor. Bayram sevincini yaşatmak adına torunlarıma bayramlık kıyafet alıyorum. Ekonomik krizler de insanlarda bayram mutluluğu bırakmadı.” dedi.
“BAYRAM SOKAKTI, KOMŞUYDU”
“Çocukluğumda bayram bir heyecandı, güzellikti, paylaşmaktı, aileydi, sokaktı, komşuydu. Birbirini aramak ve birbirinden haberdar olmaktı. Güzellikleri birbirine aktarmaktı” diyen Cahide Yormaz Öz, anlatmayı şöyle sürdürüyor: “Ev temizliği yapılırdı, ikramlıklar hazırlanırdı. Çikolata, şeker, kolonya alınırdı. Annem börek yapardı. Küsler barışırdı. Dedelerin görevi çocuklara harçlık verip, lunaparka göndermekti. Babaanneler de torunları, gelinleri ve damatları toparlardı. Paylaşım, sevgi, evin sıcaklığı vardı.
“BAYRAMLARIN TADI KALMADI”
Anlattıklarım Ankara’da çocukluğumda ve gençliğimde kaldı. Komşuluk şu an yok. Sokak bitti, akrabalık bitti. O yüzden bayramların tadı da kalmadı. Bir tane yeğenim var. O arayınca seviniyorum. Kuzenlerimin iyi haberlerini alınca da mutlu oluyorum. Şimdi bir şey pişirdiğim zaman paylaşmak istiyorum. Çünkü çocukluğumda öyle gördüm.”
Engin Erk de anılarında kalan bayram günlerini şöyle anlattı: “İstanbul Beşiktaş Ihlamur’da doğdum ve orada büyüdüm. Ihlamur köşkünün önü olan yerde çok geniş bir arsa vardı. Bayramdan bir hafta önce oraya salıncaklar ve tahterevalliler kurulurdu. Bayramın birinci gününden önce akşam banyo yapılırdı. Bayram sabahı kahvaltı yaptıktan sonra bayramlıklarımızı giyerdik.
Büyüklerin ellerini öper, onlardan harçlık alırdık. 3 kız kardeş komşularımızla bayramlaşmaya giderdik. En büyük zevkimiz de komşularımızdan aldığımız harçlıklarla bayram yerinde salıncaklara binmekti. Evin zili çaldığı zaman da kim diye merak ederdik. Geleni görünce de büyük mutluluk yaşardık.”