Aktüel Arkeoloji Dergisi'in siz arkeoloji severlere anlattığı Anadolu keşif yolculuğu hikâyesi sürüyor. Geçen hafta başlayan yazının devamı ile başbaşa bırakıyoruz sizleri...
Aktüel Arkeoloji Dergisi'in siz arkeoloji severlere anlattığı Anadolu keşif yolculuğu hikâyesi sürüyor. Geçen hafta başlayan yazının devamı ile başbaşa bırakıyoruz sizleri...
PERGAMON
Bakır Çay vadisinin kuzey kenarında yükselen 330 metre yüksekliğindeki Pergamon (Bergama) akropolü, tepesinin düz ve güney yamacının geniş olması nedeniyle tahkimatlı bir yerleşim için ideal bir yapıya sahiptir. Buradaki ilk sur duvarı tahminen Tunç Çağında (MÖ 2. bin) inşa edilmiş ve sonraları birçok kez yenilenerek genişletilmiştir. Kentin bölge dışına taşan önemi ise ilk olarak MÖ erken 3. yüzyılda Philetairos ile başlar. kentteki şifa tanrısı Asklepios’un kutsal alanının, imparatorluğun her yerinden hasta ve hacıları çeken bir hac merkezi olması Pergamon’un anlamı için önem taşır. Bizans Döneminde ise tahkimatlı bir yerleşim ve askeri üs rolüne sahip Pergamon, bu özelliğini en geç 1320’de Türklerin eline geçene dek korur. Bergama’da bugüne dek koruna gelmiş Osmanlı Dönemine ait anıtlar, burada farklı kültürlerden oluşan bir kentsel yaşamın birer tanığıdır.
AIGAI
Aigai, MÖ 1100 yıllarından sonra Yunanistan’dan gelerek Kuzeybatı Anadolu kıyılarına yerleşen Aioller tarafından kurulmuştur. Antik tarihçi Herodotos, Aigai’ı, Aiollerin kurduğu 12 kent arasında sayar. Dik yamaçlar ve akarsularla korunan Aigai’ın MÖ 547 yılından sonra ortaya çıkan Pers egemenliğine karşı direndiği ve bağımsızlığını koruduğu anlaşılır. Kent, MÖ 3. yüzyılın başlarından itibaren, Pergamon Krallığı’nın da desteğiyle bölgede ekonomik ve kültürel bir çekim merkezi olmuştur. Roma Döneminde hamam yapıları ile zenginleştirilen kent, MS 17 yılındaki büyük depremden zarar görmüştür. Depremin yaraları, İmparator Tiberius’un yardımlarıyla sarılmıştır. Kentteki en son iskân, 12. ve 13. yüzyıllarda, sadece “Demir Kapı” ve ardındaki sınırlı bir alanda yer alan, küçük bir geç Bizans kale-iskânıdır. Bu Bizans yerleşiminin sakinleri de 14. yüzyılın sonlarında Manisa ve çevresini ele geçiren Saruhanoğulları tarafından kenti terke zorlanmıştır.
ALLIANOI
Erken Tunç Çağından, Bizans Dönemine kadar yerleşime sahne olmuş Allianoi’un Roma İmparatoru Hadrianus döneminde özellikle ciddi bir imara sahne olduğu anlaşılmıştır. Aynı döneme ait pek çok in-situ buluntu, özellikle hastane yapısından çıkan tıp aletleri, tıp tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Allianoi’da yaşanan deprem ve akabinde gelen sediment dolgularının yapıların içini doldurması ve merkezin modern yerleşim merkezlerinden uzak olması, en iyi korunan ören yerlerinden biri olmasını sağlamıştır. Bundan dolayıdır ki kazılarla pek çok mekânın tonozları hatta in-situ halde tonozlar üzerinde çatı kiremitleri tespit edilmiştir. Allianoi bugün baraj suları altındadır.
PHOKAIA
Antik Phokaia kenti, adını foktan alır. Phokaia’nın MÖ 11. yüzyılda Aiollar tarafından kurulduğu söylense de son kazı çalışmaları kentin kuruluşunun günümüzden beş bin yıl önceye dayandığını ortaya çıkarmıştır. MÖ 11. yüzyılın sonlarında buraya gelip yerleşen İonlar yerel halkla kaynaştıktan sonra, MÖ 8. yüzyılda gemiler yapmışlar ve bu gemilerle denizlere açılmışlardır. MÖ 7. yüzyılda yoğunlaşan bu deniz yolculukları sonunda doğuya Mısır ve Mezopotamya Uygarlıklarına giden İonlar, buralarda öğrendikleri sanat, astronomi, tıp, edebiyat bilgilerini yurtlarına taşımışlar ve gelişerek büyük bir uygarlık haline gelmişlerdir. Deniz seferleri sayesinde, İonların kurduğu kolonilerin sayısı 30’a ulaşır.
PANAZTEPE
Ege dünyasının kuzey ve güney iletişim ağlarının kesiştiği noktadaki konumu ile kendine özgü yerel kültürel karakterini ve bu kültürün doğuda İç Anadolu ve batıda Ege dünyası ile olan ilişkilerini aydınlatan Panaztepe, Erken Tunç Çağının sonundan Klasik Çağa kadar uzanan süreç boyunca kesintisiz iskân edilmiştir. Bunun yanı sıra Geç Roma ve Osmanlı dönemlerine ait kalıntılar tepenin önemini kaybettikten sonra bile iskân faaliyetlerinin devam ettiğini gösterir. Anadolu’daki diğer komşu kültür bölgelerinin yanı sıra Kıta Yunanistan, Girit, Ege Adaları, Mısır ve Doğu Akdeniz gibi çevre kültür bölgeleri ile yakın ilişkilere sahip olmuştur.
ERYTHRAI
Erythrai antik yerleşimi, Grek efsanelerine göre; adı kırmızı anlamına gelen Giritli önder Erythros tarafından kurulmuştur. Ardından da Atina kralı Kodros soyundan gelen Kleopos/Knopos isimli oikistlerin önderliğindeki İon kolonistlerce büyüyüp gelişmiştir. Antik çağda on iki İon devletinin önde gelenlerinden olan Erythrai, Antik Ege dünyasının önemli liman yerleşimlerinden biridir. yerleşimin MÖ 8 yüzyıldan itibaren özellikle MÖ 4. yüzyılda İonia’daki sosyal politik değişimlerde etkin rol oynamıştır. Erythrai’ın akropolündeki Pers egemenliği, hemen öncesi ve arkasına ait tabakalar da bu dönemler için daha önce yazılan bilgileri değiştirecek nitelikte özellikler göstermektedir.
KLAZOMENAI
Günümüzde olduğu gibi, eskiçağ dünyasında da zeytin kadar değerli, yararlı ve Akdeniz havzasının insanları tarafından bu kadar saygı gören başka bir ağaç daha yoktur. Meyvesi vazgeçilmez bir besin kaynağıdır. Aydınlatmanın ana maddesidir. Vücudun yağlanmasında ve parfüm yapımında kullanılan zeytinyağı, cilt bakımının en önemli ve değerli maddesi, ayrıca ölü gömme törenlerinin ve dini törenlerin başta gelen unsurudur. Diğer ülkelerle yapılan ticarette de zeytinyağı hatırı sayılır bir takas maddesidir. Klazomenai zeytinyağı işliğinin ilk evresinin, MÖ 600-580 yılları ile Perslerin Lidya’yı ve İon kentlerini ele geçirdikleri MÖ 546 yılları arasına; ikinci kullanımı ise MÖ 530-500 yılları arasına tarihlendiği tespit edilmiştir.
METROPOLİS
Metropolis isminin kökenini Ana Tanrıça inancı oluşturmuş ve Metropolis yakınındaki ilk yerleşim izleri Neolitik Döneme kadar uzanmaktadır. Yerleşim süreci MÖ 6. yüzyılda genişleyen Metropolis, MÖ 188’deki Apameia Barışı sonrası, Pergamon kralı Eumenes’e verilmiştir. MÖ 2. yüzyılda küçük, ama uygarlık düzeyi yüksek bir kent durumuna gelmiştir. MÖ 86 yılında Mithridates’in kısa süreli boyunduruğu altına giren Metropolis, MS 17 yılında bütün Batı Anadolu’yu sarsan deprem felâketi ile büyük zarar görmüştür. Roma İmparatorluğu Döneminde belli bir refah düzeyine yükselen kentte MS 3. yüzyılda bir gerileme döneminin başladığı görülür. MS 4. yüzyılda durumunu yeniden toparlayan Metropolis, Bizans Döneminde piskoposluk merkezi haline gelir.
Antik Çağda özellikle kaliteli şarapları ile tanınan kentin ayrıca zeytin ve zeytinyağı üretimi ile bölgede ekonomik yönden güçlü olduğu nitelikli mimari kalıntılardan ve sanat eserlerinden anlaşılmaktadır.
PRIENE
Kimi antik kentler, var oldukları dönemde hiç bir önem taşımazken, iyi korunmuş olmalarıyla antik kent kültürü hakkında ilettikleri genel geçer bilgiler ile arkeolojide önemli bir yere sahiptirler. Bunlardan biri olan Priene’nin ilk yerleşim yeri bilinmez ve MÖ 4. yüzyılda bugünkü yerinde yeniden kurulur. Antik dönemde kent, Maiandros’un (Büyük Menderes Nehri) alüvyonları ile zamanla dolan Latmos Körfezi’nin kuzey kıyısında yer almaktaydı. Körfezin dolması, Priene’nin liman kenti özelliğini ve ekonomik yaşamın önemli bir kaynağını yitirmesine sebep olmuştur. Kent, otonom olmasına rağmen siyasi olarak Seleukoslar, Ptolemaioslar gibi büyük güçlere bağlıydı. MÖ 129’dan sonra Roma İmparatorluğu’nun Asya eyaletine bağlı Priene, Geç Antik Dönemde piskoposluk merkezidir. Kent 14. yüzyılda terk edilmiştir.
MILETOS
Miletos Antik Kenti’ndeki en erken yerleşim izleri, MÖ 4. binin ikinci yarısına kadar uzanır. MÖ 3. bin yerleşimin Batı Anadolu karakteri korunmuş; Orta Bronz Çağında Minos etkisi artarak, MÖ 18. yüzyılın ikinci yarısında ve Geç Bronz Çağı başında Miletos tamamen Minos karakterli bir kent haline gelmiştir. MÖ 15. yüzyıl ortalarında Minos Miletosu, Mikenlerin eline geçmiştir. Bir sur ile çevrilen ve Millawanda olarak adlandırılan Miken Miletosu, MÖ 14. yüzyılın sonunda, Hitit Kralı II. Mursili’nin ordusu tarafından tahrip edilmiştir. İon kenti olan Milet ise, antik kaynaklara göre MÖ 1100 civarında Atina’dan gelen kolonistlertarafından kurulmuştur.
Kentin en parlak çağı, MÖ 7. ve 6. yüzyıllardır. Koloni hareketlerinin yanı sıra bir kültür ve sanat merkezi olarak gelişmiş, kent bu özelliğinden dolayı daha sonra tarihçi Herodotos tarafından, Arkaik Dönemde, “İonia’nın mücevheri” olarak nitelendirilmiştir. Miletoslu Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, bugün bile batı felsefesinin çığır açan filozofları olarak kabul edilirler.