bir tasfiye romanı; Haydarpaşa'nın Son Memuru

​Yazar Başar Öztürk’ün toplumsal gerçekçi romanı “Haydarpaşa’nın Son Memuru”, garın yakın zamanda geçirdiği dönüşümü odağına alıyor. TCDD’de avukat olarak işe başlayan Efes Katipoğlu’nun gara atanmasıyla yaşadıklarını aktaran roman, bir anlamda Haydarpaşa Garı’nın ve çalışanlarının sesi oluyor.

18 Temmuz 2023 - 14:59

İnternette gezinirken bir kitap adı ilişti gözüme; Haydarpaşa’nın Son Memuru. Haydarpaşa Garı’na dair onlarca haber yapmış bir Kadıköy gazetecisi olarak hemen ilgi alanıma girdi elbette. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan kitabın basım tarihinin 2021 olmasına şaşırdım zira bugüne dek bu romandan nasıl olur da haberdar olmazdım? Biraz araştırdım ve gördüm ki romanla ilgili yazılmış çok az eleştiri yazısı var. Yazar Başar Öztürk ise hiç röportaj vermemiş. Konu daha da ilgimi çekti. Kitabı edindim, bir solukta okuyup, Başar beye ulaştım. Niyetim kendisiyle garda buluşup romanı konuşmaktı. Meğersem Ankara’da yaşıyormuş. Ben de sorularımı e posta aracılığıyla ilettim, işte yanıtları…

  • Ankaralısınız lakin kuvvetli bir İstanbul –özellikle de Kadıköy ve Haydarpaşa-  duygunuz olduğu izleniminize kapıldım satırlarınızdan. Kadıköy ilçesi ile nasıl bir bağınız var? Sadece gönül bağı mı yoksa burada yaşadınız mı hiç?

Böyle bir his uyandırabildiysem ne mutlu bana, çünkü ne Kadıköy’de ne de İstanbul’un başka bir semtinde uzun süre bulundum. Ama İstanbul ziyaretlerimde Kadıköy’e mutlaka uğrarım. Birçok sevdiğim arkadaşım orada oturuyordu, bazıları hala orada. Bir gönül bağı olduğunu düşünüyorum. Tüm bu rant ikliminde her şey aynılaştırılırken, semtlerin kendi tayflarını taşıdıklarına ve onu bir şekilde koruduklarına inanıyorum. Şüphesiz Kadıköy’ün de böyle bir tayfı vardı ve yazan gözümüz onunla kamaştı. Fenerbahçe taraftarıyım, bunun da gönül bağına bir etkisi vardır belki…

  • Haydarpaşa’ya ilk ne zaman ve  neden geldiğinizi, o heybetli yapıyı ilk gördüğünüzde hissettiklerinizi anımsıyor musunuz?

Ablam İstanbul’da çalışmaya başlamıştı. 2004 yılı diye hatırlıyorum. Onda birkaç gün kalmak üzere, Ankara’dan trenle Haydarpaşa’ya gelmiştim. Birçok yazar gibi kendi hislerimin intihalcisi oldum ve o gün neler hissettiğimi aslında romanda Efes’in gözünden anlattım; “Her İç Anadolulu, ayak basar basmaz bu muazzam yapı karşısında yenilgiyi kabul eder.” (s.31). Haydarpaşa ile karşılaştığımda ben de sanırım ilk olarak o haklı mağlubiyeti hissetmiştim.

BİR TASFİYE HİKAYESİ

  • Haydarpaşa’nın Son Memuru diye bir hikaye anlatmaya ilk nasıl karar verdiniz?  Haydarpaşa’yı görünce ‘burayı yazmalıyım’ diye mi düşündünüz? Yoksa zaten aklınızda vardı da böyle bir konu, sonra Haydarpaşa’ya mı evrildi süreç?

İlk olarak bir tasfiye hikayesi anlatmak istiyordum. Sadece mekânsal değil, zamansal ve uzamsal bir tasfiye, bir sökülüş. Tasfiye süreci raya giren bir tren gibi kaçınılmaz olarak ilerler. Onu güçlü ve dramatik anlatıma elverişli kılan da bu sanırım. Sonun hemen değil de yavaş yavaş ama engellenemez hüznü de hücre hücre işleyerek gelmesi… Bu tasfiye iklimine Haydarpaşa çok iyi uyuyordu. Ben de elimden geldiğince, bu harika mekânın tasfiyesini bir insan ve zaman tasfiyesiyle birleştirmeye çalıştım, elimden geldiğince. 

  • Hazırlık aşaması ve yazım sürecinde bilhassa Haydarpaşa ziyaretleri yaptınız mı? Çalışanlarla, Haydarpaşa Dayanışması ve sendikacılarla irtibatta mısınız?

Hazırlık aşaması ve yazım sürecinde, Haydarpaşa ziyaretleri yaptım. Ulaşabildiğim tüm belgeselleri ve Haydarpaşa’nın yer aldığı filmleri izlemeye çalıştım. Sahaflardan edinebildiğim gar kitapları üzerine bir okuma listesi oluşturdum. Bu süreçte en büyük yardımı sevgili Papatya Tıraşın’dan aldım. Papatya, babası Haydarpaşa’da çalışmış, kendisi de yıllarca lojman kampüsünde kalmış bir arkadaşım. Özellikle lojman kampüsüne dair çok sayıda fotoğrafı bana o ulaştırdı.

Ancak şu tercihte bulundum: ben bir belgesel yazmıyordum. Kurmacanın kutsallığına inanırım. Bu nedenle hem kampüsü hem de garı “bozduğum” ve yeniden kurduğum yerler oldu. Kimi zaman koridorlar uzadı, kimi zaman çıkan yangının tarihi ve etkisi değişti, kimi zaman da odalar ve manzaralar değişti… Haydarpaşa ile gönül bağı kurmuş çok kıymetli çalışanlar ve onun için mücadele edenlerde bu durum bazı hayal kırıklıklarına neden olmuş olabilir. Bu da benim ve kurmaca eserin acımasızlığımız diyelim. Diğer soruya gelecek olursak, haklı mücadelelerini gönülden desteklediğim, Haydarpaşa Dayanışması ve mücadelede yer alan sendika üyelerini elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum, ama onlarla aktif bir irtibatım yok.

  • Trenlerde içki içilebildiği yıllar 90’lardı. Romanınız o dönemde mi başlıyor? Ve sonra Haydarpaşa yangını, trenlerin kalkması ve ihaleler süreci vb derken  90’lardan günümüze uzanıyor desek doğru olur mu?

Romanımda 2000-2010 arası bir zamanı hedefledim. Demin dediğim gibi kurmacaya sığınarak Haydarpaşa yangını gibi bazı vakaların yeri, şekli ve zamanı hikayeye göre yeniden kurgulandı. Trenlere gelecek olursak, neyse ki restoran vagonlarında içki içilebilen zamanlar uzatmalarla 2000’li yıllara kadar taşınabildi de, ben de şimdi hayal olan bu keyfi tadabildim. Ray Restoranlar, gerçekten çok kıymetli yerlerdi. Mesela romanda geçen emekli pilotla ben gerçekten Ankara’dan İstanbul’a giden trende biralarımızı içip sohbet etmiştik. Yolcuların içkilerini içerken sohbet edebileceği önemli sosyal alanlardı buralar. Bunun bizden zorla alınması beni çok üzen bir şeydir. 

  • Haydarpaşa meşhurdur da, romanın mekanlarından olan İngiliz Mezarlığı’nı az kişi bilir. Siz nereden biliyorsunuz?

Ben de böyle bir mezarlıktan Papatya sayesinde haberdar oldum. Bence romanda da bir başlama ve sonlanma yeri olarak anlatıya katkısı oldu.

  • Romanın bir yerinde geçen eski eczane Melih Bey'in Moda Eczanesi mi? Bunu kişisel merakımdan soruyorum açıkçası.

Tamamen kurmaca bir mekandı. Moda Eczanesi’ni ve Melih Bey’i ilk kez sizden duymuş oldum.

“BİR TREN GARI O ÜLKEDEKİ HERKESE AİTTİR.”

  • 129. sayfada padişahın mimarları tembihlediği “öyle bir gar yapın ki buradan Mekke'ye gidildiği anlaşılsın” sözlerinin derinliğinden duyarlılığından ve mistikliğinden ama aynı zamanda kendine batının estetiğine teslim ederken dini de elde bırakamamanın o can alıcı ilişkisi ile konuştuk”  Bu gerçek bir bilgi mi?

Haydarpaşa Garı ile ilgili yaptığım okumalarda garın mimarı Otto Ritter’e bu minvalde bir sözün söylendiği yazıyordu. O zaman hemen not etmiştim bu vecizeyi. Gerçekten söylendiğini düşünüyorum bu nedenle.

  • “Haydarpaşa’nın benden alınmasına öfkeleniyordum” diyen roman kahramanı avukat Efes, garı kurtarıyor. Gerçek hayata dönecek olursak, sizce Haydarpaşa Garı nasıl kurtulur?

Ben Efes’in garı kurtarabildiğini pek düşünmüyorum. “Yıkım ekibini” oyaladı, belki de daha doğru bir ifade olur… Haydarpaşa Garı’nı kurtarmak aslında çok basit. Oraya bir rant olarak bakmadığınızda, dünyanın en güzel garı olduğunu görebildiğinizde kendiliğinden kurtulacak zaten. Böyle bakılmıyorsa, o zaman böyle bakılmasını halk olarak biz sağlayacağız. Bunun mücadelesini veren oluşumlar var. Onların yanında yer alacağız. Bir tren garı ülkenin kıyıları gibi o ülkedeki herkese aittir.

HANSEL VE GRETEL KIRINTILARI

  • Sevdiğim bir romanda, bahsi geçen diğer kitapları/filmleri not alıp sonra da onları okumayı-izlemeyi pek severim. Sizin romanda da bolca isim var. Bu kitap-filmleri neden koydunuz romana? Tamamen sizin sevdikleriniz mi yoksa roman içeriğiyle nasıl bir bağlantıları/katkıları var?

Yüksek Lisansta Basın İş Hukuku dersimin hocası, dersle çok alakasız şekilde bizden her hafta derse geldiğimizde bir film izlemiş ve bir kitap okumuş olmamızı rica ediyordu. Dersin ilk yarım saatini buna ayırıyorduk. Bu emrivaki başta beni çok rahatsız etse de hala sürdürmeye çalıştığım çok kıymetli bir alışkanlık kazandırdı bana. Ben de film ve kitaplarda böyle alıntılarla karşılaşmayı çok sevdiğimden, yazarken böyle Hansel ve Gretel kırıntılar bırakmayı seviyorum. Ama bazı okurlar bu hususta kantarın ayarının biraz kaçtığından yakındı. Onu da itiraf edelim burada. Kitap ve film isimlerini çok alakasız kullandığımı düşünmüyorum. Özellikle Efes’in o andaki ruh haline denk düşen kitap ve film isimleri vermeye çalıştım. Bunun en barizlerinden biri Karamazov Kardeşler’in Büyük Engizisyoncu göndermesiydi bence. Yine Seconds filminin de o andaki Efes’i iyi tarif ettiğini düşünüyorum.

  • 189. sayfada karşımıza, Orhan Pamuk'un Kara Kitap ve Masumiyet Müzesi'ndeki köşe yazarı karakteri Celal Salik’le karşılaşmak beni, sıkı bir Pamuk okur olarak hem şaşırttı hem sevindirdi. Salik neden girdi romanınıza?

Karşılaştığımda en mutlu olduğum soru bu oluyor kitapla ilgili. Celal Salik benim Orhan Pamuk romanlarında en sevdiğim karakter. Sanırım farklı romanlarında en sık rastladığımız karakter de yine O. Metinlerarasılık benim okurken de yazarken de çok keyif aldığım bir yöntem. Coetzee’nin Romancının Romanı eserinde bu konuyla ilgili çok hoş bir tespiti var. Romanın kahramanı Elizabeth Costello, Joyce’un romanında geçen bir başka karakter üzerinden bir roman yazmıştır. Bu durumu şöyle açıklar “Ama bazı kitaplar öyle cömert oluyor o kadar çok buluş barındırıyor ki, bittikleri zaman geride kullanılmamış epey bir malzeme bırakıyorlar. Ve bazen öyle bir malzeme oluyor ki geride kalan, onu alıp kendi başınıza kuracağınız yeni bir yapıda kullanmak istiyorsunuz.” Tamamen aynı istekle ben de Celal Salik’i romanıma davet ettim.

  • “Sonunda savaşı kaybettik ve kötüler o kadar güçlüler ki bizi yenmekle kalmadılar sonunda bu savaşın iyi olanları da onlar oldu” Final biraz karamsar mı?

Karamsar mı bilmiyorum, ama yaşadığımız bu çok uzun süreli mağlubiyet duygusunun bendeki ifadesi tam olarak bu. Sadece güçlü değiller, kendilerini iyi olarak sunacak kadar kudretliler de. Kendi tribününde “iyi” olanlar onlar ve bu tribünde, Haydarpaşa’yı savunanlar istihdam ve istikrar düşmanlarına, çocuğunun katilini arayan bir baba korkunç bir şekilde “çamur atan bir deli”ye dönüşebiliyor.

  • Romanla ilgili hiç röportaj vermemişsiniz. Neden acaba? Anaakımın ilgisinin olmaması öngörülebilir belki ama alternatif medyadan da mı söyleşi teklifi gelmedi?

Medyadan hiçbir teklif gelmedi. Ancak bazı kitap kulüpleri ile online sohbetler gerçekleştirdik.

  • Bu açıdan bakınca romanınızı, hem edebiyatımızda hem toplumsal zeminde nerede konumlandırıyorsunuz? Hak ettiği ilgiyi görebildi mi sizce?

Benim ilk gençliğimden beri içimde kopan, sönen, köpüren duyguları yazarak izah etme gibi bir hevesim var. Toplumsal zeminde bir karşılığı var mı bilemiyorum, ama yazdıklarımı okumaktan mutlu olan insanlar var. Çok kalabalık değiller. Kalabalık olmalarını isterim tabii ki… Yazdıklarım beğenilsin de isterim, ama yazdıklarım beğenilsin motivasyonuyla yazmam. Başta söylediğim gibi sadece izah etmenin keyfi için yazarım. Hak ettiği ilgi bu mudur? Bu benim yanıtlayabileceğim bir soru değil bence. Söz sevgili okurda.

  • Bir yazar ve bir yolcu olarak Haydarpaşa Garı’nın şimdisi ve geleceğine dair neler söylemek istersiniz?

Trenlere, yolculara kavuşsun… Derhal demir yolcu emekçilerine kavuşsun… Şimdi ve derhal.

 

 

 


ARŞİV