“Birlikte bir gelecek hepimize iyi gelecek”

Sivil toplum örgütleri afet anlarında kamunun yapması gerekenleri mi yapıyor? Afet bölgelerine yaptığımız destekler ne kadar yerine ulaşıyor? Gönüllü çalışmalara katılırken nelere dikkat etmeliyiz? Ekonomik sorunlarımızın sorumlusu göçmenler mi? Hayata Destek Derneği’nden Volkan Pirinççi ile konuştuk

07 Ekim 2021 - 10:05

Deprem, yangın, sel, heyelan… Biraz iklim değişikliğinden, biraz insanın doğayla savaşından hemen her hafta ülkenin farklı bir yerinde bir afetle karşılaşıyoruz. Afet durumlarında kamu kurumları ve yerel yönetimlerin çalışmalarının yanı sıra sivil toplum örgütleri de çok hızlı organize oluyor ve çeşitli çalışmalar yapıyor. Hatta bazen kamudan daha çok sivil toplum örgütlerinin çalıştığını düşünüyoruz. O sivil toplum örgütlerinden biri de merkezi Kadıköy’de olan Hayata Destek Derneği. Operasyonlar Koordinatörü Volkan Pirinççi ile hem derneğin çalışmalarını hem de bir afet durumunda neler yapabileceğimizi konuştuk. 

Önce temel klasik sorudan başlayalım, Hayata Destek Derneği ne zaman ve neden kuruldu? Nasıl çalışmalar yapıyor?

Afet ve krizlerden etkilenmiş toplulukların temel hak ve ihtiyaçlara erişimini sağlamayı çalışan bir insani yardım kuruluşuyuz. 2005’den bu yana ayrım gözetmeme, tarafsızlık, bağımsızlık ve hesap verebilme ilkeleriyle afetten etkilenmiş gruplara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Şu anda acil yardım, mülteci destek, çocuk koruma ve sivil toplum güçlendirme ve koordinasyon çalışmaları temel çalışma alanımız.

AFETLERDE STK ROLÜ

Türkiye’de sel, yangın, deprem, heyelan, pandemi vb afet ve sıkıntılar bitmiyor. Sivil toplum örgütlerinin bu yaraların sarılmasında nasıl bir etkisi var?

Özellikle yakın zamanda gerçekleşen seller ve yangınlardan bahsediyorken iklim krizinden bahsetmemek olmaz. Çevre örgütleri çok uzun yıllardır iklim değişikliğinin sebepleri ve sonuçlarına dair Türkiye’de ve dünyada çok ciddi çalışmalar yürütüyor ve bu konuda farkındalık yaratmaya, politikaları etkilemeye çalışıyorlar. İnsani yardım kuruluşları, afet sonrası kadar çok olmasa da afet öncesinde de yerel toplulukların, belediyelerin kamu kurumlarının afete hazırlık ve risk azaltma çalışmaları noktasında kapasitelerini güçlendirmeye yönelik çalışmalarda bulunuyor. Ama asıl olarak insani yardım kuruluşları krizden sonra yani bir afet gerçekleştikten sonra afetten etkilenmiş insanları da dahil ederek öncelikli ihtiyaçları karşılama noktasında rol alıyorlar.

Bir yandan bu tür yaraları kamunun sarması gerekir kanısı da var. Örneğin siz kamunun yapması gereken şeyleri mi yapıyorsunuz?

Biz afeti hayatın normal akışının, kamu hizmetinin aksadığı durumlar olarak tanımlıyoruz. Hayatın olağan akışının durduğu noktada kamu hizmetleri de aksıyor ya da duruyor. Hep şunu söylüyoruz; çok büyük bir afette ilk 72 saatte hiçbir yardımın gelmemesi bile normal karşılanabiliyor. Bu yüzden sivil toplum, insani yardım ve yerel yardım kuruluşlarının rolü çok önemli.

Kamunun afet öncesinde kapasitesini ne kadar geliştirdiği, afete müdahale refleksini ne kadar geliştirdiği, normalleşme süresini doğrudan etkileyen şeyler. Ama sivil toplum kuruluşları kamunun yapması gereken şeyi mi yapıyor kendi adıma o ayrıma çok fazla gidemiyorum. Çünkü bu yaklaşım her şeyi devletten beklenen noktaya da getirebiliyor. Tüm aktörlerin koordinasyon ve uyum içinde çalışması çok önemli

Son birkaç aydır üst üste yaşanan sel ve yangınları da birlikte düşünürsek kamunun aldığı önlemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deprem gerçeğini de yaşayan bir ülke olarak şunu söyleyebilirim ki afet sonrasında ya da kriz gerçekleştikten sonra herkes seferber olurken, risk azaltma çalışmalarına çok az zaman ve emek harcıyoruz. Bunu kamu için de söyleyebilirim. Risk azaltma çalışmalarında daha imar planları oluşturulurken riskli bölgelerin belirlenmesi, bu bölgelerde imara izin verilmemesi gibi yapılması gereken çok önemli eylemler var.  “Önlem” dediğimiz noktada afetten önce neler yapıldığına bakmak gerekiyor. Afet öncesinde harcanan bir lira, bir dakika, afet sonrasında harcanan belki yüz lira, bin liranın günler saatler ve haftaların önüne geçiyor. Bu konuda Türkiye çok iyi performans gösteriyor diyemem. Afet sonrasındaki müdahaleler noktasında AFAD’ın kendini çok ciddi geliştirdiğini düşünüyorum. AFAD’a ek olarak belediyelerin arama kurtarma ekiplerinin çok hızlı mobilize olabildiği ve sahada yer aldığını biliyorum. Ama afet sonrasında neler yapıldığından öte afet öncesi neler yapıldığını sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum.

“İNSAN ONURUNU MERKEZE ALIYORUZ”

Eduardo Galeano “Hayırseverlik dikeydir, aşağılar. Dayanışma yataydır, yardım eder.” der. Siz bu anlamda nelere, nasıl dikkat ediyorsunuz?

İnsani yardımın temel standartlarından biri insanlık ve bu insan ihtiyaçlarıyla beraber insanlık onurunu da merkeze almayı gerektiren bir yaklaşım. Biz Hayata Destek Derneği olarak yaptığımız faaliyetlerde ‘veren el alan elden üstündür’, yardıma muhtaç insanlar ve onlara yardım eden sivil toplum kuruluşu gibi bir ilişkilenmeye girmiyoruz. Afetten etkilenmiş toplulukları sürecin nesnesi değil öznesi olarak görerek, ihtiyaçları onlarla birlikte belirleyerek, doğru müdahale yolu ve araçlarını yine o kişilerle belirleyerek, değerlendirmesini yine o kişilerle beraber yaparak sürecin parçası haline getiriyoruz. Çünkü afetten etkilenmiş kişiler sadece mağdur kişiler değil, kapasitesi, gücü, fikri olan insanlar. Biz de bunun farkında olarak çalışmalarımızı yürütüyoruz. Onun için insani yardım profesyonellik gerektiren bir alan. Bir yere gidip sadece birilerine bir şey dağıtmayı kendi adıma insani yardım olarak görmüyorum. Yaptığımız her faaliyette insanlık onuru nasıl korunur, farklı hassas guruplar bu süreçten nasıl incinmeden, yara almadan çıkar gibi soruları sürekli kendimize soruyoruz.

“GÖNÜLLÜLÜK İÇİN HAZIRLIK GEREKLİ”

Bu tür afetlerde gönüllü olarak çalışmak isteyenlerin nelere hazırlıklı olması gerekir. Ve ne gibi donanımı olmalı?

Afetlerde gönüllü olmak bazen zorunlu bir durum olabiliyor. Yani afetzede iseniz ailenize, komşunuza hızlıca yardım etmeye başlayabiliyorsunuz. Ya da duyarlı bir vatandaş olarak kendi bölgenizde olmasa bile başka bir bölgedeki afete müdahale noktasında gönüllü olabiliyorsunuz. Özellikle Türkiye gibi afetlere çok açık bir ülkede her iki durum için de bugünden çeşitli hazırlıklar yapmak gerekiyor. Bir afet durumunda kendi ruh sağlığınızı ve çevrenizde ciddi şok yaşayan insanları incitmeden nasıl iletişim kurulabileceğine dair eğitimler olmak önemli.

Afet bölgesinde yaklaşım çok önemli. Gönüllülerin “Ben buraya insanlara yardım etmeye geldim. Ben Süpermenim” moduna girmeden, insanlarla eşit ilişki kurabilen, onların kapasitesini görüp, ihtiyacını doğru anlayabilen kişiler olabilmesi gerekir.

Biz gönüllülerimize mutlaka temel insani yardım standartları, insani yardımdaki koruma ilkelerini, sektöre dair teknik standartları aktardığımız eğitim ve oryantasyonlar düzenliyoruz. Hatta kendi gönüllülerimize verdiğimiz eğitimleri yakın zamanda Kadıköy Belediyesi Afet Gönüllülerine de verdik.

Mağduriyetlerin giderilmesine katkı sunmak isteyen, dayanışmak isteyen insanlara ne önerirsiniz? Ne yapsınlar?

Afet anında gönüllü yönetimi çok zor bir süreç. Bu yüzden ben bu alanda çalışmak, gönüllü olmak isteyen herkesi afetler olmadan önce yani hemen afet alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, AFAD, Kızılay ya da bulundukları belediyenin afet gönüllülüğü programına üye ve gönüllü olmaya davet ediyorum. Çünkü afet alanında çalışıyor olmak çeşitli oryantasyon ve birikim gerektiren bir süreç. Onun için hazırlıklara bugünden başlamak gerekir.

“İHTİYACIN DOĞRU TESPİTİ ÖNEMLİ”

Afet durumlarında genellikle bir seferberlik oluyor ama aynı zamanda insanlar desteklerinin doğru yere ulaşıp ulaşmadığı konusunda da şüpheci oluyor.

Bir afet sonrasında herkesin harekete geçmesi ve seferber oluyor olması toplum olarak bu konuda duyarlı olduğumuzu gösteriyor. Ama doğru bilgi ve doğru yollarla yapılmadığı zaman bu duyarlılık yarardan çok zarara sebep olabiliyor. Refleksimiz genelde bir yerde deprem olunca ikinci eşyalarımızı paketleyip en yakın belediyeye götürmek oluyor. Öncelikle bu yanlış bir hareket. Farkındaysanız her afetten sonra AFAD ya da o ilin belediyesi “lütfen ikinci el eşyalar yollamayın” duyurular geçmek zorunda kalıyor. İnsani yardım noktasında ihtiyaçların doğru tespit ediliyor olması ve ihtiyaç çağrılarına doğrudan kurumlarla iletişime geçerek destek vermek çok önemli.

Aslında ayni yardımlardansa nakit yardımlar daha çok tercih edilmeli. Örneğin Giresun’daki bir sel sonrası İstanbul’dan eşya göndermek lojistik maliyet de getiriyor. Halbuki nakit yardımlarla yerelden alınan ürünler hem daha az maliyetli oluyor hem de afetten etkilenen yerel ekonomiye katkı sağlıyor. Ben bu konuda bir şey yapmak isteyen kişileri güvendikleri sivil toplum kuruluşlarına ya da kamu kurumlarına ve belediyelere bağış yapmaya davet ediyorum.

Doğru yeri nasıl bulacağız? Neye dikkat etmek gerekiyor?

Onun için farklı kanallar var. Kamu kuruluşlarına da destek olabilirler, sahada çalıştıklarını bildikleri dernek ve vakıflara da şartlı bağışta bulunabilirler. Özellikle sivil toplum kuruluşlarına yapılan şartlı bağışlarda amaca uygun kullanım zorunluluğu var. Yani bir kişi yangın için para gönderiyorsa o paranın yangından etkilenen topluluklar için kullanılma şartı var ve bu süreçler kamu tarafından denetleniyor. Ben de bireysel olarak bağış yapacağım zaman mutlaka STK’ların web sitelerine ve çalışmalarına bakarak ne kadar şeffaf ve hesap verebilen kuruluşlar olduğunu anlamaya çalışıyorum ve bu tür kuruluşları tercih ediyorum.

“ÜLKELERİNİ KEYFİ OLARAK TERK ETMİYORLAR”

Yaşadığımız en önemli doğal felaketler ve iklim krizi kaynaklı sorunlar dışında yaşadığımız en önemli sorunlardan biri de belki de göç sorunu. Bu alanda ne gibi çalışmalarınız var?

Şu anda Türkiye’de dört milyona yakın sığınmacı var. Şunu hatırlatmak isterim ki; bu insanlar keyfi olarak ülkelerini terk eden insanlar değil. Bu insanlar, iç savaştan kaçan ölümle onlarca kez burun buruna gelip kendileri ve aileleri için başka alternatif olmadığı için yerinden edilmiş insanlar. Bu insani boyutun altını özellikle çizmek istiyorum çünkü zaman geçtikçe mültecilere karşı önyargılar ve öfke arttıkça bu gerçeği unutuyoruz. “Neden geldiniz” sorusunu onlara hunharca yansıtabiliyoruz. Bu insanların yerinden edilmiş olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor.

Peki bu insanların hukuki statüsü nedir? Pek çoğumuzun düşündüğü gibi maaş alıyorlar mı, sosyal hakları neler?

Mülteci diyoruz ancak aslında yasal statüleri geçici koruma ya da uluslararası koruma olarak tanımlanabilir. Mülteci biraz daha kamuoyundaki genel kullanım. Bir diğer konu da mültecilere yönelik doğru bilinen çok sayıda yanlış var. Mültecilere kira yardımı yapılıyor, mülteciler sınavsız üniversiteye giriyor, üniversite harcı ödemiyor, sınavsız memur yapılıyor gibi gerçekle bağı olmayan birçok haber dolaşıyor. 

Ülke ekonomisi zora girdiği, işsizlik arttığı noktada insanlar buna bir sebep arıyor ve mültecileri buna sebep olarak görüyor. Bu bizim çalışmalarımıza ciddi ket vuran bir hale geliyor. Çünkü toplumsal gerginlikler çok fazla artmaya başlıyor.

Türkiye’deki yoksul ailelere yapılan yardımlar neyse mülteciler de bu yardımlardan faydalanabiliyor. Daha ötesinde bir şey yok. Ve mültecilere yapılan yardımlar aslında kamu kaynaklarından yapılmıyor daha çok Avrupa Birliği, Birleşmiş Millet gibi uluslararası fonlardan gelen yardımlar iletiliyor.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim; mültecilere ekstra bir kira yardımı yok, mülteci ya da geçici koruma altındaki öğrenciler sınavsız üniversiteye girmiyor. Türkiye’de ister Amerikalı ister Rus olsun bir genç üniversiteye kayıtlı olmak için hangi prosedürlerden geçiyorsa onlar da aynı prosedürden geçiyor. Harçlarını ödüyorlar. Devlet memuru olmuyorlar, milyonlarca Suriyeliye vatandaşlık verilmiyor. Bu bilgilerin çoğu maalesef sosyal medyada dönen yanlış bilgiler ve bu bilgilerin doğruluğuna erişebilmek için Hayata Destek Derneği’nin “Doğru bilinen yanlışlar” çalışması var. (www.hayatadestek.org) Yine İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün web sitesinde bu konuda doğru bilinen yanlışlara ilişkin iletişim çalışmaları var. İnsanlar hep yanlış bilgiyle birbirini dolduruşa getiriyor.

Bütün bu gerçeklere rağmen artan göç dalgasıyla birlikte tepkilerde artmaya başladı. Bu tepkilerin önüne geçmek için ne yapmak gerekiyor?

Ben burada kamu kurumlarına, iktidarından muhalefetine tüm siyasi partilere, yerel yönetimlere, sivil toplumlara ve her türlü sivil inisiyatiflere büyük sorumluluk düştüğünü düşünüyorum. Çünkü mülteciler üzerinden birbirini eleştiren söylemler üretiyor olmak, mülteciler üzerinden ırkçı, ayrımcı söylemlerle politikalar üretiyor olmak toplumsal barışı zedeleyen ve zarar veren bir noktaya getiriyor. Birlikte yaşamanın mümkün olduğunu daha rahat konuşabiliyor olmamız gerekiyor. Göçmenlerin ve mültecilerin sosyal uyumunda başarılı politikalar izlendiğinde ülkelere zarar ya da yük değil, zenginlik ve ekonomik büyüme kattığı gerçeğini daha fazla konuşmak gerekiyor. Bu gerçekler ışığında olayın insani boyutunu unutmadan diyalog ve temasla bu tür olayların önüne geçilebileceğini, daha zengin, daha renkli bir Türkiye’nin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Biz Hayata Destek Derneği olarak “Birlikte bir gelecek hepimize iyi gelecek” diyoruz. 


ARŞİV