Anti kafenin mantığı sadece zaman üzerine kurulu değil. İçinde tuvalden elektro gitara, projeksiyon aletinden tarayıcıya, renkli kağıt ve kalemlerden bilgisayara kadar bir sürü alet edevat var. Ve bunlar süs olsun diye konulmamış. İsteyen, istediği faaliyeti oradaki eşyaları kullanarak veya kendisi bir şeyler getirerek gerçekleştirebiliyor. Kafedekilerin deyimi ile duş almak hariç her şeyin yapılabileceği bir rahatlıkta "ev gibi bir yer" Anti Kafe. Öyle ki bazı freelance çalışanlar da Anti Kafe'yi tercih eder hale gelmiş. Tabii eski alışkanlıklarla masaya oturup "Bana bir kahve!" diyenler de olmuyor değil diyen Cüneyt "Biz kahve satmıyoruz dediğimizde bozulup gidenler var. O yüzden bizim bu sosyal kulübe bilip gelen insanlara ihtiyacımız var." diye ekliyor. Kafede oluşan kültür sayesinde birbiri için bir şeyler yapan, birbirleri ile yardımlaşan, dayanışan, sosyalleşen bir ortam oluşuyor. Yemek yiyen bulaşığını yıkıyor, gitar çalan herkesle paylaşıyor, yemek yapan ortak kullanıma açıyor.
Fikir Cüneyt'in aklına bir anda gelmiyor elbette. Bir gün Londra'da bu konsepti gören Cüneyt "Bunu yapmalıyım!" diyor ve Serenay, Sema ve Esra adlı üç arkadaşı ile sistemi bir güzel kuruyorlar. Buranın lokasyonunun da çok önemli olduğunu vurguluyor Cüneyt. Cadde üzerinde değil ara sokakta olması, insanların rahat hissetmesi kafenin mantığı için çok önemli. İnsanların çekinmemesi için kapıda karşılayıp “Hoşgeldiniz, burası sizin eviniz burası mutfağınız.” demeyi de ihmal etmiyor kafenin çalışanları. En önemlisi de birbiri için bir şeyler yapan, birbirleri ile yardımlaşan, dayanışan, sosyalleşen bir ortam oluşuyor kafede. Önümüzdeki dönem Anti Kafe'de zaman oldukça birbirinden farklı atölyeler de yapılıyor olacak. "Ben şöyle bir atölye yapabilirim" diyenlere de Anti Kafe'nin kapısı sonuna kadar açık.