Cemal Süreya'nın ‘ipekböceği sesli' sevgilisi: Zühal Tekkanat

‘On Üç Günün Mektupları’nın unutulmaz kadını Zühal Tekkanat, Cemal Süreya’yla Kadıköy’de yaşadıkları 7 yılı, ‘edebiyat tarihine not düşülsün diye’ kitaplaştırdı.

19 Ocak 2012 - 11:44
Röportaj: Semra ÇELEBİ
Fotoğraflar: Murat Mehmet AYDIN

“Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hâlâ başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N’olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum.”

 Zühal Tekkanat… Cemal Süreya’nın eşi, İçsel’in ve Memo Emrah’ın annesi. Cemal Süreya’nın koyduğu takma isimle şiirler yazan Elif Sorgun…

Bir sabah büroya geldiğimde masamda iki kitap buldum. Biri Zühal Tekkanat’ın yazdığı “Yaşadığım Yıllar”, diğeri de Elif Sorgun’ın seçilmiş şiirlerinden oluşan “Son Kanadım Kırık” adlı kitaplarıydı. “Yaşadığım Yıllar”ın kapağında bir evlilik cüzdanının fotoğrafı vardı. İlk anda Cemalettin Seber’i tanımasam da sayfalarda göz gezdirince, o adamın Cemal Süreya olduğunu anladım. Bir solukta okuduğum kitap, Zühal’le Cemal’in nasıl tanıştığını, evliliğe giden süreci, Kadıköy’deki evlerini, oğulları Memo Emrah’ı ve en nihayetinde ayrılıklarını anlatıyordu. Kitap incecikti ama okuyanda bıraktığı duygu yoğun bir ağırlıktı. Bu ağırlığı daha fazla taşıyamadım ve 9 Ocak’ta vedası 22 yılı bulan Cemal Süreya’yı anma gecesinde, Zühal Hanım’la bir söyleşi yaptım. Hala gece yarılarına kadar “şiir çalışan”, her gün 2 kadeh rakısını eksik etmeyen, iki kedisi ve barınaktan aldığı köpeğiyle yaşayan, kızı ve kardeşiyle etkinliklere katılan bu güzel kadınla tanışmak bir zevkti. Siz de, Cemal Süreya’nın “ipek böceği sesli sevgilim” dediği, hastanede yatarken onüç gün boyunca mektuplar yazdığı Zühal Tekkanat’ı tanımak isterseniz, buyurun söyleşimizi okumaya…
 - Cemal Süreya ile geçen 7 yılı anlattığınız “Yaşadığım Yıllar” bir solukta okunan kitaplardan. Merak duygusunun yanı sıra kitabın çok ince, sadece 30 sayfadan oluşmasının da bunda payı var. Neden bu kadar az kelimeyle anlatmayı tercih ettiniz o yılları?
Öncelikle teşekkür ederim. “Yaşadığım Yıllar” ince de olsa, yazma gereği duyduğum bir kitap. Çünkü az bir bölüm de olsa yaşamım içinde en ağır ve en önemli gördüğüm o yılları ortaya koyma gereği duydum. Bunun Türk edebiyatının arşivinde bulunması gereken bir kitap olduğunu düşündüm. O açıdan, bilimsel, magazine kaçmayan, vurucu yanları olan bölümleri sıraladım. Sonlarına doğru çok yoruldum, ağlamaklı oldum. İnsan bir başkasının hayatını yazarken ya da anlatırken rahat olabiliyor ama kendini anlatırken aynen yaşıyorsun o acıları… Aslında kitabımda ne hüzün olsun istedim ne de şımarıklık. Gazeteci yazar Mustafa Şerif Onaran da bu kitabın romanlaştırılması gerektiğini yazdı. Ama ben bu kadarı yeter diyorum.

- Kitabınızda anlatıyorsunuz ama bir de sizden dinlemek isteriz Cemal Süreya ile nasıl tanıştığınızı…

Ben Cemal Süreya’yı bir şair olarak, dergici olarak tanıyordum zaten. Benim de şiire yatkınlığım vardı. “Gibi” diye bir kitap çıkarmıştım. Hatta bu kitabımla yaklaştı bana. Şiirim üzerine konuşmak istediğini söyledi. Sonra bir toplantıda bana evlenme teklif etti ama ben yeri ve zamanı uygun bulmadığım için kabul etmedim.

 - Erken bir teklif miydi sizin için?
Evet, çok erken. Ama sonrasında çok yakınlaştık. Öyle ki, ben yeni devlet memuru olmuştum ve öğle aralarında dergiye gidiyordum Cemal’le görüşebilmek için. Arada Kapalı Çarşı’ya gidiyorduk. Hiç unutmam bir gün bana lacivert bir pabuç aldı, bir de kuyumcuya götürüp yüzük aldı. Kapalı Çarşı’da Bedesten denilen yerde parmağıma yüzüğü taktı. “Hadi artık benim nişanlımsın, eşim olacaksın yakında, git annene babana söyle” dedi. Nasıl heyecanlandım, mutlu oldum anlatamam. Ama eski terbiye almış bir genç kadın olarak pek şımaramadım, sevincimi gösteremedim o anda. O günden sonra korkunç derecede bağlandım. Tanışıp görüşmeye başlamamızdan 6 ay sonra da Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde yıldırım nikâhıyla evlendik. Kimseyi çağırmadık, sadece 2 şahit ve bir tanığımız vardı. Bir ay izin almıştım, evimizi düzenledik, yaşamımızı kurduk. Güzel bir bileşik insan olmuştuk. Birbirimizin gözünün içine bakardık. Ama bir süre sonra, ben birinci eşimden olan kızımı görmeye gittiğimde birçok şair ve yazarın Kadıköy’deki evimizde toplandığını öğrendim. Cemal gizlemiyordu ama ben çok kıskanıyordum.
 - Bu durum ilişkinizi fazla etkilemedi sanırım çünkü bir de oğlunuz oldu...
İki yıl sonra çocuk edinmeye karar verdik. Daha doğmadan adını Memo Emrah koydu ve erkek olacağını söyledi. Ve gerçekten de öyle oldu.
 - Kaç yıl evli kaldınız?
1967’de evlendik, 1974’te ayrıldık. 7 yılı aşkın evli kaldık. Tabi Cemal Süreya iyi bir şair, popüler bir insan olduğu için özellikle de kadınlar tarafından çok arandığı için, öyle bir an geldi ki ben ayrılmak istedim. Onun uçarılıklarına dayanamadım. Ancak o “hayır ben senden ayrılmam” dedi. Ben de“Bir erkeğin aldatılan eşi olmaktansa özlenen bir dostu olmayı yeğlerim” diye karşılık verdim. İnanır mısınız bir yıl kadar yalvardım ayrılmak için. Ve bir gün ayrılalım dediğinde boynuna sarıldım. “İşte dostuz şimdi” dedim.
 - Dost olabildiniz mi peki?
Ölene kadar hiç ayrılmadık. Onun şöyle bir dizesi vardır: “Biz hiç ayrılmadık, yazılmadı adlarımız mezar taşlarına…”. Sonra “Beni Öp Sonra Doğur Beni” kitabını, Elif Sorgun adıyla bana ithaf etti. Güzel bir evlilik hayatımız oldu, hiç ayrılmadık ayrıldıktan sonra dediğim gibi. O bana gelmiştir yaşadığı eşiyle birlikte, ben oğlumla onun yanına gitmişimdir.
 - Memo Emrah ile Cemal Süreya arasındaki baba-oğul ilişkisi nasıldı?
Çok iyiydi. Oğlum “sen benim babamsın, atamsın” derdi, Cemal de ona “sen benim her şeyimsin” diye cevap verirdi. Cemal Süreya’yı yitirdik, 7 ay 2 gün sonra da oğlumu yitirdim, vurdular! Ben çok acılar çektim. Allahtan ilk evliliğimden olma kızım vardı da bana destek oldu.
 - Cemal Süreya ile evlenmeden önce şiir yazıyordunuz, evlendikten sonra devam ettiniz mi?
Tabi. Hatta onun çıkardığı Papirüs Dergisi’nde 7 tane şiirim yayımlandı Elif Sorgun adıyla. Memur olduğum için kendi adımla yazamıyordum. Elif’i Karacaoğlan’ın bir şiirinden, Sorgun’u da Yozgat’ın bir ilçesinden alarak Cemal oluşturdu bu adı. Ama bir gün dedi ki “Aynı evde iki şair olmaz”. O zaman çok alınmıştım. Bir süre yazmak içimden gelmedi. Küçümsedi gibi geldi. Oradan beni yaraladı. Ama ayrıldıktan sonra beni çok destekledi. 1990’dan bugüne 7 tane şiir kitabı, 7 tane de düzyazı kitabım çıktı. Beni de artık bunlar avutuyor; yazmak, okumak, özel günlerde bulunmak…
 - Yaşamınızda Kadıköy’ün de önemli bir yeri var. Süreya’dan önce de Kadıköylüydünüz, evlenince de buraya yerleştiniz. Biraz sizin Kadıköyünüzü anlatır mısınız?
İlkokulu Göztepe Merdivenköy İlkokulu’nda, orta kısmını Erenköy Kız Lisesi’nde, liseyi de Moda Kız Sanat Enstitüsü’nde okudum. Olgunlaşma’ya gidecektim ama beşik kertmesi yaptıkları beyle evlendirdiler. Biraz da güzelmişim, 18 yaşına gelmeden evlendirildim. 7 yıllık evlilikten sonra İstanbul’a babaevine döndüm ve şiire verdim kendimi. Yeni İstanbul ve Cumhuriyet gazetelerinde sanat muhabirliği yaptım. O zaman Selmi Andak ile birlikte çalışıyorduk. O konserleri ben de sergi ve konferansları takip ediyordum. Böylece çok sayıda sanatçıyla tanışmıştım. Onat Kutlar’ın Şişli’deki Sinematek’inde Cemal Süreya ile tanıştım. Birçok sanat toplantısında karşılaşıyorduk. Tomris Uyar’ı tanırsınız. O demiş ki Cemal’e “Yüzüne bakınca yanakları kızaran bir insanla evlenebilirsin ancak”. İşte o kız bendim.
 - Kadıköy’deki evinize nasıl taşındınız?
Küçük bir kamyonetle Kadıköy’de İskele’nin tam karşısındaki Kumsal mevkiindeki eve getirdi. O evde 3 yıl oturduk. Papirüs dergisi zor günler yaşıyordu, kapanmak üzereydi. Beykoz’daki akrabasının evine taşındık bir süre. Ben de devlet memuru olmuş ve işimi Paşabahçe Hastanesi’ne nakletmiştim. O evde de bir yıl oturduk. Cemal o dönem çeviri yaparak geçimini sağlıyordu. Bir ara Maliye Bakanlığı’ndan haber geldi, tekrar işe başlar mısın diye. Tabi çok mutlu olduk. Eminönü’ndeki Vergi Dairesi’nde işe başladı. İşler düzelince Mühürdar’daki eve taşındık. O evi çok seviyorduk. Sonra benim bir rahatsızlığım çıktı ve büyük bir ameliyat geçirdim. O ara kendisine boşanma teklif ettim. “Sağlıklıyken aldatıyorsun, hastayken haydi haydi aldatırsın” diyerek boşanma isteğimi söyledim. O kabul etmedi tabii ve benim hastanede yattığım her gün için bana birer mektup yazdı.
- “On üç Günün Mektupları” gerçekten çok etkileyici bir kitap. Siz ne hissettiniz bu mektupları okuyunca?
Önceleri bu sevginin sağlıklı olduğuna inanmadım. Moral vermek için düşünülerek yazılmış şeyler olduğunu düşündüm. Ama ölümünden sonra tekrar tekrar okuyunca gördüm ki büyük bir aşk var o dizelerde.
  - Süreya’yla ve oğlunuzla yaşadığınız Kadıköy’deki evinizden gözyaşları içinde taşındığınızı yazıyorsunuz kitapta? Neden bıraktınız o evi?
Cemal’i ve oğlumu o evde kaybettim. İlk eşimden olan kızım İçsel dedi ki “Anne, önce Cemal’i sonra Memo’yu kaybettik, sıra sende”. Çok anım vardı o evde, dayanamazdım. Önce Çamlıca’ya taşındım sonra da şimdi oturduğum Ataşehir’deki evi aldım. Ama o ev benim için başka bir şeydir, hem ev, hem müzedir. Cemal Süreya’nın eşi olduğum için böbürlenmem. Cemal Süreya kimsenin değildir, o herkesindir.


ARŞİV