"Çığlık atamayan çocukların çığlığı olmalıyız"

‘Gündelik Hayatta Ruhsal Travma Ve Etkileri’ başlıklı söyleşide konuşan Doç.Dr. Ersin Uygun, “Travma şaşırtan şeydir, beklenmediktir. Beklenmedik bir olayın hiç beklenmedik bir zamanda karşımıza çıkması demektir” dedi

12 Haziran 2024 - 12:35

Kadıköy Belediyesi Çocuk Koruyucu Ruh Sağlığı Merkezi ile Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi, Caddebostan Kültür Merkezi’nde ‘Gündelik Hayatta Ruhsal Travma’ başlıklı söyleşi düzenledi. Söyleşide Doç.Dr. Ersin Uygun, gündelik hayatta travma ve çocukluk travmaları hakkında bilgiler verdi.  Gündelik hayatta yaşadığımız stres kaynaklı durumların travma olarak tanımlanmasının yanlış olduğunu söyleyen Uygun, “Travmanın ne olmadığını anlamak önemli, canımızı sıkan her şeye travma diyemeyiz.” dedi. Günümüzde travma kavramının oldukça popüler olduğunu belirten Uygun, “Travmanın ne olduğunu anlamak için aslında öncelikle ne olmadığını tam kavramakta yarar var. Travma şaşırtan şeydir, beklenmediktir. Beklenmedik bir olayın hiç beklenmedik bir zamanda karşımıza çıkması demektir. ” şeklinde konuştu.

“AYNI OLAY AYNI TRAVMAYI YARATMAZ”

İstenmeyen ve beklenmedik her olayın travma ile ile karıştırılmaması gerektiğinin altını çizen Uygun, “ Gündelik hayatta beklenmedik olaylar sayısız kez başımıza gelir ki hayat  zaten biraz da böyledir. Beklenmedik ve ani şeyler her zaman hayatımızda olabilir ancak bunlar karşısında çaresiz ve hissedilerek geçmesi bekleniyorsa bu durum travmaya dönüşür.” dedi. Travma durumlarında öznelliğin önemini vurgulayan Uygun, “Aynı olayı yaşayan 100 kişinin tamamı travmatize olmaz, hepsinin yaşadığı olay travma değildir.” diyerek aynı olayın kişiler üzerinde aynı travmaları yaratmayacağını belirtti. Deprem gibi çok büyük bir travmada aynı yıkımı aynı kayıpları yaşayan depremzedelerin dahi çok farklı tepkiler verebildiğini belirten Uygun, “ Bazısı dona kalır, bazısı kendini camdan atmak ister, bazısı olduğu yerde kitlenerek tepkisiz kalır, bazısı bir yere sığınır. Olay aynı verilen tepki farklı. Olay geçtikten sonraki süreçte olayı anlamlandırma süreçleri de farklı olur.”şeklinde konuştu.  Bir olay yaşandığında verilen reaksiyonun, olay sonrasında bireyde ne kadar etki bırakacağının bu ilk tepkiye bağlı olduğunu belirten Uygun, “ Travmayı yaratan, olay anında bireyin olayı nasıl anlamlandırdığı ve kendini çaresiz hissedip hissetmediği konusudur. Bu iki unsur çok önemli ve travma sürecinin temelini oluşturur.” dedi.

“TRAVMA OLAYLA EŞ ZAMANLI OLMAYABİLİR”

Travma durumunun muhakkak yaşandığı anda tepkisi verilen bir olay olmak zorunda olmadığını belirten Uygun, “Travma illa anında anlamlandırıp tepkisini verdiğimiz bir olay olmak zorunda değil. Sonradan da anlayıp tepki verebiliriz. Bu daha subjektif bir durum, olayın yaşanmasından öte bireyin olayı farkedip anlamlandırma süreci bu travmatik etki ortaya çıkıyor. Travma her zaman olayla eş zamanlı olmak zorunda değildir.” şeklinde konuştu. Travmayı belirleyen unsurlar arasında, en önemlisinin olayın kişide yarattığı anlamının travmatik etki yaratıp yaratmayacağı olduğunu belirten Uygun, baş edebilme gücünün de diğer bir travma belirleyici unsur olduğunu söyledi. Uygun, “Birey zihninde bu olayla baş edip edemeyeceğini, çaresiz olup olmadığını, baş etmeye gücünün yetip yetmeyeceğini tartar. Bu ikisi önemli ölçüde travmatizasyonu belirliyor. Bu iki maddeyi alıp birçok travma örneğinde kullanabiliriz.” şeklinde konuştu. 

“DEPREMDE TEK UMUT YARDIMDI”

Travma sürecinde üçüncü kişilerin varlığının çok önemli bir değişken olduğunu belirten Uygun, “Travma anında ‘yardımcı’ rolü üstlenen üçüncü kişilerin kurtarıcı rolü üstlenmesi önemli. Bu çaresizlik anında üçüncü kişinin yardımı bazen olayları travma olmaktan çıkarabiliyor. Travma yaratabilecek durumlarda kişinin çaresizliğine uzanan yardımcı bir el olayın travma olup olmayacağını belirleyebilen bir faktör.” şeklinde konuştu. Yolda saldırıya uğrayan kimsenin yardımına cevap gelmediğinde kişinin daha da travmatize olduğunu belirten Uygun, “Asıl travma üçüncü kişilerin bu gibi durumları gördüğünde yardıma cevap vermemesi. Birinin çaresizlik duygusuyla baş başa kalmasına seyirci kalındığında travmatizasyon daha fazla oluyor.” dedi. Kişilerin zaten baş edemeyeceği bir durumla karşı karşıya kaldığında yardım edebileceği halde etmeyen üçüncü kişilerle karşılaştığında travmanın iki kat arttığını söyleyen Uygun, “ Yardıma gelinmediğinde kişi,  insanlığa ve geleceğe dair umutlarını da kaybediyor.” diyerek travmalarda üçüncü kişilerin varlığının önemine dikkat çekti. Uygun, “Aylarca deprem bölgesinde çalıştım. İlk birkaç hafta insanlara umut olan tek şey dışarıdan gelen yardımlardı. Su dahi bulunamayan bir yer. Böyle bir durumda dışarıdan gelen bir şişe su o kadar kıymetli ki. İnsan bu çaresizlik anlarında dışarıdan uzanan bir el gördüğünde travması azalabiliyor ve insana, insanlık onuruna inanabiliyor.” dedi.

“ÇOCUKLARIN ÇIĞLIĞI OLMALIYIZ”

Çocukluk travmaları ve çocuklara karşı yaklaşım konusunda da önemli bilgiler veren Uygun, “Çocuklar, doğal olarak  travmanın en temel unsuru olan çaresizlik halindeler. Dolayısıyla çocuk, karşısında bir kötüyle karşılaştığında ona karşı kendini koruyamaz, zaten karşı koyacak gücü yoktur. Tam da bu yüzden bizler çığlık atamayan çocukların çığlığı olmalıyız. Çığlık atmasını bekleyemeyiz, kendisini savunmasını bekleyemeyiz.” dedi.  Çocuğun başına kötü bir durum gelindiğinde bu durumun neden yetişkine söylenmediğinin sorgulanmasının yanlış bir tutum olduğuna değinen Uygun, “Çocuk kötü durumla karşılaştığında ne yapacağını bilemez. Bu gibi durumlarda çocuğa sorumluluk yüklenemez. Yetişkinler olarak bizlerin yardımcı rolünü üstlenmemiz gerekir.” şeklinde konuştu.

Erişkin yaşlarda çocukluk dönemi travmaları ile çalışırken tedavide en önemli süreçlere de değinen Uygun, “Çocukluk dönemi travmalarında olayı buluyoruz ve ilk yaptığımız şey olay yaşanırken karşı tarafın ne kadar kötü olduğunu anlatmak oluyor. Bugün dönüp baktığımızda o 6-7 yaşındaki çocuğun da çaresiz olduğunu bireylere anlatıyoruz. Çocuk çaresizdir doğal olarak ve savaşamaz. Kendi evinde kötü muameleye maruz kalan çocuk kaçamaz, çünkü o ev onun. Kaçtığında da suça sürüklenen çocuk oluyor. Dışarıda da kendini koruyamayacak. Bu nedenle çocuk iki kötü arasında seçim yapıyor ve evdeki daha az kötüye razı oluyor. Bu kez de kendi ruh hali bozuluyor.” şeklinde konuştu. 


ARŞİV