Çember Çocuk Politikası Dergisi ile Her Yer Çocuk Derneği, Rasimpaşa Gönüllü Evi’nde 1 Eylül Pazartesi günü “Çocuğun Oyun Hakkına Bir Bakış” konulu söyleşi düzenledi. Dergi yazarları Mine Göl Güven, Esra Şener, Yeşim Eraslan ve Pina Kohler konu başlığı altında katılımcılarla düşüncelerini paylaştı. Çember Çocuk Politikası Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hatice Göz’ün moderatör olduğu söyleşide ilk sözü akademisyen Mine Göl Güven aldı.
Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çocuk oyununun ötelendiğini, arkada bırakıldığını dile getiren Mine Göl Güven, “Eğitim ve sağlık gibi daha önemli konularla ilgili sorunlar varken oyunu konuşmak bir lüks olarak görülüyor. Ya da ikinci ve üçüncü adımda konuşulması gereken bir konu gibi. Oyuna olmazsa da olur tarafından bakılıyor. Modern yaşam oyunu boş zaman aktivitesi olarak görüyor. Hızlı bir yaşam anlayışı içinde oyuna değil, akademik başarıya odaklanılıyor. İhtiyaçları ve istekleri yetişkinler belirliyor. Çocukların istekleri ve beklentilerine dair bir bilgimiz yok. Yetişkinler olarak pek de umursamıyoruz.” diye konuştu.
“YAŞANTISI SINIRLANIYOR”
Oyunun çocuğun keyif aldığı alan olduğunu, oyuna alan tanınmazsa çocuğun yaşantısının sınırlanmış olacağını ifade eden Mine Göl Güven, şöyle devam etti: “Ama mevcut sistem böyle bir şeye izin vermiyor. ‘Senin için faydası ne?’ deniliyor. Fayda akademik başarı olarak görülüyor. Matematiği ve türkçeyi bilsin. Akademik başarının her şey olmadığını söyleyen bilinçli aile, öğretmenler bu gidişata dur diyebiliyor.” dedi.
“Yetişkinsiz oyunu çok değerli görüyorum.” diyen Göl Güven, “Yapılan çalışmalar yetişkinin birebir varlığının çocukların kendini kontrol etmesine neden olduğunu gösteriyor. Türkiye’de ve Amerika’da çocuk oyunlarını gözlemledim. Bu gözlemler sonucunda yetişkinlerin müdahalesinin daha çok durdurma, engelleme, sosyalleştirme, ahlaki görgü ve terbiye kurallarını öğretmek olduğunu gördüm. Müdahale çocuğun oyununu kesintiye uğratıyor. Oysaki çocuğun oyunu akıştır.” diyor.
“DOĞMADAN RENGE VE OYUNCAĞA KARAR VERİLİYOR”
Toplumsal cinsiyet bağlamında oyunu değerlendiren Esra Şener de “Çocuk doğmadan odanın ve kıyafetlerin rengine, oyuncaklara karar veriliyor. Bebekler ve arabalar üzerine kurulan bir sistem. Çocuk o odaya doğuyor, oradakileri görüyor. Anne yemek, baba ise tamir yapıyor. Çocuk sonra okula gidiyor, toplumsallaşıyor. Her yerden bir şey görüyor ve duyuyor. Erkek çocuklar robotlarla oynaması teşvik edilirken, kız çocukları da çiçekler ve bebeklerle. Sonra biz bunu biyoloji ile açıklıyoruz.” diyerek toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl inşa edildiğine dikkat çekti.
“OYUNCAĞA DEĞİL OYUN ALANINA İHTİYACI VARDI”
Depremi yaşayan ve bir sosyal hizmet uzmanı olarak afet bölgesinde çalışma yürüten Yeşim Eraslan ise oyunun her ortamda çocuk için bir ihtiyaç olduğunun altını çizdi ve konuşmasını şöyle sürdürdü: “Çocukların bir anda evleri, okulları, arkadaşları, sevdikleri, oyun alanları ve oyuncakları ellerinden alındı. Hayat değişti. Bu ortamda çocuklar için oyun bir ihtiyaçtı, lüks değil. Çünkü oyun onlara dayanıklılık kazandırıyor, travma ile baş etmeyi öğretiyor. Kendilerini ifade etmelerine kolaylık sağlıyor. Çocukların afet bölgesinde oyuncağa değil oyun alanına ihtiyacı vardı. Çadır ve konteynırlarda sadece yatacak her vardı. Taşı, toprağı, ağaç dalını, bulutu ve yağmuru oyuncak yapıyordu. Ama oynayacak alanı yoktu.” dedi.
“OYUN HAKKI İHLAL EDİLİYOR”
İsviçre’deki sığınma kamplarındaki göçmen çocuklar için çalışma yürüten sivil bir inisiyatif olan Kinder Uberall’dan Pina Kohler, göçmen çocukların zor koşullarda yaşamaya çalıştığını ama o zorluğa rağmen oyun oynamak için koridoru, mutfağı, duvarları bir oyun alanına çevirdiklerini paylaştı. Kohler, “Sığınma kamplarına yaptığımız ziyaretlerde çocuklar için izolasyon günlük yaşamın bir parçası olarak dayatılıyor. Göç sistemi çocukların oyun hakkını ihlal ediyor. Ellerinden alıyor. Çocuklar yetişkinlerin birer uzantısı olarak görülüyor. Yetişkinlerle aynı belirsizliği ve hak mahrumiyetini yaşıyor.” ifadelerini kullandı.