Hasanpaşa’da küçük bir dükkân, terzi Hüseyin Gülsen’in yeri. Sadece bilenlerin gittiği, bilmeyenlerin denk gelirse girdiği. Buna rağmen içeride neredeyse her daim müşteri oluyor. Kimse de geri çevrilmiyor. Yaklaşık 60 yıllık mesleğinin 48 yılını Kadıköy’de geçiren Hüseyin Gülsen’in deyim yerindeyse romanlara konu olacak bir hayatı var. Hüseyin Amca da bu enteresan hayatını bir hikâye anlatıcısı ustalığıyla anlatıyor. Cebi delik lakin gönlü zengin ve aynı zamanda gazetemize de komşu olan Hüseyin Gülsen ile Tekirdağ’da başlayıp Kadıköy’de devam eden hayat öyküsünü konuştuk.
1951’de Şarköy’ün Palamut köyünde doğdum. 6 yaşında yurda kayıt oldum.
Yok sadece babamı. Aslında babam ben iki yaşındayken hapse düşüyor. Birkaç sene sonra da vefat ediyor.
Hüseyin Gülsen yetiştirme yurdunda ilk sıra sağdan üçüncü |
BABA HAPSE ÇOCUKLAR YURDA
Babamın evlenmeden önce görüştüğü bir kız varmış. O evlenmiş yuvasını kurmuş, babam evlenmiş. Kadının çocuğu var, bizler varız ama babama kokulu mendil gönderiyor. Babam pehlivan, avcı, muhtar bir adam. Evli kadını almaya kalkıyor. Kadını alıp dağa çıkıyor, tam 12 gün dağda o kadınla birlikte kalıyor. Büyük amcam jandarmaya haber verip “Bizim ortanca biraderi takip edin; onlara erzak götürüyor” diyor. Babam yakalanıyor. Şarköy Hapishanesi’ne atıyorlar. Şarköy Hapishanesi’nde barınamıyor. Tekirdağ’a gönderiyorlar. Orada başka bir efe var. Onunla ikide bir kavga ediyorlar. Hapishane müdürü rahatsız oluyor, babamı İmralı’ya sürüyor. İmralı’da yatarken bir arkadaş bulup “Helayı kıralım, künkten kaçalım, Mudanya’dan köye gideyim. Beni şikayet edip yakalatan ağamı keseyim geleyim.” diye oradan kaçmış.
Kaçmış. Ama sen kaçmayı düşünüyorsun da devlet kaçmayı engellemeyecek mi? Adanın etrafına muazzam tel örgüler örmüş. Onlar yüzerken deniz bir patlamış, babam da su yuta yuta ölmüş.
Evet. Biz dört kardeştik. Bana o yaşıma kadar annem baktı. Amcamlar bize sahip çıkmıyor, ablam ve abim hastalıktan ölüyor, ben de hastalanınca annem ablamla beni alıp Tekirdağ’a gidiyor ve çalışmaya başlıyor. Bir avukatın yanında çalışırken babalık anneme talip oluyor. Ama adamın bir şartı var; ablamla beni istemiyor. O zamanki Kızılay Başkanı anneme “kızım gençsin git yuvanı kur” diyor. Ablamı kendi kızıyla kendi evinde büyütüyor, beni de yetiştirme yurduna yazdırıyor.
Benden yedi yaş büyüktü.
Evet 18,5 yaşına kadar Tekirdağ Yetiştirme Yurdunda kaldım. İlkokulda çok çalışkandım ama çok da yaramazdım. Hangi taşı kaldırsan ben başıyım. O zamanlar ilkokulu bitirmek için imtihana giriyorduk. İmtihanı geçersen diplomayı alıyorsun. Hepimiz okulun bahçesine çıktık, bekliyoruz. Cebimde 10 kuruş var, bakkala gidip bisküvi aldım. Baktım bisküvinin üstünde Ülker yazıyor.
Tekirdağ Milli Eğitim Müdürünün kızlarıyla sınıf arkadaşıyım. Ülker ve Nilüfer Saydam kardeşler. Elimdeki bisküviyi gösterip “Bak burada ne yazıyor, Ülker yazıyor, ben seni yiyorum!” diyorum. Kızlar hemen öğretmene şikâyet ediyorlar. Öğretmen camı açıp parmak sallıyor. Sıram gelince içeriye giriyorum. 3 soruyu biliyorum. Yetmedi, sorular devam etti. Onları da biliyorum. Bildiğim halde ikmale bıraktılar. İşte hayat değişti. O zaman bize en uygun yer Edirne’deki yatılı öğretmen okulu. 16 kuruşluk pulla dosyanı hazırlayıp, dilekçeyle başvuruyorsun. Davet edilir ve kazanırsan yatılı okuyup öğretmen çıkıyorsun. Ama yurt müdürü bana izin vermiyor başvuru için. “Senin kafan çalışmaz, çalışsaydı ikmale kalmazdın” diyor.
Yurt arkadaşlarıyla ayakta soldan ikinci |
Subay olmayı çok isterdim.
Çok yaramazdım. Sevgi eksikliği var bende. 17 yaşında başka akrabalarım olduğunu öğrendim.
“BAŞIMIN ÇARESİNE BAKMAYI ÖĞRENDİM”
Sonra ilkokul bitti. Yurdun öğretmenleri okuyacak olanları okutup, okumayacak olanları da marangoz, terzi, kunduracıya yönlendiriyorlardı. Çırak olarak önce erkek terzisinde çalıştım, sonra kadın terzisine geçtim. Ama reşit olup ayrılacağım gün de geldi. Ustamın vermiş olduğu para benim tek başıma yaşamam için bana yetmezdi. Yurt müdürüne söyledim, 6 ay kadar beni idare etti. Sonra benim gibi yurttan ayrılan bir arkadaş ve dışarıdan bir arkadaşla yaşlı bir teyzenin bir odasını 100 liraya kiralık. Hayata orada başladık. Diyeceksin ki annenin, ablanın yanına gidemez miydin? Gidemezdim. Çünkü çiftçilikten anlamıyorum. Annemin kocası bana bir şey demeyecek ama anneme eziyet edecek. Ablamın yanına gidemem evlendiği kişinin evinde bir oda bir mutfak var. Ben nerede kalacağım? O şekilde kendi başımın çaresine bakmayı öğrendim. Kadın terzisi ustama da askerliğime 6 ay kala “kesimi öğret askere gittiğim zaman subay hanımlarına bir şeyler dikeyim rahat edeyim” diye uğraşıyorum. Ustam da üç ay kala öğretirim diye erteleyip durdu. Bir gün kızıp anahtarı atıp dükkândan çıktım. Çıkarken de “ben senden büyük olmazsam babam mezardan çıksın, bu memlekete ayak basmayacağım” dedim.
İstanbul’a geldim. Ama İstanbul’un İ’sini bilmiyorum. Ustamın teyzesinin oğlunun Terzilik Tekamül Enstitüsü’ne gittiğini duymuştum. Üç gün arayıp ancak buldum. Kayıt yaptıracağım evrakları doldururken askerlik işi aklıma geldi. Askerliğime altı ay var. Kayıt evraklarını bana veren ablaya durumu anlattım. “O zaman git müdürle konuş” dedi. Müdürün kapısından içeri girer girmez müdür “Ustan sana kesimi öğretmiyor değil mi?” dedi. Müdüre durumumu anlattım. Sen git kaydını ol ben hallederim dedi. Meğer askerlik tecili varmış. O hepsini yaptı. Ben gündüzleri karnımı doyurmak için kadın sipariş bölümünde dikiş diktim, akşamları da kesimi öğrenmek için kursa gittim.
Müdürle konuştuk orda kaldım, masa üstünde yattım. Kurs gündüzleri 1 ay, geceleri 2 ay. Kesimi öğrendikten sonra imtihana giriyorsun geçersen diplomayı alıyorsun, geçemezsen bir daha giriyorsun. O zaman aralarında en küçük bendim. İlk seferde diplomayı aldım. Diplomayı alır almaz da gece otobüse binip Tekirdağ’a gittim. Eski ustamın dükkândan içeriye girip selam verdim. Diplomayı ustaya gösterdim “onu herkes alıyor” dedi. Böyle deyince çok gücüme gitti. Kesimi öğrendiğimi ustama ispat etmem lazımdı. Ustam giderken bildiğimiz bir müşterinin kumaşını, ölçülerini ver dikeyim, beceremezsem ödeyeceğim dedim. Bir çiftlik sahibinin karısının mantosunu verdi. O gece kumaşı kestim, diktim. Sabaha doğru dükkânı kapatıp ablamın yanına gittim. Sabah tekrar gittim, benden önce ustam gelmiş. Diktiğim mantoyu inceliyor. Bana ortaklık teklif etti. İstanbul’a gideceğim dedim. Yani İstanbul’un suyundan içtik, İstanbul’da kaldık. Ertesi sene gene enstitüde devam ettim. Askere kadar hem dikiş dikip, kalıp çıkararak harçlığımı çıkardım, hem de kursa gittim. Askerliği Heybeliada’da yaptım.
Gene kursa döndüm çünkü yatacak yer önemli (Gülüyor).
1974’TEN BERİ KADIKÖYLÜ
Askerden 1973’te geldim. Kadıköy’e de 1974’te geçtim. Moda’da zengin bir kadın enstitü müdürüne “iyi, becerikli bir arkadaş varsa onunla ortak olalım” diyor. Beni çağırdılar. Konuştuk anlaştık. Moda’da çalışmaya başladık. 1 buçuk sene çalıştık, ortaklığımız olmadı. Sonra başka yerde çalıştım. O günden beri Kadıköylüyüm.
1978’de dükkân açtım. Konfeksiyona fason dikiyordum. Yanımda 6 kadın, 7-8 erkek çalışıyordu. Hanım da onlardan birisiydi. Onun da benim gibi babası yoktu. 82’de evlendik, bugüne kadar geldik. 40 senedir beraberiz.
Bir oğlum, bir kızım var. Biri 39 biri 37 yaşında. Evliler.
Bu işi yapmak istemediler herhalde?
Ben çok istedim ama hanım sokmadı. Sen han apartman mı kazandın dedi, onları da sokmadı.
Ben çok iyi insanlar kazandım. Para verip kazanamayacağın değerler kazandım.
Evet kira.
(Gülüyor) O da kira.
Bereket versin. Geçinip gidiyoruz.
Dikiş konusunda hepsini dikeriz ama şimdi burada yaptığımız iş; erkek sipariş pantolon, yelek, palto, ceket. Bayanın da eteğinden bluzuna, abiyesinden, gelinliğine hepsini dikeriz.
“BENDE HAYIR KELİMESİ YOK”
Çok. Şimdilerde doktorların pelerinini dikiyorum. Yani bu dükkâna dikiş konusunda gelen bir müşteriyi geri çevirmem. Bende hayır kelimesi yok. Geçenlerde Kenan Doğulu’nun video çekimleri için minderler diktim.
Şu anda yukarıda Yasemin Kumral’ın iki ceketi var. Şükriye Tutkun’un elbisesini diktim. Bir de 10 senedir çeşitli koroların elbiselerini dikiyorum.
Sabah 8’de dükkânı açıyoruz, akşam 7’ye kadar çalışıyoruz. İş yetişmesi gerektiği zaman sabahlıyoruz.
Hep aynı tempo. Bugün de açmayayım dediğim gün hiç olmadı.
Doğru dürüst çırağım olmadı. Bir tane çırağım var o da taksicilik yapıyor. İstemiyorlar. Buraya her gelene söylüyoruz. Gelen yok.
Hayır bizim azalmadı, çoğaldı.
Ben şu anda yetiştiremiyorum. Dedim ya bende hayır kelimesi yok o yüzden. Diktiğim işi de düzgün yaparım.
Bunun meraklıları var. Bir takım elbiseyi 2 bin 500 liraya dikiyoruz. Bayan işinde de ne dikilecekse ona göre bir fiyatlandırma yapıyoruz. Fiyatlarımız makul.
KİMSESİZ ÇOCUKLARA VEFA
Ben yurtta büyürken bazı sıkıntılar yaşadım. Şimdi yurtta kalanlar yaşamasın diye bir takım etkinlikler yapıyorum. Bunun için pilav günleri düzenliyorum. Benimle beraber büyüyenlerle şimdi yurtta kalan çocuklarla birlikte bahçede pilavımızı yiyoruz. Hem birlikte bir gün geçiriyoruz hem de yaşadıklarını anlatıyorlar. İlk pilav gününü 10 sene önce yaptım. 66 kişi toplandık. 18 yaşında ayrıldık, 46 sene sonra arkadaşları topladım.
Çok zor oldu ama 66 kişiyi topladık. Bazılarıyla seyrek olsa da görüşüyorduk. Bağımız tamamen kopmamıştı. Antalya’dan gelen oldu.
Orada bazı arkadaşları görevlendiriyorum. Yurtta büyüyen farklı mesleklerde olan arkadaşlar. Her yaşadıklarını, hayata dair deneyimlerini anlatıyorlar.
Yurt bahçesine fidan diktik. Fideleri de Kadıköy Belediyesi verdi. Bir de yurtta dikiş atölyesi kurduk. Unkapanı’nda makine satanlara gittim, durumu anlattım, makine satanlarla, overlok makinesi satanlarla ayrı ayrı konuştum. Destek oldular. Zaman zaman elimizden geldiğince başka desteklerimiz de oluyor. Bizim yaşadığımız zorlukları onlar yaşamasın istiyoruz.