Salgınla beraber artan işsizlik özellikle güvencesiz çalışan binlerce insanın mağdur olmasına ve daha da yoksullaşmasına neden olurken kent içindeki dayanışma ağları ve örgütlenmeleri de daha önemli hale gelmeye başladı. Müşterekler kavramını odağına alan “Ortaklaşa” adlı proje, Türkiye'deki dayanışma ağlarını haritalamayı ve onların deneyimlerinden açığa çıkan bilgi birikimini paylaşıma açıyor. Projenin kurucularından Duygu Toprak ile kent içindeki müşterekleri, kriz ortamında ortaya çıkan dayanışma biçimlerini ve mekanlarını konuştuk.
-Ortaklaşa adlı çalışmaya nasıl başladınız, hangi ihtiyaçlardan doğdu bu proje?
Ortaklaşa, bir yandan şehircilik alanında gittikçe daha fazla tartışılan kentsel müştereklerin tanımlanmasına katkıda bulunmak diğer yandan da Türkiye’de sayıları artmakta olan müşterekleşme pratiklerinin bir envanterini çıkarmak amacıyla ortaya çıktı. Müşterekler özünde doğal kaynakların iştirakçiler tarafından belirlenen kurallarla yönetilmesine dair bir kavram iken özellikle son küresel ekonomik krizin ardından, iklim değişikliği ile gıda adaleti mücadelelerinin de etkisiyle pek çok alana taşındı. Üç araştırmacı olarak yürüttüğümüz çalışmada ortak üretim, dayanışma ağları ve yeni kooperatifçilik ağırlıklı olmak üzere kentsel sorunlara ve ihtiyaçlara çözüm arayışında olan toplulukların bir envanterini çıkarmaya çalıştık. Bunları ortaklasa.org adresinden erişilebilen platformda sunduk, “kentsel müşterekler” kavramı çerçevesinde inceleyerek pratikle kuramı daha iyi ilişkilendirmenin yollarını aradık. Çalışmanın ilk etabının sonunda süregelen akademik ve aktivist tartışmaya katkıda bulunmayı hedefleyen açık erişimli bir de yayın derledik.
-Kent içindeki dayanışma ağlarının, pratiklerinin izini sürüyor ve açığa çıkarıyorsunuz. İstanbul'un da haritası var elinizde. Bu veriler ışığında neler söyleyebilirsiniz?
“Kenti bir müşterek olarak ele almak mümkün mü?” sorusuyla yola çıktık ve müşterekleşme pratiklerinin mekân üzerinde dönüştürücü etkisi olmasına da önem verdik. Piyasa-devlet ikiliği dışında düşünmeye başlayan, yatay örgütlenmeyi temel alan ve ve kendi yapma-etme biçimlerini yaratan - bu açıdan deneysel - girişimlerin sayısı kentsel hayatın pek çok alanında artışta. Neoliberal kent çoklu kriz ortamında kendini tekrar tekrar üretirken kamusal alanı da kamusal mekanı da daraltıyor, yer yer yok ediyor. Bunun İstanbul’da en bilinen örneklerinden biri Gezi Direnişi ve haritada gördüğümüz, forum olarak başlayıp başka alanlarda büyüyen dayanışma ağlarının bir kısmı bu sürecin ardından ortaya çıktı. Dayanışma, paylaşma ve üretmeye dayalı girişimler olarak mahalle forumları, kent bostanları, tüketici kooperatifleri, alternatif okullar ve topluluk mekanları gibi çeşitlilik sunan bir yelpaze çıkıyor karşımıza. Toplumsal muhalefetin yanı sıra kaynakların yönetiminin ve bunlara erişimin demokratikleştirilmesine yönelik farklı örgütlenme biçimlerinin de filizlendiğini görüyoruz. Haritada kullandığımız kategoriler açısından bakarsak genel tabloyla uyumlu bir şekilde gıda üzerine örgütlenme İstanbul’da da oldukça yaygın. Alternatif üretim-tüketim mekanlarının dışında göç, yoksulluk ve evsizlik üzerinden toplumun marjinalleştirdiği topluluklarla dayanışma içerisinde olan, farklı kaynakların ortaklaştırılmasıyla yaratılan açık mekanlar da bahsi geçen daralan kamusal mekan ve neoliberal politikaların hüküm sürdüğü, kentsel hizmetlerin ikincil plana atıldığı bir bağlamda oldukça değerliler.
“KADIKÖY ÖN PLANA ÇIKIYOR”
-İstanbul'daki haritaya baktığımızda müşterek topluluklarının daha çok merkezde yer alan semtlerde yoğunlaştığını görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu topluluklar elbette birbiriyle ilişkili, iştirakçiler hem kendi aralarında hem de dayanışmayı esas alan başka gruplarla iş birliği içerisinde yeni kamusallıklar yaratıyor. Bunun mekansal karşılığı olması tam da bu açıdan, deneyimlerin ortaklaşması açısından önemli. Bu yüzden mekanın müşterekleştirilmesine vurgu yapıyoruz; örneğin, kent bostanlarında ortak üretim yapmak olabildiği ölçüde adil ve yerel gıdaya erişimin yanı sıra mahallelilik ve aidiyet duygularının güçlenmesine, bunların da dayanışmanın bileşenleri haline gelmesini sağlıyor. Merkezdeki semtlerin ön plana çıkmasının başka bir nedeni izlediğimiz yöntem; saha çalışmasının önemli bir kısmı müşterekleşme, ortak yaşam, paylaşım ekonomisi gibi konular üzerine düzenlenen etkinlikler aracılığıyla gerçekleştirildi. Ayrıca çalışmamıza destek olan iştirakçiler, araştırmacılar ve aktivistlerin önerileriyle örneklem zincirleme olarak da büyüdü. Gıda, emek, dayanışma ve bilgi gibi harita kategorileri üzerine uzun tartışmalarımız oldu; başlangıçtaki kavram setinden hareketle müşterek mekanlar yaratmaya öncelik veren toplulukları odağımıza aldık. Öte yandan daha derinlemesine bir araştırma yapıldığında görünür hale gelebilecek, dahası marjinalleştirilmiş ve/veya kendi güvenliği için görünür olmak istemeyen pek çok dayanışma temelli topluluk da olduğunu tahmin edebiliyoruz.
-Kadıköy de bu anlamda dayanışma ağlarının yoğun olduğu bir semt. Kadıköy özelinde neler söyleyebilirsiniz?
Kadıköy’de yerel dayanışma ağlarının etkin olduğunu söyleyebiliriz: Mahalle forumları ve dayanışmaları, Türkiye’de örneği az sayıda görülen işgal evi deneyimleri, dayanışma ekonomisi mekanları, tüketim kooperatifleri gibi müşterekleşme pratiklerinin farklı kaynaklar üzerinden geliştiği bir ilçe olarak ön plana çıkıyor. Bu Kadıköylülerin kentsel mekana ve hizmetlere erişimin demokratikleşmesine, gündelik hayatın neoliberal politikalarla şekillenmesine karşı yaşam alanları üzerinde söz sahibi olmayı önemsediklerini ve bu doğrultuda farklı örgütlenme şekillerini deneyimlediklerini gösteriyor. Ayrıca artan sayıdaki müşterekleşme deneyiminin, yerel yönetimin ilgisini çekmeye başladığını; yeni katılım yöntemlerinin sorgulandığını ve tartışma alanının genişlediğini gözlemliyoruz.
BARINMA EN ZORLU ALAN
-Özellikle İstanbul'da barınma büyük bir sorun. Bu sorunun çözümüne dair ortaya çıkan bir çalışmayla karşılaştınız mı?
Barınma en zorlu başlıklardan çünkü piyasa ve devlet müdahalesi dışında pek bir hareket alanından bahsedemiyoruz. Neoliberal kentin rant, rekabet ve piyasayı kutsayan düsturu içerisinde kolektif kullanım ve paylaşım değerinin öncelendiği modellerin gelişmesi için konut stokunun belli bir kısmının sosyal konutlara dönüştürülmesi, kira limiti getirilmesi gibi regülasyonlara ihtiyaç var. İstanbul’da barınma odaklı müşterekleşmenin görebildiğimiz örnekleri toplum tarafından ötekileştirilmiş veya güvenliği tehlikede olan grupların barınma ihtiyaçlarını çoğu durumda geçici olarak karşılamak üzerine. Türkiye’de barınma problemine topluluk eliyle çözüm üretme büyük ölçüde klasik konut kooperatifleri ve gecekondulaşma deneyimiyle sınırlı kaldı, bu yöntemlerin de mülkiyet biçimlerine bir çözüm getirmediğini, kolaylıkla rant ekonomisine dahil olduğunu görüyoruz. Bu noktada hem uzun soluklu bir hak mücadelesi hem de bir sosyal konut örneği olan Düzce’deki Umut Evleri’ni anmadan geçmeyeyim. Bunun gibi örnekler çoğaldıkça, gündelik hayat yeni yöntemler ve araçlarla örgütlendikçe, ekonomik demokrasi açısından sunduğu fırsatları deneyimleyebileceğiz.
-Kent ve kır ilişkisinin kesintiye uğradığı bir şehirde müşterek ağları kurmak daha mı zor sizce? Mesela İstanbul'un çevresinde tarım yapılabilse daha fazla dayanışma ağı kurulabilir mi?
Adil ve yerel gıdaya erişim açısından bakarsak elbette kent-kır ilişkisinin varlığı gıda müşterekleri yaratmayı kolaylaştıracaktır. Kırsaldaki üreticiyle kentteki tüketiciler arasında kurulan dayanışma temelli ekonomik ve sosyal bir ilişki olarak özetlenebilecek topluluk destekli tarım uygulamalarının geliştirilmesi için, bu girişimlerin gıda tedarikine alternatif bir hizmet yaratabilmeleri gerekiyor. Bu açıdan üretici pazarları, tüketim kooperatifleri ve gıda toplulukları sayesinde ürünlerin tüketiciyle aracısız buluşabildiği dayanışma ağları önem taşıyor. Bu tip örgütlenmelere örnek olarak İstanbul’da Yeryüzü Derneği’nin girişimlerini verebiliriz. Kırsaldaki üretimin yanı sıra kentsel tarım alanları olarak bostanlar ve topluluk bahçeleri de değerlendirilebilir. Her ne kadar müşterekleşme pratiği olup olmadığı tartışmaya açık olsa da İstanbul’da kırsal alan bakımından görece elverişli yerlerde özellikle kentli gruplara hitap eden, daha çok hobi amaçlı tarımsal üretim projelerine de rastlıyoruz. Yerelde üretip tüketmeye, kırsalla ilişki kurmaya yönelik ilgide elbette COVID-19 pandemisiyle birlikte artış da gözlemlendi.
-Pandemi, bu tarz dayanışma ağlarına daha çok ihtiyaç duyduğumuzu gösterdi. Bir sorun etrafında oluşan bu ağların kalıcılaşması mümkün mü?
COVID-19 pandemisi sistemik eşitsizlikleri, kırılganlıkları, kentsel hizmetlere erişimdeki sorunları daha da görünür hale getirdi. Dayanışma ağlarına duyduğumuz ihtiyacı apaçık kılmanın yanı sıra toplumda kendisinin veya etraflarındakilerin acil ihtiyaçlarını fark eden gruplar tarafından bu tip dayanışma ağlarının eskisine göre daha hızlı oluşturma refleksinin de geliştiğini gösterdi. Artan derin yoksulluk karşısında temel ihtiyaçların karşılanmasından mekansal sorunların giderilmesi için mimari üretime, kolektif haritacılılıkla sağlıklı veri paylaşımından askıda fatura uygulamalarına uzanan geniş ve umut verici bir dayanışma alanı açılmış oldu. Tabandan gelen hareket dalgasının kapsam ve ölçek açısından büyüme potansiyeline, diğer ağlarla ilişkilenme şekillerine ve pandeminin yarattığı koşullar ortadan kalktığında hangi ihtiyaçlar üzerinden devamlılık göstereceğini zamanla göreceğiz. Çalışmamıza pandemiden kaynaklanan koşullara cevaben ortaya çıkan kolektifleri, mevcut müşterekleştirme pratiklerinin bu koşullar altındaki deneyimlerini de içerecek şekilde güncelleyerek devam etmek önümüzdeki dönemde yapmak istediklerimiz arasında.