Dr. Ebru Salah’ın “Sayfiyeden Banliyöye: Anadolu Demiryollarının Çevresindeki Banliyö Peyzajı, Ondokuzuncu Yüzyıl Ortasından II.Dünya Savaşına” adlı tezi, Anadolu yakasında demiryolları ve istasyonların çevresindeki banliyö yerleşimlerinin gelişimini mercek altına alıyor. Salah ile hem tezini hem de Kadıköy’ün bir asır boyunca yaşadığı değişimi konuştuk. Salah, “Ulaşım sistemlerinin modernleşmesi ve ilk kez demiryollarının inşası ile kırsal alanı fetheden Anadolu demiryollarıdır. Demiryollarının inşası sonrasında Kadıköy bölgesi hızlı bir dönüşüme uğramıştır.” diyor.
Fenerbahçe
EMLAK SPEKÜLATÖRÜ MEHMET EFENDİ
Bu tez üzerinden Kadıköy’ü çalışmanızın özel bir sebebi var mı? Neden Kadıköy’ü merkeze aldınız?
Kadıköy’ün özelliği kırsal bir alanın zaman içerisinde ziraat alanından sayfiye alanına sonrasında kentsel yerleşim alanına dönüşmesinin kültürel alandan açıkça okunabilmesinde yatıyor. 19.yüzyıl ortalarına değin küçük bir yerleşim merkezi ve çeperinde kırsal alan olan bölge bir kırılma ile çok hızlı bir dönüşüm geçirmiş. Bu kırılmanın anahtar kelimesi modernleşmedir. Osmanlı döneminde siyasal, toplumsal ve teknolojik alanda amaçlanan modernleşmenin Kadıköy bölgesindeki yansıması ulaşım sistemlerinin modernleşmesi ve ilk kez demiryollarının inşası ile kırsal alanı fetheden Anadolu demiryollarıdır. Demiryollarının inşası sonrasında Kadıköy bölgesi hızlı bir dönüşüme uğramış. İstanbul’da insanların dinlenme ve eğlence amaçlı kentten kıra hareketi Bizans döneminden itibaren yaygın bir pratik olmasına karşın, İstanbul’un Anadolu yakasında demiryolları ve istasyonların çevresinde banliyö yerleşimlerinin gelişimi Anadolu demiryollarının kurulmasından sonra başlamış. Buna benzer dönüşümleri bugün İstanbul’da halen yaşamaktayız, İstanbul Havalimanı ve 3.boğaz köprüsünün inşası ile İstanbul’un kalan son doğa alanlarının kentsel yerleşim bölgesine dönüşümü ile analoji kurulabilir.
Hattın işlemeye başlamasından sonra kentin mimarisi ve demografisi değişmiş mi?
Anadolu demiryollarının gelişimi ve güzergâhı da ilginç örnekler sunuyor. Osmanlı döneminde demiryollarının inşa edilmesindeki ilk amaç daha çok politik iken- kent içi ulaşımda sağladığı kolaylık sebebiyle kentlinin kıra göç ettiği bir ulaşım aracına dönüşmüş. Anadolu demiryollarının Kadıköy bölgesindeki güzergahı da ilginçtir. Özel mülkiyet ve yabancılara mal satışına izin veren kanunlarla Fenerbahçe’ye demiryolu hattı inşa edilmiştir.
Tezde Fransa ve Amerika üzerinden bir banliyö tanımlaması ve kıyaslaması yapıyorsunuz. Banliyö, Fransa’da düşük gelirlilerin yaşadığı bir alanken, Amerika’da bu tam tersi, orta ve üst sınıfın yaşam alanları. Sizin ifadenize göre İstanbul ve Kadıköy ise Amerika’daki tanıma daha uygun. Bunun sebepleri nedir?
Demiryollarının inşasından önce de İstanbul’da kentten kıra göç Bizans’tan itibaren rekreatif amaçlı kullanılan bir pratikti. Bu Osmanlı döneminde de devam etmiş. Fenerbahçe’deki Bizans döneminden kalma yazlık saraylar gibi veya terapi amaçlı gidilen Tarabya bölgesi gibi kentlinin o dönemin ana ulaşım ekseni olan deniz yolu ile gittiği sayfiye yerleri bulunmaktaydı. Ancak modernleşme etkisi ile toplumsal yapıda yaşanan değişimler kent mekanında da yansımasını buldu. İstanbul örneğindeki banliyöleşmeyi sadece Amerika örneği ile tanımlamak konuyu kısıtlayacaktır. Ancak Osmanlı dönemindeki modernleşme tek başına toplumsal yapıda olmadı, siyasal ve ekonomik yapıda da modernleşmenin etkileri söz konusuydu. Hukuksal boyutta tüm topraklar sultana aitti. Ancak modernleşme sonrasında özel mülkiyet haklarının tanınması ile saray çevresindeki üst düzey bürokratlara da ve yeni oluşmaya başlayan burjuva sınıfı olarak tanımlanabilecek sınıfa da toprak elde etme hakları verdi. Bu anlamda kent mekanının gelişiminde ana aktörler üst düzey bürokratlar ve bu yeni gelişmekte olan burjuva sınıfı oldu. Kırdaki alanlar bir taraftan yeni oluşan burjuva ve üst düzey bürokratların sarayın gözetiminden uzak kalabileceği ve özgürleşebileceği sayfiye yerleri haline geldi, zaman içinde de toprağın meta olarak değer kazanması ile üst sınıfın yaşam ve aynı zamanda hakimiyet alanlarına dönüştü.
Bunun örnekleri var mı?
En çarpıcı örneklerden bir tanesi Tütüncü Mehmet Efendi’dir. Tütüncü Mehmet Efendi, tütün fabrikasını yabancılara satmasının ardından elde ettiği kazançla 1880’lerde Göztepe’de demiryolu istasyonu yanında 1000 dönümden oluşan büyük bir arsa almış. Sonrasında arsasını 15-20 dönümlük parsellere bölerek satmıştır ve belki de İstanbul’un erken dönem ilk emlak spekülasyonudur. Aynı dönemde Avrupa’da ve Amerika’da emlakçılar istasyonların çevresinde yeni konut yerleşimleri inşa edip ve satmaktaydı. Kadıköy demiryolu çevresinde benzer emlak spekülasyonlarının yaşandığı belgelenmiş. Osmanlı son dönemde bu emlak spekülasyonlarının önüne geçmek için parsellerin belli bir boyuttan daha küçüğüne bölünmemesi için sonradan bir kanun çıkarmak zorunda kalmış. Özetle ziraat alanı olarak kullanılan bir bölge ilk başta sayfiye alanına dönüşmüş, ancak çok kısa bir süre içerisinde kapitalizm etkisi ile meta haline gelen toprak değerleri üzerinden banliyöleşme gerçekleşmiş.
KENTSEL DÖNÜŞÜM YENİ DEĞİL
Tren hattı çevresinin daha önce bostanlarla ve tarım alanlarıyla çevrili olduğunu söylüyorsunuz. Hat işlemeye başlayınca bir şekilde bu alanlar özelleştirilmiş. Kadıköy’de şu an konuştuğumuz dönüşüm meselesi aslında uzun yıllar öncesine dayanan bir süreç gibi görünüyor.
19.yüzyıl sonunda insanların hala doğayla ve toprakla kurduğu ilişki kullanım değeri üzerindendi. Bu bölgeye insanlar ağırlıklı olarak ilkbahar yaz aylarında demiryolu vasıtası ile göç ediyor, kışın yine İstanbul merkezdeki evlerine konaklarına geri dönüyorlardı. Kadıköy bölgesi çok çeşitli üzümlerin bulunduğu bağları, bostanları ve meyve bahçeleri ile biliniyordu. Erenköy bölgesi hayvancılık yapılan bir çevreydi. Bu 20.yüzyıl başlarına kadar böyle devam etmiş. İnsanlar sayfiye olarak kullandıkları köşklerinin bahçesinde ekip biçiyor, ziraat yapıyor, batıdaki peyzaj alanlarına özenen bahçeler kuruyor ve doğanın içinde yaşıyorlardı. Ancak emlak ve arsa spekülasyonlarının ortaya çıkması ile toprak ile kullanım değeri üzerine kurulan ilişki toprağın metalaşmasına dönüştü. Günümüzde konuştuğumuz kentsel dönüşüm aslında kapitalizmin bu topraklara girmesi ile 100 yıl önce başlamış bir dönüşüm. Ve bu dönüşüm sadece Kadıköy bölgesi ile sınırlı değil bugün. İstanbul’un kalan son doğal yeşil alanları kuzey ormanları da 3.köprü veya kanal İstanbul gibi projelerle toprağın metalaşmasının son örnekleri.
Kadıköy’ün zaman içinde kırsal bir alandan orta sınıfın ikamet edebileceği bir sayfiye alanına dönüştüğünü vurguluyorsunuz. Bu aynı zamanda sanırım Kadıköy’ün kültürel yapısını da değiştirmiş olmalı. Biraz bu değişimden bahseder misiniz?
Kadıköy bölgesi 1880’lerde üst düzey bürokratların yani paşaların ve çevrelerinin rekreatif amaçlı kaçış alanı iken zamanla burjuva sınıfını ve orta sınıfı da çekmiş. Sarayın kontrolünden uzakta ve kent yaşamının yoğunluğundan uzakta alternatif bir yeni yaşam biçimlerine özenen halk da buraya yerleşmiş. Kadıköy çevresindeki yeşil alanlar, Fenerbahçe Parkı gibi o günün modern yeşil alanları ve mesire yerleri de İstanbul halkının günlük olarak kullandığı alanlar. Cumhuriyet dönemi sonrasında ise üst düzey bürokratlar buraya yerleşmiş ve modern konutlar yaptırmışlar.
Kadıköy bu haliyle bir merkeze dönüştüğünde bir soylulaştırmadan söz etmek mümkün mü?
Soylulaştırma olarak Türkçeye çevirebileceğimiz “gentrification” aslında o bölgeyi kullanan sınıfın zaman içinde o bölgeyi terk etmesi veya başka nedenlerle daha üst sınıfın o bölgeye yerleşmesi “istila etmesi” tanımlanabilir. Ancak Kadıköy sonradan soylulaştırılmadı, baştan beri “soyluydu.”
KENT İÇİ BOSTANLAR VARDI
Tezinizde Kızıltoprak’ın daha küçük parsellerle planlandığını söylüyorsunuz. Bu durum bölgenin şu anki durumuna nasıl bir etkide bulunmuş olabilir?
Kızıltoprak, Kadıköy merkeze en yakın istasyon alanıdır ve istasyon kurulmadan da önce tek tük yerleşimlerin olduğu, adından anlaşılabileceği gibi tuğla üretiminin yapıldığı bir bölge. Kızıltoprak Mahallesi’nin gelişimi II. Abdülhamit döneminde maliye, bayındırlık ve eğitimden sorumlu Zühtü Paşa’nın istasyon çeperinde büyük bir arsa alması ve istasyonun yakınında kendi adına cami, okul, polis karakolu, köşklerini ve müştemilatlarını inşa ettirmesi ile olmuş. İstasyon çevresinde küçük bir merkez de oluşmuş. İstasyon çevresi fonksiyonel olarak cami, okul ve dükkanlardan oluşan mahallenin merkezini oluşturmaktaydı. Kızıltoprak’ta sokak planlaması Osmanlı klasik dönem kent planlamasına uygun olarak düzensiz yapıdadır, aynı şekilde parselasyonlar da daha küçük arsalardan oluşur.
Tezinizde haritalar üzerinden Kadıköy’deki tarım alanlarını da gösteriyorsunuz. Dikkatimi çeken nokta şu ki Kadıköy bir üretim merkeziyken bir süre sonra tüketimin merkezi haline gelmiş. Bu ifadeye katılır mısınız?
Geçmişte kent içi-tarihi yarımadada sur içinde bile bostanlar 50 sene önce aktif olarak bulunmaktaydı ve kent çeperindeki tarım alanları ile kentlinin gıda ihtiyacı sağlanabilirken günümüzde İstanbul, çevreden hatta yurt dışından gelen tarım ürünleri ile ihtiyaçlarını karşılıyor. Halen İstanbul kent çeperinde birçok tarım alanı ve bölgesi kentsel alana dönüşüm halindedir, Arnavutköy, Büyükçekmece gibi. Buna alternatif olarak ise sürdürülebilir çevre ve kentleşme gibi konularda çalışma yapanlar kentsel tarım olarak tanımlanabilecek girişimlerle kent içi tarımı geliştirmek üzerine çalışmalar yapmaktadır. Kent içinde mahallelerde, bahçelerde, parklarda perma-kültür çalışmaları yapan, kentliye tarımı öğreten girişimler bulunuyor. Ancak ana akım materyalist yaklaşım oldukça bu girişimler maalesef alternatif olarak kalıyor. Bunun için politik, ekonomik ve toplumsal yapımızda değişim gerekiyor. Bu sadece Türkiye’deki kentlerin sorunu değil dünyanın her yerindeki sorundur. Ancak bütünsel bir bakış açısı ile metalaşan toprağa, doğaya ve insanlığa tekrar değerini verdiğimiz zaman tüketimden üretime geri dönülebileceğine inanıyorum.