“Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri (1930-1960)” adlı kitabı kısa süre önce yayımlanan Tuncay Birkan ile Şehir Üniversitesi’nde akademik hayatını sürdüren edebiyat araştırmacısı Yalçın Armağan, TESAK Cumartesi Söyleşi Dizisi’nin bu haftaki konuklarıydı. Tuncay Birkan ve Yalçın Armağan, Cumhuriyetin çeşitli dönemlerinde bir meslek olarak yazarlığın hangi koşullar altında yapıldığını, yazarların politik düşüncelerini şekillendiren koşulları ve sosyal-ekonomik hayatın yazarların yazın dünyasını ne ölçüde etkilediğini tartıştı.
YAZARLAR NEDEN ÖRGÜTLENEMEDİ?
Moderatörlüğünü Yalçın Armağan’ın yaptığı söyleşide yazarların özellikle örgütleneme sorunu konuşuldu. Tuncay Birkan, Yalçın Armağan’ın “Yazarlar hangi sebeplerden ötürü örgütlenemiyor?” sorusuna şu şekilde cevap verdi: “Başka şeyler de var ama yazarların egosunun yüksek olmasıyla alakalıdır bu. Galiba devrin değişikliğini tahayyül etmekle ilgili bir sorun. Yani devlete bakışlarında değişimler olması gerekiyor ki daha sonra bağımsız olarak örgütlenebilsinler gibi geliyor bana. Hala devletle ilişkilerini halledememiş, devletten bir şeyleri talep etmeyi başaramayan bir durumdalar. Bu benim orada gördüğüm kadarıyla tabii. Ama devletten bir ihsan isteme, devletin buna destek vermesini bekleme hali olunca oradan bir şey gelmiyor. Devlet ya veriyor ya da vermiyor, ya da ‘Ben sizi aldım bir yerde milletvekili yaptım ya da başka bir yere görevli yaptım, daha ne istiyorsunuz?’ diyor.”
Sabiha Sertel, basın suçu nedeniyle mahkemeye verilen, ülkedeki ilk kadın gazeteci-yazardı.
Bu yazarlara “içgüveysi elitler” dendiğini söyleyen Birkan, o yıllarda yazarların durumunu şöyle anlattı: “Onların dışında kalan, ruh halleri ve duygu durumları müsait olmayan onlarca yazar var. Ben kitapta özellikle üçüncü bölüme onlarla başladım. O insanların çok korkunç koşullarda yaşadıklarını göstermek istedim. Çoğu sefalet içinde ölüyor. Ben sadece üç örnek verdim, bunlara daha eklenebilecek onlarca yazar var. Sadece yazı yazarak, gazetelere ya da dergilere yazarak geçinmeye çalışan yazarların çok acı bir durumu vardı, onları betimlemeye çalıştım. Diğer yazarlarda ‘Acaba bizim sonumuz da mı böyle olacak?’ korkusu var. O yüzden de orada bize bir şeyler yapmak istiyorlar, onu da o zamanki solcu kadınlar gündeme getiriyorlar. ‘Biz de bu duruma düşmeden bizi sömüren yayıncılardan hakkımızı alalım’ diyorlar.”
DEVLETTEN HAKKINI İSTEMEK
1930’lu yıllarda faşizmin farklı yerlerde modellerinin görüldüğünü ve yazarların da farklı alanlara savrulduğunu söyleyen Birkan, “Bir dönem, insanlar bazı şeylere cesaret de edemiyorlar. Devletin karşısına taleplerle çıkmak tavrı biraz daha sonraları oluşan bir şey. 1940’larda bu yavaş yavaş artıyor. Ben de o döneme bizzat çok hakim değilim, yaptığım araştırmalar sonucu dönemin şartlarını ve değişimleri öğreniyorum. Birtakım hukuki süreçlerle ancak devletten bir talepte bulunabilmişler. Yavaş yavaş başlamışlar, 1949’da bunu gerçekten bir dernek kurarak hayata geçirmişler, burada da ilk gerçek dernek olarak Telif Birliği’ni söyleyebiliriz. Sendika lafı çok sevilen bir laf değil zaten. 1930’lar ve 1940’larda da bir hak verildi mi aynında geri alınıyor, onun gidişatını anlatmaya çalıştım.” şeklinde konuştu.
70’LERDE HER ŞEY SİL BAŞTAN
Türkiye’de sosyalist düşüncenin gelişiminin politik anlamda edebiyat dünyasına da yansıdığını ifade eden Armağan, 1980’den sonra sermayenin daha belirleyici olması ve yazarların örgütlenmeye karşı daha duyarlı davrandığını ifade ederken, Birkan konuya şöyle açıklık getirdi: “Yaşar Kemal ve Aziz Nesin ile yapılmış röportajları okuduğumda dikkatimi çekmişti. Kendilerinden önce bu işleri yapmış olan kişilerden hiç haberleri yoktu. O zaman da bazı temel hakları örneğin emeklilik hakkının olmayışını gündeme getiriyorlar ve bunu ilk defa söylediklerini zannediyorlar. Bu kopukluk bana çok hazin geliyor. Bir de bunlar solcu insanlar ama o kadar kötü bastırılmış ki o tarih. 70’ler her şeye yeni baştan, sıfırdan başlıyor. O sıralarda Ece Ayhan’ın durumu önemli oluyor anladığım kadarıyla. 1975’te çok ağır bir hastalık geçiriyor ve hiçbir maddi geliri yok, çok kötü durumda. Onun için birçok yazar seferber oluyor, kendi aralarında para toplamaya çalışıyorlar. O sırada Ecevit hükümetin başına geldiği için ondan para istiyorlar ama kolay olmuyor, tedavi için İsviçre’ye gönderiliyor. O anlamda Ece Ayhan 70’lerde bir figür olmuş aslında, yazarlar biraz da bundan dolayı birlikte olmuşlar. Ama artık devlet ile tam tamına karşı karşıya oldukları için devletin kendilerine düşmanlığını daha çok bekliyorlar. Hepsi birazcık olsun saygı görmeyi bekliyor, düşünce özgürlüğü talepleri geliyor, bunu çok sık dile getiriyorlar.”
Ece Ayhan için yazarlar seferber olmuştu.
SİVİLLEŞMEYE GEÇİŞ
1949-1963 yılları arasında yazarların sivilleştiğini söyleyen Yalçın Armağan, 80’li yılların ortasına kadar çağına tanık olan yazarların ortaya çıktığını ifade etti. Tuncay Birkan da devlet kurumlarından işten atılan yazarların başka bir iş yapamadıklarını bu nedenle yazarların yayıncılık alanında adım attığını söyledi.
Kitapta genellikle gazetelerde yer alan yazarlara yer verdiğini söyleyen Birkan o günleri, “Yazarların büyük çoğunluğu kendilerini Atatürkçülüğün ilkelerine bağlı olarak tanımlıyorlar. Halkçılığı devletçiliği daha solcu yorumluyorlar. ‘Bu yoksulluk ve sefalet nedir?’ diyorlar ama devlete de karşı çıkmıyorlar. Ama devlet yazarların samimi eleştirilerinden rahatsız oluyor. Sait Faik’i sürekli karakola çağırıyorlar. Nurullah Ataç gibi devlet yazarını solcularla ilişkisi var diye izliyorlar. Ataç, ‘Olsam olsam ben nihilist olurum’ diyor. 1949 da yapılan bir ankette yazarların ‘devlet bize zulmediyor algısı’ ortaya çıkıyor.” diye anlattı.
KİTAPTA NELER VAR?
Tuncay Birkan, kitabında 1930-1960 yılları arası çıkan gazete ve dergileri tarayarak, Cumhuriyetin erken dönemlerinde –Refik Halid, Peyami Safa, Halide Edip, Necip Fazıl, Nahid Sırrı, Nurullah Ataç, Sabiha Sertel gibi– yazarların devlet ve piyasa karşısındaki tutumlarını okurla buluşturuyor.