Çerkes hikayelerinde 1864 izi

Peyniri, tavuğu ve ince belli kadınları dışında kültürü, dili ve onlarca hikâyesi olan Çerkesleri “Benim Adım 1864” kitabı yazarı Elbruz Aksoy’la konuştuk. Aksoy "1864 olmasaydı bu kitap da olmazdı" diyor

14 Mayıs 2019 - 12:04

1864 birçok insan için bir sayı veya bir yıl olması dışında herhangi bir şey ifade etmez. Çerkesler hariç…

21 Mayıs 1864, yaşı kaç olursa olsun tüm Çerkesler için acının tarihidir. Çerkeslerin Rusya’dan sürgün ediliş tarihi olan 1864’ün üzerinden 155 yıl geçmiş olsa da sürgünde yaşanan acılar hala taze. Hala belleklerde yerini koruyor.

Osmanlı başta olmak üzere Suriye, Ürdün gibi pek çok yere gönderilen Çerkesler heybelerinde hazin hikâyelerini götürdükleri gibi, yurt edindikleri yerlerde de hazin hikâyelerin kahramanları oldu. Uzun yıllar Moda’da iki yıldır da Acıbadem’de yaşayan Elbruz Aksoy, “Benim Adım 1864 - Çerkes Hikâyeleri” kitabında bu hikâyeleri topladı.

Sürgünün 155. yılında Elbruz Aksoy’la Moda Kitap’da buluşup, iki öyküsü Kadıköy’de geçen kitabı ve sürgünü konuştuk.

  • Bu kitap nasıl ortaya çıktı?

1996 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi Uluslararası İlişkiler Bölümüne başladım. Belkıs Kümbetoğlu hocamızın “İnsanlığa Giriş” diye bir dersi vardı. Derste herkes kendini tanıtıyordu. Sıra bana geldi. Ben “Samsunluyum Karadenizliyim” deyip cümlemi bitirdiğimde “olmaz” dedi. “Samsunlu olmanın altında mutlaka başka şeyler vardır; muhacir misin, yerli misin, Pontus musun, Gürcü müsün?” diye sordu. Ben de ‘Çerkesim’ dedim. 90’ların gündemi asimilasyondu. Belkıs hoca benden Çerkes asimilasyonuna dair araştırma yapmamı istedi. Önce kendi eş dost ve akraba çevremle başladım. Onları bile konuşturmanın ne kadar zor olduğunu anladım. Konuşmuyorlardı. Sadece güzellemelerden bahsediliyordu oysa benim aradığım asimilasyona dair bilgilerdi. Okulda, askerde, camide eş dost tavsiyesiyle bu tarz anı ve hatıraları toparlayarak başladım. Okul bitti, ders bitti ben insanların peşinde koşmaya devam ettim. “Türkiye dışında da Çerkesler var” deyip, Suriye, Ürdün ve İsrail’e gittim.

“ERKEKLER KONUŞMUYORDU”

  • Çerkesler konuşmaya nasıl ikna oldu?

Bir defa erkekler konuşmuyordu. Erkeklerle vakit harcamamaya karar vermiştim.

  • Neden konuşmuyorlardı?

Çok korkmuş ve hırpalanmışlar. Başına bir iş geleceğinden korkuyor ve konuşmuyor. Okula gitmiş hırpalanmış, askere gitmiş hırpalanmış, camiye gitmiş “kefere dilini konuşmayın” denmiş hırpalanmış. Kamusal alanda çok fazla bulunduğu için hırpalanmış. Kadın öyle değil. Kadının bir kısmı zaten ilkokula gitmemiş. Askeriye yok, cami ile bir ilişkisi yok. Kadın kendi alanında Çerkesliğini, örfünü adetini çok diri tutmuş. Kitaptaki anlatıların yüzde yetmişi kadınların anlattığı hatıralardı.

  • Kitapta 17 tane anlatı var. Görüşmeler nasıl geçti?

Elimde yaklaşık 127 tane mülakat var. Bunları seçtim. Kronolojik gitmek istedim. Çerkesya’da başlıyor, sonra sürgün, Osmanlı Devleti ile olan ilişkiler, 1923 sonrası ve bugün. Anlatımlarda ben hep şunu istedim. Bana güzelleme anlatmayın. Çünkü ben farkındayım ki bu toplumun çok ciddi problemleri var. Ve bu problemlerin üstü asalet ve nezaket gibi ucuz bir Çerkeslikle örtülemez.

Bana yaşadığınız problemi, sıkıntıyı, çatışmaları, dışlandığınız alanları anlatın dedim. Sonra anladım ki bu sadece devletle alakalı değil. Biz kendi içimizde de çok ciddi problemler yaşatmışız. Hatta ben şöyle diyebilirim bizim kendimize ettiğimizi başkası bize etmemiş.

“KİTABIN GENELİNDE YÜZLEŞME VAR”

  • Mesela?

Kast sınıfı ve sınıf çatışmaları. Kölelik mevzusu daha bugüne kadar toplumun belini kırmış mevzuların en temelinde geliyordu. Ve bunu yazmasam olmayacaktı.

  • Sen görüşmeleri yaparken devam ediyor muydu?

2005’de Samsun’da kölelik mevzusundan dolayı bir kız ve erkek evlenemedi. Erkek tarafı kız tarafının köle sülalesinden geldiğini öğrendiği an “bu iş olmaz” dediler. 2005’de derin diri bir mevzuydu kölelik. O yüzden kitabın içinde üç anlatıda Çerkes köleliliği üzerine metinler vermek durumundaydım. Çünkü bizle alakalı bir mevzuuydu ve bununla yüzleşmek gerekiyordu. Kitabın genelinde bir yüzleşme var zaten. Ben dedim ki bir yüzleşelim. Çünkü bize hep susmayı asaletin bir parçası gibi gösteren, Çerkes kızlarını ‘ağzı var dili yok odadan odaya süzülüyor’ gibi sözlerle anlatarak manasızca süzülmeyi, manasızca konuşmamayı kutsallaştıran sahte bir Çerkeslik pazarlandı. Oysa böyle değildi. Toplumda çok güçlü karakterler vardı. Bunun altını biraz deşelim dedim. O yüzden 1915 mevzuları var. Orta Karadeniz dediğimiz yerde çok ciddi bir Ermeni nüfusu var ve bunlar buharlaşmadı. Bir sürü Ermeni yetim ve kadın tespit ettik. Onlara dair anlatılar kitabın içine girdi. Bunlar ilkti. Köleliğe dair kamusal alanda ilk kez bir şeyleri tartıştık, Ermeni mevzusuna dair “Çerkeslerin de bohçasında bir şeyler var” dedik onu tartıştık. Bunlar dikkat çekti.

  • Adı neden “Benim Adım 1864”?

1864 Çerkes soykırımı ve sonra da sürgünün tarihsel bir dönümü bizim için. Sadece 1864’te yaşanmadı. 1774 Küçük Kaynarca ile Kırım’ın elden çıkmasıyla beraber başlayan süreçte 1864’te Çarlık Rusyası bütün etnik temizliği bitirmiş oldu. Ve soykırımdan arta kalanlara iki opsiyon sunuldu: Ya Halifenin topraklarına gidin yada benim size uygun göreceğim Kuban ötesi bozkır ve bataklıklara sizi yerleştireceğiz. Bir kısmı kabul etti, etmeyenlerin birçoğu Osmanlı topraklarına sürüldü.

1864 olmasaydı bu kitaptaki anıların hiç biri yaşanmayacaktı. O yüzden 1864’ü öne çıkartmak için kullandık “Benim Adım 1864” adını. Evet, biz bunları yaşadık ve ondan sonra bugüne kadar ne yaşıyorsak hepsinin müsebbibi 1864 Çerkes soykırımı ve sürgünün tarihi.

“ŞİMDİ TARTIŞIYORUZ”

  • Sürgünün üzerinden 155 yıl geçti. 155 yılda sürgün nesli neler yaşadı? Ne değişti?

 Bence sürgün nesli üç evre yaşadı. Soykırıma şahit olan nesil susmayı tercih etti. Çünkü anlatacağı şeyi kendi kabullenemedi. Savaş kaybetmiş olmayı, vatanından sürülmüş olmayı onuruna yediremediği için hiç anlatmadı. Onların çocukları bir şeylerin farkında olarak büyüdüler. Ama bu topraklarda doğdu. Üçüncü nesil “Dedem niye anlatmıyor?” diye sormaya ve bir şeyler toparlamaya başladı. Biz bu topraklardaki beşinci nesiliz, biz şimdi tartışıyoruz.

  • Asimilasyon ne durumda?

Dil noktasından bakarsak; Çerkeslerde 30 yaş altında dil bilen çok az. Dil tehlikede. Kültür noktasında sosyal medyanın da etkisiyle 2000’lerden sonra bir hareketlenme oldu. Kafkasya’ya gidip gelme başladık. Dernekler oldukça etkinleşti. Ben ümitliyim.

  • Çerkesler nerelerde yoğun?

İstanbul, Ankara ve İzmir göçten dolayı yoğun. Bunlar ama sonradan. Başlangıçta iskânla beraber dersek dört şehir; Samsun, Balıkesir, Kayseri ve Düzce’de yoğun bir iskân oldu. Neredeyse sürgün edilen Çerkeslerin yarısı bu illere gönderildi. Bununla beraber Sakarya, Maraş, Sinop, Eskişehir, Adana, Sivas, Bursa, Hatay, Çanakkale gibi bu iller yoğun iskân almış yerler.

  • Türkiye’deki Çerkes nüfusu ne?

Tahmini verilen rakamlar 5-6 milyon civarında. 1864’te sürülen 1,5 milyon. Bunun yarısı sürgünde kaybedildi.

  • Kitaba dönersek nasıl tepkiler aldı?

Kitap ilk çıktığında herkes biraz şaşırdı. Böyle bir kitap beklenmiyordu. Çok ilginç bir şekilde hem sağ tandans hem liberal hem sol hepsi kitabı beğendi. Herkes kendinden beğeneceği takdir edeceği bir şeyi buldu. Ama bizim beyaz Çerkesler kitabın kapağındaki fotoğraf için dediler ki “Bu kapaktaki bu fakirlik ne? Sen bizi utandırmak mı istiyorsun. Güzel kıyafetli fotoğraflar koysaydın. İnce belli kızlar, geniş omuzlu erkekler…” bunu ciddi ciddi dile getirenler oldu. En son birini bozdum “galiba siz Titanik’le geldiniz” dedim. Çünkü 1938’in Samsun’unda Köprübaşında çekilmiş bir fotoğraf. Ben özellikle albümden bir fotoğrafı kullanalım istedim. 1938’de köyün en zenginin hali buydu. Ben inanıyorum bundan sonra da yüzleşme kitapları çıkacak.

KADIKÖY’DE GEÇEN İKİ HİKÂYE

  • Kitapta Kadıköy’de geçen iki hikâye var.

Evet, Keriman Halis ve Çerkes Araksi. Biri Moda’da yaşıyor diğeri de Ermeni kilisesine getirilip bırakılıyor. Kadıköy de Çerkesler için kıymetli mekânlardan biri. Normalde Osmanlı, Çerkeslerin İstanbul’a iskânına müsaade etmedi. Ama illegal bir şekilde ya da sarayda akrabam var deyip gelip yerleşenler oldu. Bizim de anılarımızda iki mekân kitapta yer aldı. Biri Moda, Keriman Halis içini döktü. Diğeri de 1915’i anlatırken Çerkes Araksi büyütüldüğü Çerkes Beyi tarafından buradaki Ermeni kilisesine bırakılıyor.

  • Şimdi bir de belgesel çalışmasına başladınız galiba?

Şimdi belgesele başladık. Biraz daha görselliği olan bir iş yapalım dedik. Önder İnce ile beraber Çerkes diasporasından dünyaya yayılmış, farklı pasaportlar taşıyan ama kendi kimliğinden de vazgeçmemiş bir şekilde ayakta durmaya çalışan güzel örnekler üzerinden bir şey çekmeye çalışacağız. İlk çekimlere de Kefken’de başlıyoruz.

  • Son olarak ne söylemek istersiniz?

Her şey çok güzel olacak!


ARŞİV