Pandemi süreci boyunca en çok yapılan çağrılardan biri “evde kal” çağrısıydı. Fakat fabrikaların çalışması gerekiyordu, kargonun gelmesi, banka hesaplarının işlemesi, market reyonlarının düzenlenmesi, satış yapılması gerekiyordu. Bu yüzden milyonlarca insan çalışmak zorunda olduğu için evde kalamadı. Onlar tüm risklere rağmen reyonları düzenledi, kargo taşıdı, serum taktı, satış yaptı. Çünkü ödemeleri gereken faturalar, bakmaları gereken aileleri vardı. Yönetmen Sertaç Yıldız da pandemi sürecinde çalışmak zorunda olanların yaşadıklarını “Eve Sığmayan Hayatlar” ismiyle belgesele aktardı. Kargo, market, sağlık ve banka olmak üzere dört farklı sektörden çalışanların yaşadıklarının anlatıldığı belgeselde çalışanların kimlikleri ve yüzleri çalıştıkları işler dolayısıyla açıklanamıyor. Çalışanların deneyimleri Nur Sürer, Laçin Ceylan, Mahir Günşıray ve Kerem Fırtına tarafından seslendirildi.
Yönetmen Sertaç Yıldız ile belgesel sürecini konuştuk.
“20 MİLYON İŞE GİTMEK ZORUNDAYDI”
Pandeminin başlamasıyla birlikte hükümetin aldığı ya da almadığı tedbirler üzerinden “Evde Kal”, “Hayat Eve Sığar” mottolarıyla yürüyen kampanya vardı. Fakat hepimizin bildiği gibi milyonlarca insan çalışmak zorundaydı. TÜİK verilerine göre yaklaşık 20 milyon işe gitmek zorundaydı. Bunlarla ilgili herhangi bir tedbir yoktu. Biz de evde kal çağrılarına rağmen, çalışmak zorunda olan emekçilerin durumunu anlatan bir belgesel yapmak istedik. Pandemiden dolayı birçok şeyi klasik tarzda yapamıyorsunuz, yeni yöntemler bulmanız gerekiyor. Yani eskisi gibi insanlarla röportaj yapmak çok mümkün değil. Bunun yanında çalışanların iş kaygısından dolayı isimlerini vermek konusunda da bir sıkıntı vardı. Bu nedenle bu süreci yazılı olarak yürütmeye karar verdik. Birçok meslekten farklı işte çalışan emekçilerle yazıştık. Ve anlatımları anonimleştirdik.
Evet farklı mesleklerden insanlarla yazıştık. Fakat hem derli toplu olması için hem de insanlarla temasın daha çok olduğu ve hastalık riski yüksek olan iş kolları olduğu için dört meslek grubunda karar kıldık.
Sosyal medya üzerinden çağrı yaptık. Her meslek grubundan çok sayıda insan bize ulaştı. Anlatımlar bir kişinin anlatımı da değil. Birkaç kargo çalışanın anlatımlarını toparladık, anonimleştirdik. Aslında sosyal medya üzerinden bu işi yürütebileceğimizi düşünerek başlamadık ama o kadar çok dönüş oldu ki başka bir yere gitmeye gerek kalmadı.
Bütün belgeselle ilgili şunu söyleyebiliriz; tamamen pandemi koşullarında, pandemiye göre şekillenen bir belgesel oldu. Normal koşullarda o emekçilerle gidip konuşulur, röportajlar yapılırdı, seslendirme yapan oyuncularla biraraya gelirdik, seslendirme için stüdyolara girilirdi. Bu belgeselde seslendirme yapan oyuncular Mahir Günşıray, Laçin Ceylan, Nur Sürer, Kerem Fırtına kendi imkanlarıyla sesleri kaydedip bize yolladı. Görüntüleri kurgularken masa başında daha çok çalışmamız gerekiyordu. Biraz yeni bir şeyler denemeniz gerekiyordu. Bizi de yeni bir şeyler düşünmeye zorlayan bir süreç oldu.
Bu belgeselde insanlara uzak olan bir şeyi anlatmıyoruz. Her gün pek çok insanın yaşadığı şeyleri anlatıyoruz. Ama mektuplar geldikçe bu sürecin sınıfsal süreci ne kadar derinleştirdiğini gördük. Mesela kargocunun anlatımı vardı; “hem para kazanabilen, hem evde kalabilen şanslı gruptan olmadık” diyordu. Sağlık çalışanının anlattıkları dehşet vericiydi. Onların bu virüsü hiç tanımadan, tedbir ya da bilgilendirme olmadan girmelerini görüyoruz. Genel olarak bu süreci yaşayan tüm çalışanlar ciddi bir tahribat yaşadı ve bunun sonuçları ortaya çıkacaktır. Çünkü bu çok sıra dışı bir dönem.
Genel olarak çok büyük bir hak kaybı yaşandı. Hükümetin ekonominin sermaye açısından yürümesini kolaylaştıran ama emekçileri tamamen yok sayan bir tedbir anlayışı var. Bu süreçte emekçiler, müzisyenler, tiyatrocular çok büyük hak kayıpları yaşadı. Bir yandan büyük holdinglerin vergileri affedilirken, çalışanlar kısa çalışma ödeneğine hapsedildi. Bunun yaratacağı sosyal travma birkaç günde, birkaç ayda çözülecek şeyler değil.
“BELİRSİZ BİR KIZGINLIK VAR”
Bir yandan tedbir almadığı için devlete, işverenine tepki gösteriyor, bir yandan insanların bu hastalık konusunda duyarlı olmamalarına kızıyorlardı. Hangisine daha çok kızdıklarını çok ayırt edemiyorsunuz. İnsan gördüğüne daha çok tepki gösterir. Bu yüzden sık sık alışveriş yapan insanlara, ya da internetten yerli yersiz insanlara tepki göstermek gerçek bir tepki gibi duruyor. Aslında yönünü bulamayan belirsiz bir öfke ve belirsiz bir kızgınlık var.
Hem çevremizdeki, hem de belgeseldeki insanlarda dayanmanın temel motivasyonu; hayatta kalmak, hayatta kalmak için çalışmak. Kaygı katlanarak gidiyor. Bireysel olarak insanlardaki kendini değersiz hissetme duygusu daha çok artacak. Sınıfsal uçurum her geçen gün daha da artıyor. Her şekilde bu işin bedelini emekçiler ödüyor ve ödemeye devam edecek. Umarım pandemiden sonra bütün bu yaralar, oluşan travmalar bir şekilde çözülür ve daha iyi bir Türkiye’de belgesel çekmeye devam edebiliriz.
BELGESELDEN
Eve sığmayan hayatlar belgeselinde çalışanların dikkat çekici anlatımlarından bazılarını derledik.
Kargo çalışanı:
“Ülkenin mevcut ekonomik koşullarında hayatımı sürdürmem gerekiyor. Ya evde kalarak sağlığımı koruyup açlıktan öleceğim, ya sağlığımı hiçe sayıp para kazanmayı seçeceğim. İkisini aynı anda sağlayabilen ayrıcalıklı sınıftan olmadığım için.”
“Hayat eve sığar çağrıları iş yükümüzle doğru orantılı ilerliyordu. Bu dönemde kelimeler herkes için aynı anlama gelmiyordu. İnsanlar eve kapandıkça biz akıl almaz bir iş yüküyle çalışmak zorunda kaldık.”
Sağlık çalışanı:
“İlk günler aynı şekilde çalışmaya devam ettik. Normal hasta önlüğü ve normal maske ile hastalara müdahale etmek zorunda kaldık. Malzeme yoktu. N95 dediğimiz koruyucu maskelerin bize ulaşması bir hafta sürdü. Tulumlar ise iki ay sonra geldi. Açıkçası kendi olanaklarımızla aldığımız önlemler, sonradan bize uygulamamız için bildiriliyordu. Aylarca bu şekilde çalıştık.”
Market çalışanı:
“Pandeminin başlamasıyla işyerinde alınan kararlar bizi korumak yerine daha çok çalıştırmaya yönelikti. Maske ve dezenfektanların gelmesi bile bir ayı buldu. Kendi önlemimizi kendimiz almak zorunda kalıyorduk. Her gün yüzlerce insana temas ederek artık ne kadar mümkün oluyorsa. Bu dönemde üstlerimizden en sık duyduğumuz şey ‘virüse yakalanmayın’ şeklindeki uyarılarıydı. Yani virüse karşı elimizde büyük bir koz vardı; yakalanmamak.”
“Sürekli ‘evde kal’ çağrıları yapılıyordu. Hayat eve sığar belki ama ev kira olunca işler değişiyor. “
Banka çalışanı:
“Şirket ilk ölümün gerçekleşmesiyle birlikte yeni bir çalışma şekli tasarlamaya başladı. Bankalar açık kaldı ve personellerin dönüşümlü çalışmasına karar verildi. Evden çalışacağımız günler karantina süreleri dikkate alınarak değil, bankanın çıkarlarını ve prestijini korumaya yönelik düzenlendi. Bu gerçeği, ne kadar değersiz olduğumuzu bu denli net olarak görmek ağırdı.”
“Bakmak zorunda olduğum bir ailem var ve ileri yaştalar. Onlar rahat yaşasın diye çalışmak mecburiyetindeyken şimdi çalışarak onların yaşamını riske attığım düşüncesi çok ağır bir sorumluluk yüklüyordu.”