Mahalleliğin,komşuluk ilişkilerinin her geçen gün azaldığı günlerde bu değeri yaşatanlar da yok değil. Fikirtepenin bakkalı Celal Özçalık gibi…
Mustafa SÜRMELİ
Yeşilçam’ın siyah-beyaz filmlerindeki komşulukları, samimiyeti hepimiz hatırlarız. Kapı anahtarının komşuya bırakıldığı hatta kapının bile kapatılmasına gerek duyulmadığı o eski günleri de yaşayanlarımız vardır. Ya çocuk sesleriyle dolu o sokakları… Hele hele meyveleriyle çocukları cezbeden bahçeli ahşap evleri unuttuk mu dersiniz…
Her geçen gün insanlar arasındaki iletişimin ve komşuluk ilişkilerinin zayıfladığına, çağın son model teknolojileriyle donatılmış iletişim araçlarına rağmen iletişimdeki kopukluğa günümüzde sıkça tanık oluyoruz. Öyle ki apartman yaşamının hüküm sürdüğü kentlerde bırakın komşuluk ilişkilerini, kimsenin birbirinden haberi yok. Kale kapısı gibi kapılar, güvenlik kameraları, güvenlik elemanları ama her şeye rağmen güvensizlik…
Her şeye rağmen günümüzün olumsuzluklarına tezat manzaralar da yok değil. Unutulmuş ya da u-nutulmaya yüz tutmuş ayrıntılar da halen var yaşamda. Kaybolan değerleri yaşayan ve yaşatanların olduğunu da unutmamak gerek. Fikirtepe’nin sevilen bakkalı Celal Özçakır gibi…
Son yıllarda adı kentsel dönüşümle çok sık gündeme gelen Fikirtepe’nin, eski sakinlerinden bir tanesi Celal Özçakır. 50-60’lı yılların İstanbul’undan çıkıp gelmiş sanki. İstanbul’a 1972 yılında Ordu’dan ailesiyle geldiğinde daha 8 yaşında küçük bir çocukken, yeşilliklerle dolu boş arazilerin bulunduğu Fikirtepe’de, balığın Kurbağalıdere’de tutulduğu yıllar yaşanıyormuş. O yıllarda bir başkaymış İstanbul, bir başkaymış Fikirtepe ve bir başkaymış komşuluk…
“DEĞERLER DEĞİŞTİ”
Yıllarca Kadıköy’ün bir köşesinde unutulmuş, kentsel dönüşümle varlığından haberdar olunan Fikirtepe’nin doğal olarak kendisini de etkilediğini söylüyor Celal Özçakır. Geride kalan yaklaşık 3 buçuk yılı hatırlatarak, “Dönüşmüyor ki, dönüşen bir şey yok” diyor.
Bir arada yaşayabilecek insanlar kalmadığını, gitmek istediğini söylese de şartların buna elvermediğini ifade ediyor. “Değerler değişti, buna bağlı olarak yaşam koşulları değişti ya da biz gerisinde kaldık” diyor Celal Özçakır.
Hiç yapılaşmanın olmadığı Ünalan Mahallesi’ne böğürtlen yemeye gittiği, Kurbağalıdere’de yüzdüğü ve balık tuttuğu yılları anlatan Celal Özçakır, “Ankara Asfaltı’ndan (E-5) akşama kadar 20 tane araba geçerdi. Kurbağalıdere’de balık tutmak güzeldi. Komşunun komşudan haberi vardı. Komşu komşuyu ilgilendirirdi. Yani komşusu açken tok yatmayan insanlar vardı. Şimdi kimsenin kimseden haberi yok. Aslımızdan uzak kaldık. Yardımlaşma, paylaşma, bunlara uzak kaldık” diyor.
Ekonomik durumu nedeniyle Burdur’da kazandığı okula gidememiş. Hayali ise öğretmen olmakmış. O öğretmen olamamış ama bakkalının bir köşesinde biriktirdiği kitapları ihtiyacı olan öğrencilere, kitapseverlere ücretsiz olarak veriyor. “Okumak isteyenler okusun diye kitap biriktiriyorum. Benim hiç kitabım olmadı. Ama onların var. İstedikleri zaman onlara kitap verebilecek Celal ağabeyleri var” diye konuşuyor.
Gelecekten çocukları için beklentisi olduğunu söyleyen Celal Özçakır, bakkal dükkânını 19 Mayıs 1991’de açmış. Sıkıntılarını içine atmış ama kimseyi bakkalından üzgün uğurlamamaya özen göstermiş. Kendinizi nasıl tarif ediyorsunuz? diye sorduğumuzda: “Nesli tükenmiş” diye cevap veriyor.
MAHALLENİN KAN BANKASI
Bakkal Celal Özçakır, yıllardır Fikirtepe’de örnek bir yöntem daha uyguluyor. Acil durumlarda kan lazım olabilir, mahalleli sıkıntı yaşamasın diye komşularının kan gruplarını not ediyor. “Sevdiğim bir insana bir ünite kan lazımdı. Nadir bulunan bir gruptu. Aradım bulamadım. Ondan sonra bu yönteme başvurdum. Çok faydalı olduğunu gördük. Mesela bir arkadaşımıza acil kan lazım oldu. ‘Niye buradan arkadaşımız için kan ulaştırmayalım’ dedik. Bugüne kadar 100’ün üzerinde insana faydası oldu. Ben bir şey yapmıyorum aslında. Sadece telefon açıyorum” diyen Özçakır, kendi yaşadığı sıkıntıyı bir başkası yaşamasın istemiş. En son geçen hafta kan lazım olmuş bir komşusuna. Az bulunan kan grubu olmasına rağmen listeden ilgili kan sahibiyle irtibata geçilmiş ve küçük bir çocuğun yaşamı kurtulmuş. En büyük mutluluğunun insanların yüzündeki bir tebessüm olduğunu söyleyen Özçakır, “Her şeyi Kızılay’dan beklersek, sonuca ulaşamayız ki… Bunu yaygınlaştırmak lazım. Sıkıştığımız zaman kan aramaya başlıyoruz. Kan vermekten korkmamak lazım” diyor.
Lüks ve gösterişten uzak durup, iki çocuğunun okuması için uğraştığını söyleyen Özçakır adeta hayat dersi veriyor şu sözüyle:
“Ölümü bekleyen bir hastanın başında değilseniz, akşam evinize ekmeğinizi götürebiliyorsanız, mütevazı yaşamayı seçerseniz, çoluk çocuğunuzla, sevdiklerinizle bir aradaysanız ve onlar da mutluysa siz de mutlusunuz.”