Geçmişini Geleceğinde Barındırmayan Şehir İSTANBUL

Gazete Kadıköy’de bu haftadan itibaren yeni bir yazı dizisine başlıyoruz. Son dönemde özellikle Yenikapı’da başlatılan kazılar sonucunda İstanbul’un ilk yerleşimlerine olan ilgi bir hayli arttı.

16 Haziran 2011 - 11:15

Gazete Kadıköy’de bu haftadan itibaren yeni bir yazı dizisine başlıyoruz. Son dönemde özellikle Yenikapı’da başlatılan kazılar sonucunda İstanbul’un ilk yerleşimlerine olan ilgi bir hayli arttı. Her ne kadar hâlâ arkeolojik eserlere ve çalışmalara gerekli desteğin verildiğini söylemek doğru olmasa da önceki yıllara nazaran bu konuda emek sarf eden insanların yoğun çabalarına şahit oluyoruz. Bu konuda biz de bir kent gazetesi olarak İstanbul’dan başlayarak hem yaşadığımız kentin hikâyesini, ilk yerleşimlerini, ilk sanat ürünlerini hem de yaşadığımız topraklarda kurulan diğer antik yerleşimleri anlatmak amacıyla arkeoloji alanında ciddi bilgilendirici yayın faaliyeti yapan Aktüel Arkeoloji Dergisi ile birlikte yaz ayları boyunca okuyacağınız bir yazı dizisi hazırladık. Umarız zevkle okursunuz.

Yarımburgaz Mağarası

İstanbul, ister bu şehirde yaşayın ister yaşamayın, herkesin zihninde kocaman bir metafor… Karşılığı her şey olabilir; bazen deniz, bazen kalabalık, bazen boğaz, bazen taze balık kokusu, bazen açılmayan bir trafik, bazen entelektüel bir ortam, bazen sonsuz bir yol, bazen ise eski bir kalıntı. Bundan dolayı İstanbul hem mekanda hem olayda hem de zamanda sınırsız bir şehir. Bu sınırsızlık öyle ki kentte yaşayanların kafasını fazlası ile karıştırmış durumda. Evet, bu üç şeyin toplamı İstanbul ama gerçekte İstanbul territoryumunun sınırı neresi? Acaba bunu belirlerken hangi zamana göre düşünmeliyiz? Koloni kurmak için Megara’dan yola çıkıp boğazın etrafında yerleşenlerin zamanına mı yoksa 400 binyıl önce insanın hâlâ insanlaşmaya çalıştığı, Küçükçekmece’de bir mağarada yaşadığı zamana göre mi? Yoksa bugün bir ucu neredeyse Çorlu bir ucu Kocaeli’ne dayanan İstanbul’u mu sınır kabul edeceğiz? Bana sorarsanız herkesin kendine ve kendi dünyasına göre bir sınırı var. Belki 30 yıldır İstanbul’da oturup da hiç deniz görmeden yaşayan birine göre İstanbul denizi olmayan bir şehirken, boğazın etrafından ayrılmadan yaşayan kişi için İstanbul sadece deniz anlamına gelebilir.
Bugün İstanbul’un en uzak köşelerinden birine Küçükçekmece’ye giderken, hem İstanbul'un hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın en eski yerleşim alanından biri olan Yarımburgaz Mağarası’na uğrayacağız. Küçükçekmece Gölü’nün 1,5 kilometre kuzeyinde, kireçtaşı bir dağın içini oyan bir akarsu tarafından uzun bir sürede oluşmuş mağarada günümüzden 400 bin yıl önce İstanbul’un ilk sakinleri (Homo Erectus’lar), küçük gruplar halinde yaşarlar.
Yarımburgaz Mağarası, ilk olarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren tanınmaya başlamıştır. 1960’lı yıllardan sonra ise arkeolojik anlamda önemi fark edilir. Ş. Aziz Kansu tarafından yürütülen kazı çalışmalarında Paleolitik Dönem’e ait taş eserler, hayvan kemikleri ve seramik parçaları ele geçirilmiştir. 1988–90 yılları arasında ise çalışmalar İstanbul Üniversitesi’nden değerli bilim adamı Prof. Dr. Güven Arsebük’ün oluşturduğu bir ekip ve California Üniversitesi’nin ortak çalışmaları ile yürütülmüştür.
Yarımburgaz Mağarası’nı, “Türkiye’de Pleistosen’e ait çeşitli fosil kalıntılarının kültürel belgeler ile birlikte elde edildiği ender buluntu yerlerinden biri” olarak nitelendirir Güven Arsebük. Bilim insanlarının “Aşağı” ve “Yukarı” olarak iki bölümde incelediği Yarımburgaz Mağarası’nın yaklaşık 1,5 metrelik kültür katmanında Alt Paleolitik Çağ’a kadar uzanan buluntular ele geçmiştir. Mağaranın havasal ortamının uygun olması nedeni ile kemik buluntular neredeyse hiç bozulmadan günümüze ulaşabilmiştir.
Yarımburgaz’ın önemi; uzun bir süre insan gruplarının ve hayvanların dönüşümlü olarak mağarayı birlikte kullanmalarında saklıdır. Mağaradan elde edilen kemik analizlerinden anlaşıldığına göre; kış döneminde ayıların mağarayı kış uykusuna yatmak için kullandıkları tespit edilmiştir. Olasılıkla ayıların mağarayı terk ettikleri zamanlarda insanlar geçici barınak alanı olarak mağaradan yararlanmış olmalıydılar. İstanbul’un bu ilk sakinleri olan Homo Erectus insanlarının, alet olarak bugünkü teknolojinin ilk ataları olan taş yongalarla ya da taştan kıyıcı satırlar, hayvan kemikleri ile iç içe ele geçmiştir. Buradan çıkan yüzlerce taş alet, bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri İstanbul seksiyonunda sergilenmektedir.
İstanbul’un bilinen en eski sakini olan Homo Erectus insanları; kadın, erkek ve çocuklardan oluşan 20-25’er kişilik gruplar halinde, binlerce yıla yayılan uzun bir zaman aralığında mağarayı barınak olarak kullanırlar. Olasılıkla o dönemde Küçükçekmece Gölü, bugünkü gibi mağaradan uzak değil çok daha yakındır. İstanbul, dünyanın yaşadığı tektonik hareketler ile birlikte daha sonraki dönemlerde şekillenmişti. Yani mağara Homo Erectuslar tarafından kullanımdayken, boğaz ve çevresi henüz oluşmamıştı (boğazların günümüzden 9 binyıl önce oluştuğu düşünülüyor). Bu nedenle, bugün bir boğaz ve bu boğazın çevresinden oluştuğu düşünülen İstanbul için, o zaman iklimsel açıdan daha yumuşak olan Küçükçekmece Gölü etrafı tercih edilmiş olmalıydı. İlk İstanbullu Home Erectus insanlarının su kaynağına yakın bir yerde yerleşim kurmuş olmaları; gölün etrafında yenilebilir meyve, ot ve avlanılabilir küçük hayvanlara kolayca ulaşabilmeleri açısından önemli olmuştur.
Binyıllar boyunca hiç aralıksız kullanılan Yarımburgaz Mağarası’nın içerisinde ele geçen Neolitik ve Kalkolitik dönemlere ilişkin buluntular, Anadolu’dan Avrupa’ya doğru yayılan Neolitik tarım topluluğunun izlerini barındırması açısından oldukça önemlidir. Mimari kalıntılar açısından ise mağaranın içinde ve dışında Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde dini amaçlı olan yapıların yapıldığı tespit edilmiştir. Hellenistik Dönem’de mağaranın yakınında bir kült alanı oluşturulduğu, Roma Dönemi’nde mağaranın iki bölmesini birbirine bağlayan rampanın alt ve üst kısımlarına tapınak amaçlı nişlerin yapıldığı ve Bizans Dönemi’nde ise mağaranın iç kısmına iki katlı bir kilisenin yapıldığı ve duvarlarının fresklerle kaplandığı görülür.
İstanbul’un ilk yerleşim alanı ve ilk İstanbullulara ait kültürel kalıntıların ele geçtiği Türkiye’nin en eski yerleşim alanı YARIMBURGAZ MAĞARASI, bugün tahrip edilmiş, dinamitlenmiş ve üzeri sıvalarla kapatılmış freskler ile birlikte yok olmayı bekliyor.
1980’li yıllara kadar kısmen tahribata uğrayan mağara, bu tarihten sonra büyük bir yok oluşa da sahne olmuştur. Mağaranın geç dönemlerine tarihlenen Hellenistik, Roma ve Bizans kalıntıları; İSKİ tarafından inşaat makineleri ile inşaat amaçlı tahrip edilmiştir. 1968 yılına kadar mağara Yeşilçam’ın film seti olarak kullanılır. Altı yıllık sürede 6 filmin çekildiği bilinen mağarada, Bizans fresklerinin üzeri kapatılarak yok edilir. En büyük tahribat ise yukarı mağarada çekilen bir bilim kurgu filmi için mağaranın tabanında açılan 2 metre derinliğindeki kuyuda gerçekleşir. Kazılan hendeğe su doldurulur ve sonrasında dinamitle patlatılır. Mağaranın yok edilişi bununla da sınırlı kalmaz. Özel bir kuruluş, mağaranın içinde mantar yetiştirme izni almış ve burada inşaat yapmıştır. Sonrasında bu mantar yetiştiriciliği, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü hocalarının girişimi ile durdurulur. 1986 yılına doğru İSKİ binasının inşaatı tamamlanınca mağarada kaçak kazılar başlar ve mağaranın içerisi iş makineleri ile düzeltilerek tesviye edilir. Böylece İstanbul’un ilk sakinleri olan Homo Erectus insanlarının kalıntıları ve sonraki dönemlere ait kalıntılar bir daha tamamlanamayacak hale getirilir. Bugün girilmesi zor olmasa da, ön tarafı kafes benzeri çağdışı koruma önlemleri ile kapatılan mağaranın girişi ve etrafı çöp alanı olmaktan kurtulamıyor.
Geçmişini Geleceğinde Barındırmayan Şehir İSTANBUL! Sanırım bu cümle, özellikle de son 50 yılın İstanbul’unu anlatmak için oldukça yerinde bir ifade. Bu hafta, Aktüel Arkeoloji Dergisi’ne yazıları ile renk katan değerli iki bilim insanı Prof. Dr. Güven Arsebük ve Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın, uzun yıllar boyunca hem anlaşılmasına hem de korunmasına büyük gayret gösterdikleri İstanbul’un en eski yerleşim yeri olan Yarımburgaz Mağarası’nı konu aldık. Bir sonraki yazımızda İstanbul’un iki eski Neolitik yerleşimi olan Fikirtepe ve Pendik anlatacağız.
İyi okumalar…

Aktüel Arkeoloji Dergisi
 


ARŞİV