Kemikler, kaslar ve cilt sağlığı başta olmak üzere tüm vücudun ihtiyaç duyduğu bir protein türü olan kolajenin, tablet, sıvı, kapsül, hatta sakız yoluyla dışarıdan takviyesi oldukça yaygın hale geldi. Eklem-kemik ağrısı çeken, cildinin yıprandığına inanan hemen hemen herkes, ya kendi iradesi ya da doktor tavsiyesi ile kolajen takviyesi alıyor.
Son yıllarda popülaritesi oldukça artan kolajenin bu kadar yaygın kullanımı bir reklamcılık başarısı mıi? Kemiklerin güçlenmesinde, kasların onarılmasında, cildin yenilenmesinde, kendisine atfedildiği gibi güçlü bir etkisi varmı? Dışarıdan takviyesi gerekli ise ne kadar tüketilmeli? Kolajen kullanımı güvenli midir? Sürekli kullanmak gerekli mi…?
Bu soruların yanıtları için görüştüğümüz Uzman Dermatolog Dr. Zahide Eriş, bir anda ortaya çıkan kolajen popülerliğinin haklı ve bilimsel gerçekliği olan bir popülerlik olduğunu savundu.
“VÜCUDUN HAYATİ YAPITAŞIDIR”
Kolajenin; cildin, kemiklerin, kıkırdak ve tendonların yapısal bütünlüğüne yardımcı olan bir protein olduğunu söyleyen Uzman Dr. Eriş, “Hücreleri bir arada tutan, cildi güçlendiren ve elastikiyet kazandıran yapısal proteinlerden biridir ve yeni deri hücresi oluşumuna katkıda bulunur. Öncelikle kolajen için vücudun hayati yapıtaşlarından biri diyebiliriz. Vücut bağ dokusunun %80 gibi büyük bir bölümünü oluşturuyor. 3'e ayrılan kolajenin her versiyonu vücutta farklı bir görev üstleniyor. Tip1 kolajen cilt, saçlar ve tırnaklar için oldukça önemli. Tip2 kolajen ise eklem ve kıkırdaklarda yoğun olarak bulunuyor. Son olarak Tip3 kolajen ise sindirim yolu, damar sistemi ve yine deride yer alıyor” dedi.
Uzman Dr. Eriş, “Tip1 kolajen, ciltte kırışıklık ve sarkmaların giderilmesine, cildin yenilenmesine, gözenek görünümünün azalmasına ve cilt sağlığının korunmasına yardımcı oluyor. Saç ve tırnakların güçlenmesini, aynı zamanda da daha hızlı uzamasını sağlıyor. Ayrıca cilt yapısını ve dolaşım sistemini iyileştirdiği için selülit görünümünün azalmasına yardımcı oluyor. Tip2 kolajen kemik ve eklem hastalıklarının önlenmesine yardımcı oluyor, spor sonrasında kas oluşumunu destekliyor. Tip3 kolajen ise sindirim sistemine faydalı ve damar yollarının yapısını güçlendiriyor ve kalp hastalıkları risklerini azaltıyor” ifadelerini kullandı.
“YAŞLANMAYLA ÜRETİMİ DÜŞÜYOR”
Vücuttaki kolajen üretiminin zamanla azaldığına dikkat çeken Uzman Dr. Eriş, “Vücudumuzun kolajen üretimini yaşam biçimimiz, yaşadığımız iklim ve beslenme alışkanlıklarımız etkiliyor. Doğal bir süreç olan yaşlanma ile de kolajen üretimi azalıyor. Ortalama bir insan vücudunda 25 yaş sonrası yılda %1 ile 2 aralığında kolajen üretimi düşüşü oluyor. 40 yaşına ulaşıldığında, 30 yaş öncesine kıyasla vücudumuzdaki kolajenin yüzde 10 ile 20 aralığında bir kaybı oluyor. Yaşımız ilerledikçe bu sebeple cilt elastikiyetinde azalma, ciltte kuruma, incelme, sarkma, kırışıklıklar, güneş lekeleri, saç kalitesinde bozulma ve tırnaklarda kırılma ortaya çıkar. Kolajen yaşlanma belirtilerini hafifleterek, kişinin daha parlak ve canlı bir cilde sahip olmasına ve daha genç görünmesine yardımcı oluyor” dedi.
“KAYBI TAKVİYELERLE MÜMKÜN”
Kolajen kaybının beslenme alışkanlıkları ile önlenebileceğini hatırlatan Uzman Dr. Eriş, “Kolajen kaybını belirli beslenme alışkanlıkları edinerek ve zararlı tüketim alışkanlıklarından vazgeçerek belirli bir düzeyde önleyebiliriz. Kemik suyu, kırmızı meyveler, koyu yeşil yapraklı sebzeler, soya ürünleri, sarımsak, mor meyveler, süt ve süt ürünleri doğal kolajen içeren başlıca gıdalardır. Özellikle kemikli etler ve sakatat grubundaki hayvansal gıdalar, yüksek oranda doğal kolajen içerirler. Fakat modern hayatta doğal besinlerin bozulmasıyla birlikte bunlardan ne kadar kolajen aldığımızı da bilmemiz şu anda çok mümkün değil. Özellikle 40 yaş ve menopoz sonrası vücudun artık kolajen üretme kabiliyetinin zayıflaması sonucunda kaybedilen kolajenlerin geri konulması, ancak bunun için özel olarak geliştirilmiş takviyelerle mümkün olmaktadır.” diye konuştu.
“ÜÇ AY KULLANILMASI GEREKİYOR”
Kolajenin nasıl kullanılması gerektiğini hakkında da bilgi veren Uzman Dr. Eriş, “Kolajen kullanımı yaşa ve cildin deformasyon derecesine göre değişir. Klinik çalışmalarda kolajenin etkisini görebilmek için en az 3 ay kullanılması yönündedir. Kolajenin bu 3 aylık süre boyunca hiç ara verilmeden kullanılması önemlidir. Kolajen desteğinin 3 ay sürekli kullanılmasıyla deri kırışıklıklarında azalma, deri elastisitesinde artış, hidrasyon (su tutma) ve dermal kolajen yoğunluğunda artış sağladığı gözlenmiştir. Kolajen takviyesinin genellikle güvenli olduğu ve bildirilmiş bir yan etkisi olmadığı belirtilmektedir. Kolajen takviyelerinin tablet, kapsül, toz ve sıvı formları mevcuttur. Toz ve tablet ürünlerin kullanımı zordur. Sıvı ürünleri, kullanım kolaylığı ve emilim oranlarının yüksek olması nedeniyle tercih edilmelidir” dedi ve şöyle devam etti: “Önerilen günlük doz, doğal kolajen (kemik tozları) için 7.5 - 10 gram, hidrolize peptit kolajenler için de 2.5 - 5 gram arası dozlardır. Kolajen takviyelerinin daha çok emilebilmesi ve en yüksek biyolojik yararının sağlanabilmesi için 3000 dalton civarında moleküler ağırlığı olan düşük molekül ağırlıklı kolajenleri tercih etmeliyiz. Molekül ağırlığı çok yüksek olan toz ve tablet kolajenlerin emilimi yetersiz olduğu için yararları azalmaktadır.”
“HAKLI BİR POPÜLERLİK”
Kolajenin günümüzdeki popülerliğinin haklı bir popülerlik olduğunu savunan Uzman Dr. Eriş, “Kanaatimce bir anda ortaya çıkan kolajen popülerliği aslında haklı ve bilimsel gerçekliği olan bir popülerlik. Fakat her ürüne güvenmemek gerekir. Gerçekten her alanda olduğu gibi güvenilir laboratuvarlarda üretilen ve güvenilir markaları kullanmak gerekir. Kolajen takviyeleri için doktorlardan destek istemek doğru olacaktır.” dedi.