Kentsel dönüşüm çalışmalarıyla yenilenen ve daha da büyüyen İstanbul, geçmişiyle olan bağını gittikçe yitiriyor. İstanbullular ise yaşadıkları kentin tarihi, kültürel ve sosyal özelliklerinin farkına, ya sanatsal ya da mimari çalışmalarla varıyor. Ancak bu çalışmalar sadece merkezi semtleri konu ediniyor. Kadıköy Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras ve Kent Belleği Çalışma Grubu bu eksikliği giderme yolunda bir adım atarak, 2015 yılı projesi olarak Hasanpaşa Mahallesi’ni mercek altına almıştı.
Grup, Hasanpaşa’da bugüne ulaşan sivil mimari örneklerinin fotoğraflarla kayıt altına alınması ve bu faaliyetin bir sözlü tarih çalışmasıyla desteklenmesini hedefledi. Asiye Yavuz’un koordinatörlüğünde gerçekleştirilen çalışmanın fotoğrafları İsmail Şevket Baki’ye ait. Cemal Küçüksezer’in yaptığı sözlü tarih çalışmasının editörlüğünü de Filiz Sever üstlendi. Şehir Coğrafyası Öğretim Üyesi Turgay Gökçen de Hasanpaşa’nın tarihiyle ilgili kaleme aldığı makalesiyle çalışmaya destek verdi. Gazete Kadıköy olarak, Hasanpaşa’nın ve Kadıköy’ün tarihine ışık tutacak olan sözlü tarih çalışmasının önemli noktalarını sizinle paylaşıyoruz.
10 EVDEN KOCA BİR SEMTE...
Hasanpaşa, Acıbadem’in Dörtyol’dan başlayarak Kuruçeşme’ye kadar olan kesimi ile Kurbağalıdere arasında uzanan alanda yer alıyor. Turgay Gökçen’in verdiği bilgilere göre, Anadolu yakasının ihtiyacını karşılamak üzere, İstanbul’da havagazı üretimi yapan üçüncü fabrikanın 1892’de burada kurulmasından sonra semt, “Gazhane” olarak da anılmaya başlanmış. Bugün Hasanpaşa olarak bilinen alan, 17.yy’ın başlarında Kızlarağası Mısırlı Osman Ağa’nın mülküydü. 1630’da IV.Murad, bu alanları kamulaştırmış, 1800’de ise bölgedeki topraklar III.Selim’in mülkiyetine geçmiş. II.Mahmud döneminde (1808-1839) gezinti ve av yeri olan Hasanpaşa, Abdülmecid döneminde (1839-1861) Kapıcıbaşı Hüsameddin Efendi’ye armağan edilmiş. Hüsameddin Efendi’nin ölümünden sonra da topraklar vârisleri tarafından satılmış.
Gökçen’in ifadelerine göre, Hasanpaşa 19.yy’ın sonlarına kadar, yoğun bir yerleşim alanı değildi. Kauffer haritalarında bugünkü Hasanpaşa Mahallesi topraklarının, bağlar, bahçeler ve çayırlarla kaplı olduğu görülüyor. 1876’da Romanya ve Bulgaristan’dan gelen göçmenler İkbaliye sırtlarına yerleştirildiğinde bile buralarda ancak 8-10 ev bulunuyormuş.
DÜŞÜK GELİRLİLERİN MEKANI
“1900’lerin başından itibaren Hasanpaşa, özellikle Türklerin tercih ettiği bir semt olmuş ve yerleşim giderek yoğunlaşmış” diyen Gökçen, şu bilgileri paylaşıyor: “ O tarihlerde Kadıköy’de, Rumlar daha çok Moda ve kısmen Yeldeğirmeni, Ermeniler Altıyol, Bahariye; Museviler Yeldeğirmeni; Türkler ise Hasanpaşa ve Yeldeğirmeni’nde otururlardı. II.Abdülhamid döneminde (1876-1909) bahriye nazırı olan Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, daha önce bir yangın sonucu ortadan kalkan Divittar Camii’nin yerine semte 1901’de yeni bir cami yaptırmış. Mahallenin adı da, Osman Ağa Mahallesi’nden ayrıldıktan sonra, 10 Aralık 1930’da Kaptan Hasan Paşa olmuş. 1990 nüfus sayımına göre 10.503 kişinin yaşadığı Hasanpaşa, 1980’lere kadar, orta ve düşük gelir gruplarının konut alanı olma özelliğini taşıyordu. Bugün, Kurbağalıdere Caddesi ve Uzun Çayır Sokağı, Kadıköy Belediye binasından başlayarak bir iş ve ticaret aksı olarak gelişmektedir. Diğer yandan, Acıbadem semti ile sınır oluşturan alanlardan itibaren, eski konutlar hızlı bir şekilde yıkılmakta, yerlerine yeni binalar ve siteler yapılıyor.”
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ?
Turgay Gökçen’in ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Hasanpaşa, 1900’lü yılların başında konaklarıyla, geniş bahçeli köşkleriyle ünlüydü. Ancak yoğun yapılaşma hareketleri, bu yapıların ayakta durmasını engellemiş. Birçoğunun yıkıldığı, ayakta kalanların ise haylice yıprandığı bu yapılar ne zaman yapıldı, içinde kimler yaşadı?
KARİKATÜR EVİ’NİN İLK SAKİNLERİ
Cemal Küçüksezer’in araştırmasına göre; Kadıköy Belediyesi’nin restore edip “Karikatür Evi” olarak kullanılan ahşap evin son sakinleri Ali Usta’nın ailesi idi. 1990’lı yıllarda Ali Usta ailesi ile bu evde oturur, bahçede kurduğu atölyesinde boru, baca, depo gibi sac işleri yaparmış. Ahşap evin bir önceki kiracısı, 1960’lardan beri burada oturan belediye zabıtası Mecit Bey’in ailesiymiş. Mecit beyler, karşı köşedeki konak (ıtriyat deposu) yandığında, evlerini sıçrayan kıvılcım ve alevlerden zorlukla koruyabilmiş.
MUTLU ÇİFTİN YUVASI
Andelip Esat Sokak’ta dere kenarında, bahçe içinde yer alan 19.yy sonlarından bugüne kalan iki katlı ahşap sayfiye köşkü ise Dr. Ali Rıza Gültekin ailesine aitmiş. Ali Rıza Bey ve eşi 1940’lı yıllarda bu köşkte yaşamış. Köşkün kuzeydoğusundaki parsel de aynı kişiye ait olup, evin hizmetkârı buradaki bir kulübede yaşamış. Bugüne kalan nadir yapılardan biri olan bu köşk şimdilerde restoran olarak kullanılıyor.
ARABACI İBRAHİM’İN EVİ
Ahmet Rasim Sokak ile Ali Ruhi Sokak’ın köşesinde bulunan iki buçuk katlı bu ahşap evde ise 1930’lardan bu yana aynı aile oturuyor. Romanya’dan göç eden ailenin reisi İbrahim Efendi arabacılık yaptığı için hatırlarda “Arabacı İbrahim” olarak kalmış. Onun oğlu Remzi de önceleri babasının mesleğini sürdürmüş, Otosan Fabrikası açılınca burada çalışmaya başlamış. Adalet Hanım ve Muzaffer kardeşler de bu evin sakinlerinden. Evin Ali Ruhi Sokağı’na bakan duvarının bitişiğindeki evde de Zehra Hanım ile kardeşleri yaşamış, burası bugün yarı yarıya yıkık vaziyette. Eskiden karşılıklı iki katlı evlerin bulunduğu sokaktan Kurbağalıdere Caddesi’ne gidilirken sağ kolda bu evlerden birinin sadece yangın duvarı göze çarpıyor. Sokağa 1930’larda ismi verilen Ali Ruhi Bey, Tanzimat Dönemi şairlerinden olup; Ertuğrul gemisi ile Japonya’ya gidiş yolunda hastalanmış, tedavi gördüğü Singapur’da vefat etmiş. Bu sokaktan Kurbağalıdere Caddesi’ne çıkılırken sol köşede 1940’lı yıllarda Süleyman Efendi’nin odun kömürü ve hayvan yemi sattığı dükkân, sağ köşede ise küçük bir Francala fırını varmış.
NURETTİN’İN DÜKKÂNI
Kurbağalıdere Caddesi üzerindeki 19.yy sonlarından kalma bu iki ahşap ev bugün hala ayakta ama oldukça bakımsız bırakılmış. Giriş katı tuğla örülü, ahşap süslemeleri ile dikkat çeken, 19.yy sonlarında yapılmış bu üç katlı ahşap ev hâlâ kullanılıyor. Binanın alt katında 1960’lı yıllarda berber Nurettin’in dükkânı bulunuyormuş, şimdi ise üst katında bir dikiş atölyesi faaliyette. İki katlı kâgir binanın giriş katında ise 1960’lı yıllarda Cezaydin Efendi’nin bakkal dükkânı varmış.
DEMİRCİ RESUL’DEN ABDULLAH BEYE
Nazifbey Sokak ile Faik Bey Sokak’ın köşesinde bulunan bahçe içindeki iki katlı, sarı boyalı, bakımlı tarihi ahşap ev orijinal haliyle korunabilmiş. 1950’li yıllarda bu evde Demirci Resul ve Metin’in akrabalarının oturduğu rivayet ediliyor. 1940’lı yıllarda ise bu evde Emlak Kredi Bankası avukatı Abdullah Saip Tamtürk ailesi yaşamış.
MAHİR ÇAYAN’IN ANNE EVİ
Hasanpaşa’da köşkler ve konakların dışında 1940’ların mimari yapısını yansıtan iki katlı kâgir evler de bulunuyor. Küçüksezer’in verdiği bilgilere göre bu evlerin arka bahçeleri dereye bakıyormuş.Andelip Sokak’ta bulunan bu evlerden birinde 1970’li yılların başlarında Mahir Çayan’ın annesi yaşamış, Çayan’ın burayı ziyaret edebileceğini düşünen polis de Mülayim’in kahvesini mesken tutarak bu sokağı gözaltına almış.
ALİ EKBER’İN KAHVESİ
1940-50’li yıllarda Kurbağalıdere Caddesi’nin bugün trafik ışıkları ve yaya geçidinin olduğu yerde, Ali Ekber’in açıp uzun süre işlettiği bir kahvehane varmış. Bu dükkânın işletmecileri değişse de ismi hep “Ali Ekber’in Kahvesi” olarak kalmış. 1960-70’li yıllarda burayı mahallenin kabadayı tayfasından Ömer, Rafet ve Kemal kardeşler devralmış. 1940’lı yıllarda kahvehanenin önünde, Ahmet Efendi fırınının tam karşı hizasında yer alan çeşmeden şebeke (Terkoz) suyu akar, bazı mahalle sakinleri buradan kaplarına doldurdukları suyu evlerine götürürmüş.
KEMİKLİ ÇAYIR
Kadıköy Kent Konseyi’nin yaptığı çalışma sadece köşklerle sınırlı değil. Cemal Küçüksezer’in araştırmalarına göre, Galatasaray Kulübü 1906 yılında bugün Kadıköy Belediye Başkanlığı binasının bulunduğu yerdeki bu çayırı antreman sahası olarak kiralamış ve bir süre kullanmış. Sporcular soyunup giyinmek için Kuşdili’ndeki Lazar’ın kahvehanesinden yararlanırlarmış. Çayır 1960 sonları ve 1970 başlarında yıkıcıların eski evlerden sökülen malzemeleri sattıkları büyük bir pazara dönüşmüş. Akla gelebilecek her tür tarihi ahşap yapı elemanı burada yok pahasına satılmış. Bu alanda yapılan kazılarda Helenistik döneme ait çokça mezar ortaya çıktığından, 60’lı yılların gençleri buraya “Kemikli Çayır” adını takmış.