Araba kornasından simitçi bağırışına, vapur düdüğünden inşaat gürültüsüne envaiçeşit ses ile bezeli İstanbul’un bu zenginliği, ses alanında çalışan uzmanların ilgi alanında. Istanbul Soundscape Project (ISP) adlı ses projesinin yürütücülerinden Özcan Ertek de onlardan biri. Müzisyen ve ses mühendisi olan Ertek’e, hem ISP’yi hem de Haydarpaşa Garı’na dair yapacakları çalışmayı sorduk.
Şehrin sesleri ile nasıl ve neden ilgilenmeye başladınız?
Şehrin sesleriyle çocukluğumdan beri ilgiliydim ancak bu ilginin ciddiyetini master eğitimimde soundscape ekolojisiyle ilgili okumalar yaptıktan sonra anladım.
ISP nedir tam olarak? Ne zaman ve hangi amaçla böyle bir çalışmayla yola çıktınız?
Günlük kent yaşamına işitsel bir perspektiften bakan ve şehrin akustik ekolojisiyle ilgili farkındalık yaratmayı amaçlayan bir proje. Akustik ekoloji, R. Murray Schafer tarafından şehirlerin ses çehresine dikkat çekmek için ortaya atılan bir kavram. Schafer’in çalışma arkadaşı Truax, “insan ve sonik ortamlar arasındaki sistematik ilişkilerin incelenmesi” olarak tanımlıyor soundscape ekolojisini. Oxford sözlüğü ise “belirli bir yerde duyulan ve bir bütün olarak kabul edilen sesler” diyor. Soundscape ekolojisi, parkların, koruma altındaki alanların çevresel kalitesinin değerlendirilmesinde, kentsel planlama ve tasarımda ve antropolojide ve iklim değişikliklerinin etkilerinin uzun vadede izlenmesinde önemli uygulamaları olan bir alan.
Yani her ses sizin ilgi alanınızda mı?
Dünyada şehirler dahil ekosistemin bulunduğu ve bu ekosistemin çıkardığı sesin kayda alınabildiği her durum, akustik ekolojinin çalışma alanına giriyor. Bir bölgede, şehirde nasıl önemli ve korunması gereken mimari yapılar ve özellikler varsa, şehirlerin aynı şekilde farkına varılması gereken bir akustiği ve ekolojisi var.
Peki İstanbul’un akustiği ve ses ekolojisi nasıl?
İçinde insanların, toplu taşıma araçlarının,inşaatların, trenlerin, vapurların ya da sokakta top oynayan çocukların seslerini barındıran bir ekosistem bu. İçeriğini dinlediğimizde bu şehrin özelliklerine dair bir çok bilgi ediniyoruz. Korunması gereken bir akustikten bahsederken, örneğin İstanbul Şehir Hatları vapurlarının sesleri, İstanbul’a özel, İstanbul’un kimliği açısından çok önemli ve kaybolmaması gereken seslerdir. Yeni vapurlar geldiğinde ve eskileri ıskartaya çıkartıldığında, İstanbul’un kimliği için önemli olan bu seslerden mahrum kaldığımızı düşünebiliriz. Hafızamızda kör bir noktaya kaymış oluyor o sesler. Akustik ekoloji bu yüzden, yapılan kayıtlarla ve dinleme pratiğiyle, bir bölgenin kendine has özelliklerini yansıtan akustiğiyle alakalı farkındalık yaratıyor, bize inceleyebileceğimiz ve üzerine düşünebileceğiz bir alan yaratıyor. Istanbul Soundscape Project, buradan yola çıkarak şehrin hızla değişen kent atmosferi karşısında bir şeyler yapma, bir düşünme fırsatı yaratmayı amaçlıyor.
Mesela somut bir örnek verseniz…
Bir çocuk parkındaki sesleri kaydederek, o çocuk parkının yanına yapılacak bir kompleksin oradaki çocuklar için zararlı olabileceğini ses kayıtlarıyla ifade edebiliriz. Bunun bir çok örneği var. Kanada’da bir ormanda orası için zararlı olabilecek bir proje başlamadan önce ‘soundscape’ araştırmacıları ormandaki ekolojiyi arşivleyen kayıtlar yapıyorlar. 10 yıl sonra, tüm uyarılara rağmen iptal edilmeyen bu proje sonrası yapılan ikinci kayıtta, ormanda yaşayan canlıların bir çoğunun öldüğü ya da ekosistemi terk ettiği anlaşılıyor. Bu akustik ekolojinin ne kadar önemli olduğuyla alakalı iyi bir örnek. Istanbul Soundscape Project de bu yüzden sesle ilgilenen herkesi şehrin farklı bölgelerinde ses kayıtları yaparak kentin akustik çehresini -hızlı değişimler karşısında kıyaslamak ve bundan veri elde etmek- üzere arşivlemeye davet ediyor. STK ve derneklerle işbirliği yaparak şehrin geleceğinde söz sahibi olmayı amaçlıyor, bu yüzden İstanbul’u dinliyor, kaydediyor ve arşivliyor.
Kaç kişilik/nasıl bir ekipsiniz?
ISP kolektif bir proje. Profesyonel ya da amatör olarak sesle, şehirle, mimariyle ve kent yaşamıyla ilgilenen herkes ISP çatısı altında işler üretebilir. ‘Tarlabaşı’nda Bir Ev’ açık çağrı yapmak için çok az bir zaman olduğundan solo bir iş olarak ortaya çıktı. Ancak ‘Haydarpaşa’da Bir Gar’ etkinliğinde daha kalabalığız. Açık çağrıya cevap veren, bir işle katkıda bulunmak isteyen bir çok isim var. Selçuk Artut, Pieter Snapper, Sinan Kastelli, Tuna Pase, İpek Görgün, Pieter Snapper, Görkem Özdemir, Esra Genç, Ahmetcan Gökçeer, Gökalp Kanatsız gibi öğrenciden doktoralı akademisyenine kadar usta çırak ayrımı yapmaksızın geniş bir skalada ses sanatçısı eserlerini sunacak. Şimdiden etraftan bir sürü fikir belirten, katkıda bulunmak isteyen insan oldu. İleride yapılacak okuma grupları ve ses kayıt seanslarıyla sayının daha da artacağına inanıyorum. ITU MIAM, Bilgi Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi vb. üniversitelerin Müzik ve Ses Teknolojisi bölümlerinden mezun insanlar da var, Mimar Sinan Üniversitesi’nde Felsefe okuyan öğrenciler de.
İlk etkinliğinizi Tarlabaşı için yapmıştınız. Kentsel dönüşüm sürecindeki Tarlabaşı sokaklarının sesleri, Beyoğlu’ndaki Peyote’de düzenlenen ‘’Tarlabaşı'nda Bir Ev’’etkinlik gecesinde sahnede yankılanmıştı geçen ay. Nasıl bir deneyimdi?
Tarlabaşı etkinliği orada yaşayan halkın günlük yaşamıyla alakalı bilgi edinmek için önem taşıyordu. Bölge sakinlerinin orada yaşarken ne duyduklarıyla, sessel çevrelerinin nasıl değişmiş olabileceğiyle ilgili fikir sahibi olma fırsatı yakaladım. Kentsel dönüşüm sürecinin hali hazırda devam ettiği Tarlabaşı sokaklarının sesini kaydettik ve bu materyali kullanarak enstelasyonlar ürettik. Tarlabaşı’nda gittikçe genişleyen ve mahkeme kararına rağmen sesini duymaya devam ettiğimiz büyük inşaatlara rağmen mahalle hayatı sürüyor. Sokakta koşuşturan bir çok çocuk, kaynağı belli olmayan bir radyodan gelen cılız müzik sesleri, meydandaki kahvede insanlar, köşe başlarında gençler, arka sokaktan yürüyerek geçen bir müzisyenin enstrümanının sesi, farklı dillerde çağrılar... Bunların hepsi oradaki yaşamla ilgili bize bilgi veren, oranın akustik çehresinin öğeleri. Kentsel dönüşüm sürecinden, yapılacak otellerden sonra orada duymaya değer nasıl sesler olacağı şimdilik bir merak konusu. Bu yüzden Tarlabaşı sokakları hala oradayken o çalışmayı yapmak önemliydi.
Şimdi neden Haydarpaşa Garı’nı seçtiniz?
Haydarpaşa sesleriyle ve yapısıyla İstanbul’un kimliğiyle özdeşleşmiş bir yer. Hali hazırda uzun yıllardır yokluğunu hissettiğimiz, uzun zaman önce kaybettiğimiz, geri gelmesi umudunu içinde hissettiğimiz ’kayıp’ bir mekân. Haydarpaşa-Gebze tren hattı şehrin yarısının kullandığı bir güzergahtı. Ben de çocukluğumda sıklıkla seyahat ettim bu hatta. Bir çok insanın hafızasındadır banliyö trenleri ve onların sesleri. Haydarpaşa Garı, İstanbul'un akustik ekolojisine olan katkısıyla büyük bir önem taşıyor. Trenler kalkarken vapurların yanaştığı, çevresindeki bir çok kuşun vapurlara eşlik ettiği, çok ilginç bir ekolojiye sahip bir mekan. Bir yerin sessel çehresini kullanarak, o materyalle, orası için üretilen soundscape kompozisyonu o bölgenin ya da mêkanın, ekolojik, sosyal, tarihsel ve kültürel dinamikleriyle ilgili bilgiler barındırır, bu yüzden o eseri dinleme edimini de, o konseri de otomatikman hem kişiselleştirip, hem politikleştirir. Haydarpaşa’nın demiryolu tadilatı gerekçesiyle senelerce kapalı kalması, otel olarak satılığa çıkarılacağı söylentisi, çatısının yanması, yeniden hizmete gireceğinin açıklanması gibi süreçler garın tarihsel rolünü de düşündüğümüzde üzerine fazlasıyla düşünmemiz gereken çok büyük olaylar. Bu yüzden Haydarpaşa, bir soundscape konserinin teması için fazla iyi bir konu. Dünyada bu kadar önemli bir mekanın böylesine kötü politikalarla kaderine terkedilmeye çalışılmasının başka bir örneği olduğunu sanmıyorum. Seçmemizin en önemli nedeni bu. Bu etkinlik Haydarpaşa’nın şehir hayatındaki yeri ve önemiyle alakalı olduğu kadar onun yokluğunda hissettiklerimizle, içimize attıklarımızla da ilgili.
Haydarpaşa’nın şuanki ‘sessizliği’ üzerine neler söylemek istersiniz?
‘Soundscape’in bir manzara tarafından üretilen tüm sonik enerji olarak tanımlandığını söylemiştim. Üç ayrı sonik kaynağın üstüste binmesi oluşturuyor bu enerjiyi: jeofoniler, biyofoniler ve antrofoniler. Jeofoniler, rüzgarlar, yanardağlar, deniz dalgaları, akarsu, yağmur, gök gürültüsü, fırtınalar, yıldırım, çığlar, depremler ve sızıntı gibi biyolojik olmayan doğal maddeler tarafından üretilen sonik enerjinin sonucudur. Biyofoniler hayvan seslendirmelerinin sonucudur (şarkı, iletişim ve alarm çağrıları, sesler). Antropiler, teknik cihazların (motorlar, bıçaklar, tekerlek devreleri, endüstriler vb.) ürettiği tüm seslerin bir sonucudur. Rüzgar, deniz dalgaları, garın önünden geçen vapurlar ve martılar sayesinde üç tür kaynak da orada mevcut olmasına rağmen bir şeylerin eksikliğinin hissedildiği, boşluğun duyumsandığı, duygusal bir ses ortamı var şu anda orada. Önünden gemiler hala geçiyor ve martılar orada ancak tren yolcuları ve trenler ortalıkta değiller.
‘Haydarpaşa’nın sessel çehresiyle kayıtlar alıyorsunuz. Nasıl kayıtlar bunlar? Nasıl/nerede kullanılacaklar?
Soundscape, bir manzara tarafından üretilen tüm sonik enerji olarak tanımlanıyor. Soundscape müzik ise akustik ekolojinin bir parçası olarak çevremizde duyduğumuz seslerin bir müzik kompozisyonu olarak değerlendirilebileceğini manifeste eden bir müzik türü. Yani oradaki tüm sessel enerjiyi aslında müzisyenler olarak bestelerimizde kullanabiliyoruz. Soundscape kayıtları ile bir ekosistemin çeşitliliğini de ölçebiliriz, o ekosistemdeki değişimi. Haydarpaşa çalışıyorken bir ses kaydı yapabilmiş olsaydık, şimdi yaptığımız kayıtlarla bunu karşılaştırabilirdik. ’Haydarpaşa’da Bir Gar’ etkinliğinde dileyen sanatçılar, Haydarpaşa’nın çevresindeki sessel atmosferi kullanarak ürettikleri ’soundscape’ eserlerini çalabilecekler. Tabi bu metod tek koşul değil, ISP konuyu belirliyor ve gerisini kent sakinlerine bırakıyor. Bir kısım eserin nasıl ortaya çıkıp sergileneceğini ben de bir çok dinleyici kadar merak ediyorum.
20 Mayıs akşamı arkaoda’da yapılacak etkinlikte neler olacak? Haydarpaşa’nın sesi ve onun için yapılan şarkılar mı dinlenecek?
‘Haydarpaşa’da Bir Gar’ etkinliği kapsamında belirlenen bağlamla ilgili yapılan eserler çalınacak. Etkinlikte kent yaşamında duyabileceğimiz seslerin yanında, Haydarpaşa Garı ile anılabilecek 'ayrılık', 'kavuşma', 'başlangıç', 'bitiş', 'yolculuk' ve 'İstanbul' gibi bağlamlarla üretilen eserlerle birlikte Haydarpaşa’nın akustik çehresini dinlerken, senelerdir duymadığımız tren düdüklerine ve gar etrafındaki doğal hayatın sessel katkılarına kulak misafiri olabileceğiz. Konser öncesi çalacak bestecilerin isimleri ve eserlerle ilgili bilgiler açıklanacak. Bunlar mekan için belirlediğimiz bağlamlarda üretilen eserler olacak.
Kimleri davet edersiniz böyle bir etkinliğe?
İki Alman mimar tarafından tasarlanmış bu yaşayan binayla duygusal bağı olan, tren yolculuklarını seven ve şehrin raylar üstündeki akustik ekolojisini merak eden herkesi bekliyoruz. İstanbul'un kapısı, Anadolu’dan Batıya giden trenlerin son durağı Haydarpaşa Garı ile bir an önce kavuşmak umuduyla.
https://soundcloud.com/istanbulsoundscape
(siyah-beyaz fotoğraf: Kürşad Bayhan/140journos)