Yangınlarla, mega projelerle, özelleştirme hamleleriyle ve pek çok sorunla karşı karşıya kalan Haydarpaşa Garı, yine benzer sorunlara direniyor ve akıbetinin ne olacağını bekliyor. Araştırmacı sosyolog Ayça Yüksel, İstanbul ve Kadıköy için bir sembol olmanın ötesinde çok daha fazla anlam taşıyan Haydarpaşa Garı’nı kent ve mekân ilişkisi açısından inceledi ve tez haline getirdi. Yüksel ile araştırmasının sonuçlarını ve Haydarpaşa’nın geleceğini konuştuk. Yüksel, Haydarpaşa Garı’nı, toplumun farklı yelpazelerinden gelen kesimlerin ortaklaşa paylaşabildiği eşi bulunmaz bir karşılaşma ve bellek mekânı olarak gördüğünü söylüyor.
SIRADANLIĞIN GÜZELLİĞİ
Tezinizin konusunu neden Haydarpaşa olarak seçtiniz. Sizin de deneyimlediğiniz, kullandığınız bir mekân mıydı?
Haydarpaşa Garı, işlevini, anlamını çok sevdiğim ve bu şehre çok yakıştırdığım mekânlardan biriydi. Tezimde ise kentsel mekân teorisiyle toplumsal hareketlere dair literatürü aynı anda tartışabileceğim bir çalışma gerçekleştirmek istiyordum. MSGSÜ Sosyoloji Bölümü’ndeki yüksek lisans tez danışmanım ve jürimde de bulunan başka bir hocam sayesinde dikkatim kent mücadeleleri arasında kimi yönleriyle farklılaşan bir örnek olarak Haydarpaşa’ya yönelmişti. Çünkü Haydarpaşa mücadelesi kent mücadelesiyle emek mücadelesini birleştiren bir yapı sunuyor. Öte yandan, pek çok insan gibi benim için de Haydarpaşa’nın manevi bir anlamı var. Üniversiteyken ilk defa buradan trene binip ODTÜ’deki Sosyoloji Öğrencileri Kongresi’ne gitmiştim. Sonraki yıllarda bir dönem Haydarpaşa Garı’ndan vapura binerek işe gidip geldim. Her gün Haydarpaşa’dan yolunun geçmesi büyük bir lüks değildi aslında, sıradan bir şeydi ve bu sıradanlığı çok güzeldi. Aslında tüm dünyada garların kentsel yaşam üzerinde özel bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Bir nevi garlar bana, modern dünyanın kervansarayları gibi geliyor. 2010 yılında yaşanan yangına ve sonra 2013 yılında Haydarpaşa’nın kapanmasına herkes gibi ben de çok içerlemiştim. Tüm bunların haricinde elbette Haydarpaşa Dayanışması’nın uzun zamandır sürdürdüğü mücadele direnci de beni çok etkiledi. Haydarpaşa Dayanışması eylemcileri de bu konuda bana çok yardımcı oldular. Bu vesileyle hepsine tekrar teşekkürlerimi iletmek isterim, iyi ki varlar.
Tezinizde kent ve mekân ilişkisine değiniyorsunuz. Sizce Haydarpaşa’nın kent özelinde nasıl bir anlamı var?
Haydarpaşa’nın hem kentsel yaşam hem de kolektif bellek açısından pek çok anlamı var. Esasında Haydarpaşa Garı’nı toplumun farklı yelpazelerinden gelen kesimlerin içinde bulunabildiği, deneyimleyebildiği, ortaklaşa paylaşabildiği eşi bulunmaz bir karşılaşma ve bellek mekânı olarak görüyorum. Kent sakinleri nezdinde mekânın esas kıymeti, onun kullanım değeriyle ilişkilidir. İçinden geçmediğimiz, pratik olarak kullanmadığımız ya da birtakım duygular ve yaşantılar eşliğinde örülen bir “anı”ya sahip olmadığımız mekanlar, bireylerin dünyasında daha az bir etkiye sahiptir. Oysa Haydarpaşa, İstanbul’da -ve daha da genişletebiliriz Türkiye’de- çok fazla sayıda insanın ortak belleğinin kurucu öğelerinden biridir. Bunun akla gelen ilk sebeplerinden biri, kuşkusuz yaklaşık olarak 1960’lı yıllarda başlayan köyden kente göç fenomeninin sembolik mekânının Haydarpaşa Garı olmasıdır. Tez çalışmam kapsamında yaptığım araştırma da bu iddiayı destekler yöndeydi. Görüşme yaptığım kişilerin çoğunluğu ilk olarak Haydarpaşa’nın bu yönüne parmak bastılar.
d
DENİZE AÇILAN GAR
Haydarpaşa İstanbul için sembolik bir yapı olarak tanımlanır ama geçmişte kent yaşamında işlevli kullanıldığını da biliyoruz.
Kent çeperi ile merkezi birbirine bağladığı gibi, Anadolu ile Avrupa arasında da yolları açar. Bu açıdan Haydarpaşa’nın “köprü”yü andıran anlamına önem veriyorum. Georg Simmel’in de bir yazısında bahsettiği gibi; bir mekân olarak köprü, esas önemi ayırmaya değil özellikle “biraraya getirmeye” verir ve birbirinden ayrı taraflarda görünen iki yer arasında gündeme gelebilecek bağlantıyı vurgular. Haydarpaşa’nın erişilebilir bir ulaşım imkânını mümkün mertebe geniş toplumsal kesimlere açabiliyor oluşu ona “herkese ait” ortak bir mekân manasını kazandırıyor. Yanılmıyorsam dünyanın başka bir yerinde denize açılan benzer bir gar bulunmuyor. Haydarpaşa’da trenden inip vapura binmek bir zamanlar İstanbul’un gündelik kent yaşamına yerleşmiş vazgeçilmez bir pratikti. Kentsel yaşantının boğucu atmosferi yanında trenden inip vapura binme pratiği, evden işe ya da okula seyahat eden bireylerin gündelik mecburiyetlerinin arasında, ansızın şehrin nimetlerine bir tutam dokunmamızı sağlayan güzel bir pencere açabiliyordu. Şimdi çoğu insan sardalya kutusundaki balıklar gibi -sıklıkla gidilecek yere daha hızlı varmak amacıyla- yerin altından geçip gidiyor karşıya. Bu da olmasın demiyorum ama Haydarpaşa da İstanbul kent yaşamına eski anlamıyla geri kazandırılsa kimse bir şey kaybetmezdi.
Son olarak, Haydarpaşa kentsel yaşamın ortak alanlarından biri olması yanı sıra, aynı zamanda da bir emek mekanıdır. Bir anlığına garın eski günlerini hatırlarsak; tüm canlılığıyla orada hazır ve nazır olan gündelik yaşamın akmasını sağlayan bir emek sürecinin de bu mekânın taşıyıcılarından olduğu görebiliriz. Zorlu koşullar altında gün boyunca Haydarpaşa’da “çalışan” ve “yaşayan” demiryolcular için bu mekân hem geçim kaynağı hem de yuva niteliğindedir. Demiryolcular, tıpkı kullanıcılar gibi Haydarpaşa’ya sıkı sıkı bağlı kesimlerden birini oluşturuyor.
Haydarpaşa için yapılmak istenen projelere de değiniyorsunuz. Otel, fuar alanı... Haydarpaşa’yı bu kadar değerli yapan şey nedir?
Buna hiç düşünmeden “değişim değeri” diyebilirim. Daha bilinen bir tabirle ise “kentsel rant”. Haydarpaşa muazzam bir konuma, özel bir mimariye ve oldukça geniş bir alana sahip. Bu nitelikleri nedeniyle neo-liberal sermaye birikiminin “tasarlama ve yok etme ataklarını” pek çok kez Haydarpaşa’ya da çevirdiğine şahit olduk. Demiryollarının özelleştirilmesi meselesiyle birlikte de Haydarpaşa’ya, toplumdaki sadece belli bir kesime yönelik gelir getirici içeriklerle yaklaşılması mümkün oldu. Bu tabii sadece Haydarpaşa’ya özgü bir girişim sayılmaz. Buradaki kentsel mekânı (ya da ortak alanları) değişim değeri temelinde yeniden üretme ivmesi, 1980’li yıllarda başlayan ve 2000’lerde doruk noktasına ulaşan -halka ait ortak alanları ele geçiren- neo-liberal çitleme hareketi olarak düşünebileceğimiz “kentsel mega projeler” süreciyle ilişkili olarak ele alınabilir. Bu süreç, günümüzde İstanbul’un pek çok köşesini darmaduman etmiş durumda.
KENT HAKKI VE HAYDARPAŞA DAYANIŞMASI
Tezinizin ana konusunu ise Haydarpaşa Dayanışması ve kent hakkı savunuculuğu oluşturuyor. Haydarpaşa Dayanışması, 400 haftadan fazladır her pazar Haydarpaşa Garı’nın gar olarak kalması için nöbet tutuyor. Bu insanları biraraya getiren ve uzun süre mücadele etmelerini sağlayan şeyler nedir?
Bu gerçekten dikkate değer bir sürekli mevcudiyet. İnsan ister istemez Haydarpaşa Dayanışması eylemcilerini bu kadar süre boyunca biraraya getiren direncin beslendiği kaynakları ve bunların tutunduğu çengelleri merak ediyor. Yapmış olduğum görüşmeler neticesinde; Haydarpaşa mücadelesinin 15 yıldır ve pazar nöbetlerinin ise 414 haftadır sürdürülmesini sağlayan başlıca iradenin birbiriyle iç içe geçen çeşitli faktörlere dayandığını söyleyebilirim. Mekânın genel anlamdaki belleğiyle mücadele mekanının kurduğu belleğin arasındaki bağlarının söz konusu mücadeleye temel direnç kaynağı olduğunu düşünüyorum. Daha somut bir ifadeyle; ortak aidiyetler, ortak kaygılar ve ortak bir mesullenme duygusuyla Haydarpaşa’da bir araya gelen eylemciler, mücadeleyle birlikte gelişen birçok yeni ilişkinin, dostluğun, paylaşımın, karşılaşmanın ve deneyimin de inşasını gerçekleştirdiler. Eylemcileri bugün hala her pazar Haydarpaşa’da buluşturan temel motivasyonun kaynağı mekâna ve mücadeleye yönelik güçlü aidiyetlerden ileri geliyor. Kısacası kent hakkını yeniden ele geçirme ve Haydarpaşa’yı gar işleviyle eskisi gibi yaşanan bir mekân olarak kazanma motivasyonunun yanı sıra; eylemcileri bir arada tutan temel hadiselerden diğeri de aslında “birlikte bir şeyleri paylaşabilme”nin imkânlarıdır. Öte yandan bu mücadelenin ortaya koyduğu sürekli mevcudiyet, Haydarpaşa Dayanışması eylemcilerinin kararlı duruşu sayesinde bugün hala sürdürülüyor.
KENT BELLEĞİNİN YOK OLUŞU
Haydarpaşa’nın 7 yıldır kapalı olması İstanbul’un ve Kadıköy’ün kent belleğini nasıl etkiledi?
Haydarpaşa’nın yokluğu pek çok açıdan büyük bir kayıp sağladı. Örneğin, yeni gelen genç kuşakların Haydarpaşa’ya dair neredeyse hiçbir deneyiminin ve hatırasının olmayışı sorunlardan biri. Alışıldık bir mekânın kapatılması ya da ortadan kaldırılması sadece fiziksel bir yok oluş değildir. Aynı zamanda mekânın sembolize ettiği belleği de yok eder. Çünkü mekanlar, bireysel ya da kolektif belleğin taşıyıcılarıdır. Öte yandan, İstanbul’daki ulaşım yaşantısı açısından da olumsuz etkiler oluştu.
Ne gibi sorunlar?
Anadolu ve Avrupa Yakası arasındaki raylı taşımacılıkta tek seçenek Marmaray şu anda. Halbuki İstanbul gibi büyük bir kentin ulaşım stratejileri konusunda alternatiflerinin olması şart. Gebze’den trene binip Sirkeci’ye gidecek olan kişi, neden sadece yerin altından gitmeye mecbur bırakılsın ki? Haydarpaşa ulaşım açısından çok önemli bir kilit noktasıdır aslında. Tren ve vapur ilişkisinin bu kadar güzel ve pratik şekilde kurulduğu başka bir şehir var mı? Normal şartlarda sırf bunun için bile Haydarpaşa’nın ulaşım pratiğinin geri kazandırılması gerekir. Çünkü Haydarpaşa sadece şehir içi ulaşımı değil şehir dışı ulaşımı da konforlu hale getiren bir işleve sahip. Bir kere artık İstanbul’dan trenle başka bir şehre gitmek bir eziyete dönüşmüş durumda. Hâlbuki eskiden ne kadar da tasasızdı; kentin merkezinden binip Anadolu’nun çeşitli şehirlerine hiç zahmetsiz ulaşabilirdiniz. Şimdi hep aktarmalarla sağlanıyor bu ve neticede yorucu bir hal alıyor. Ayrıca Haydarpaşa’da çalışanların bir kısmı gar kapandığı için başka yerlerde görevlendirilmek zorunda bırakıldı ya da gardaki esnafların bir bölümü işsiz kaldı. Bu da unutulmaması gereken bir nokta.
GELECEKTE NELER OLACAK?
Evet, kısmen ayrı düşünebileceğimize işaret eden noktalar görüyorum. Haydarpaşa Garı ve geri sahasının dönüşümüne dair 2004 yılından beri çok sayıda proje tasarlandı. Bu projeler detaylı biçimde incelendiğinde pek çoğunun mega ve prestij projeleri çizgisinde topyekûn ve doğrudan dönüşüm amacı taşıdığını görebiliyoruz. Buna örnek olarak Manhattan, Venedik ve Olimpiyat projelerini gösterebilirim. Şimdi ise Haydarpaşa’ya dair bütüncül bir dönüşüm değil, geri sahası kapsamındaki bir parça alanın dönüşümü gündeme geldi. Bu durum da Haydarpaşa Garı’nın geri sahasından hâlihazırda başlamış olan “parsel parsel bir dönüşüm” riskini düşünmemize neden oldu. Elbette şimdiden bir şey söylemek mümkün değil, ilerleyen süreci izlemek ve ne yöne gittiğine bakmak gerekiyor.
Kazılar elbette hakkıyla yapılmalı ve neticelendirilmeli ancak bu nokta kazıların Haydarpaşa Garı’nın açılmasını geciktirdiği gerçeğini de değiştirmiyor. Öte yandan epey ilerlenmiş olsa da henüz restorasyon süreci de tam olarak bitirilmedi. Arkeopark konusunda, elbette işin uzmanları bu mevzuyu daha iyi açıklayacaktır. Ancak benim görüşüm, eğer istenirse hem Haydarpaşa Garı’nın eski işleviyle yeniden açılabileceği hem de mevcut arkeolojik buluntuların ya yakın bir yere taşınarak ya da uzmanların gar kimliğine ve işlevine zarar vermeyecek yöndeki başka bir önerisiyle uygun şekilde sergilenebileceği yönünde. Umut ediyorum Haydarpaşa Garı, başına gelen bu 15 yıllık karabasandan Haydarpaşa mücadelesinin direnci sayesinde sonunda kurtulabilir.