Hıfzı Topuz: "Kadıköy devrimciliğin simgesidir"

Vala Nurettinler, Bedri Rahmiler, Melih Cevdetler'le Kadıköy'ün sokaklarında turlayıp evlerde devrimci türküler söyleyen gazeteci-yazar Hıfzı Topuz'a göre Kadıköy hep devrimciydi ve devrimciliğin simgesi oldu

19 Mart 2010 - 13:10

Fotoğraflar: Sinem TEZER

Gazeteci-yazar Hıfzı Topuz, 87 yıllık ömrünün çoğunluğunu Şişli-Nişantaşı civarında yaşayıp bir ayağı Fransa'da bir ayağı Afrika'da olsa da Kadıköy'le bağını hiç koparmadı. Çocukluğunda beş yıl Rasimpaşa Sokak'ta oturan, ilkokulu burada okuyan, Kadıköy'den taşındıktan sonra bile okul çıkışlarında arkadaşlarıyla Moda'ya gelen, üniversitede ders çalışmak için teyzesinin Kadıköy'deki evini tercih eden, Haydarpaşa Garı'nda Atatürk'ü görebilmek için treni, vapuru kaçıran, Vala Nurettin'in Kadıköy'deki evinde Ruhi Su'yla devrimci türküler söyleyip Nazım Hikmet'i nasıl cezaevinden kurtaracaklarını tartışan bu yazın ustasıyla Kadıköy'ün dününü ve bugününü konuştuk.

Mesleğine yaraşır bir şekilde Şişli'deki Gazeteciler mahallesi Yazarlar sokağında oturan gazeteci-yazar Hıfzı Topuz, bize Kadıköy'ü anlattı.

Nişantaşı'nda doğdunuz, hep Şişli civarında yaşadınız ama bir yanınız hep Kadıköy'de. Nereden geliyor bu yakınlık?

Benim Kadıköy'e özel bir yakınlığım var. Çocukluğum Kadıköy'de geçti diyebilirim. Yazları Kartal'a giderdik. Kartal'dan mutlaka Kadıköy'e geçerdim çünkü üç teyzem de orada otururdu. Yani Kadıköy'e taşınmadan evvel de orayla bir ilişkim vardı. Biz Nişantaşı'nda oturuyorduk o dönem. 1930'da babamın işi nedeniyle Kadıköy'e taşındık. Babamın iş yeri Rıhtım Caddesi'ndeydi, biz de Rasimpaşa Sokağı'nda oturuyorduk. Şu an oraları, komşularımızı, bakkalları hayal meyal hatırlıyorum çünkü henüz 7 yaşındaydım. İlkokula Kadıköy'de başladım. St Joseph'in bir şubesi vardı St. Lui, Yeldeğirmeni'ndeydi, ilkokulu orda okudum. Çok eski bir okuldu, zaten son mezunları da biz olduk, bizden sonra kapandı.O okulda çok tatlı anılarım oldu. 5. sınıftayken ben Galatasaray Lisesi'ne geçtim ama Kadıköy'le ilişkim akrabalar dolayısıyla devam etti. Hatta üniversitedeyken bile bazan gidip Kadıköy'de ders çalışıyordum. Bir teyzem Moda'da oturuyordu. Onun evine kapanıyordum.

Lise dönemimdeyken Kadıköy'e sık sık gittiğimizi hatırlıyorum, en çok da Hale ve Süreyya Sineması'na giderdik. Daha küçükken Altıyol'da bir bayram yeri kurulurdu, orada çok eğlenirdik, benim ilk bayramlarım oralarda geçti.

O dönemden hatıra kalan en önemli olaylardan biri de Kartal-Kadıköy arasında gidip gelirken Haydarpaşa'da birkaç kere Atatürk'ü görmemdir. Garda askeri birlikler ve polis olduğu zaman anlardık ki Atatürk gelecek. Biz de treni veya vapuru kaçırırdık Atatürk'ü görmek için.

Atatürk'le hiç konuşma fırsatı yakaladınız mı peki o dönem?

1933'te Ankara'dayken Cumhuriyet Bayramı törenine gittim. Babam o yıl oradaydı. Hipodrom'da Atatürk'ü gördüm. Kimler vardı yanında? Mareşal Fevzi Çakmak, İnönü, Tevfik Rüştü, Recep Peker  ... Bütün ordu, zırhlı birlikler, süvariler ve öğrenciler geçit yaptı. En sonunda da halk geçiyordu, ben de katıldım ağabeyimle birlikte. Döne döne onun oturduğu tribünün önünden geçtik. Sonra 1937'de Moda'da gördüm. İngiliz Kralı gelmişti, Moda iskelesinde motordan indi. Gayet net hatırlıyorum. Oradan Moda Deniz Kulübü'ne gittiler. İngiliz kralıyla ilgili şöyle bir şey anlatılır: Moda Deniz Kulübü'nde otururken bir garson sigarasını yakmaya kalkmış, önce Atatürk'e tutmuş ateşi. Atatürk bozulmuş, önce konuğun sigarasını yakmak gerekir diye. Sonra krala dönmüş "Ekselans bizde kibrit kokusu evvela karput kokar, o yüzden misafirimize uzatmayız" demiş. (Gülüyor) Doğru mu değil mi bilmiyorum ama bu hikaye o dönem çok anlatılırdı.Bir de İran Şahı Rıza Pehlevi geldiğinde gördüm Atatürk'ü. O da sanırım 1936'ydı. Şah üç hafta kaldı Türkiye'de. Halbuki programı öyle değildi, Atatürk'e o kadar hayran kaldı ki kalış süresini uzattı. Birlikte Anadolu'yu dolaştılar. Sonra Maltepe'ye geleceklerini öğrendik. Yine ben kardeşimle beraber kalkıp Maltepe'ye gittim. Maltepe'de Atatürk'ü gördük Şah'la beraber. O da unutulmaz bir şeydi. Şunu hatırlıyorum: Halk alkışlıyordu, Şah selamlıyordu. Atatürk selamlamıyordu çünkü "Alkışlar bana değil Şah'a" gibi bir nezaket durumu vardı. 1937'de Atatürk, Antakya'ya gitmişti. Oradan dönüşte yine Haydarpaşa'ya gelecekti. Ağabeyimle gittik yine, o zaman 14-15 yaşındaydım. Tren geldi, alkışladık. İnince elini sıktım, bu benim için unutulmaz bir şeydi. Zaten bu son görüşüm oldu.

(Hıfzı Topuz, İsmet İnönü ile röportaj yaparken)

O dönemde Kadıköy'de birlikte vakit geçirdiğiniz kimler vardı?

Bakın size o zamanlardan bir anımı anlatayım: Melih Cevdet Anday benim çok yakın arkadaşımdır. Bir gün Ruhi Su'yu aldık beraber Moda'ya gittik. Üçümüz bir sandal kiraladık. Moda koyuna açıldık. Bu anlattığım 1960'lı yıllar artık. Sandalla denizde açılırken Ruhi bize bağlamayla türküler söylemişti. Melih'le ben mest olmuştuk. Ruhi'nin denizde dalgalanan sesini ve o günü hiç unutamam.

(Hıfzı Topuz (sağ başta), Nazım Hikmet, eşi Vera ve arkadaşlarıyla)

Bir de gazeteci Vala Nurettin (Va-Nu) -Nazım Hikmet'in arkadaşı- onunla biz birlikte çalıştık. Ben 1947'de Akşam gazetesinde çalışmaya başladığımda o köşe yazarıydı ve biz çok iyi dost olduk. Vala Bey Kadıköy'de otururdu. Bol bol bizi eve çağırırdı. Biz dediğim Şahap Balcıoğlu, Saadettin Gökçepınar, Melih Cevdet Anday ve ben orada toplanırdık. Bazen Mehmet Ali Aybar gelirdi, bazen de Ruhi Su. Ev çok şenlikli olurdu, çoğunlukla devrimci şarkılar söylenirdi.Vala sık sık Bursa hapishanesine Nazım'ı görmeye giderdi. Dönünce hapishaneden yeni aldığı şiirleri okurdu. Yani benim için Vala'ların Kadıköy Moda'daki, sonrasında Kalamış'taki ve en sonunda da Selamiçeşme'deki evleri çok önemliydi. Çok sık gittiğim bir yerdi. Orası devrimcilerin buluşma noktası gibiydi. Nazım hapishanede açlık grevine girdiği zaman Kadıköy'deki o evde "Aman bu çocuk nasıl kurtulacak" diye konuşmalar yapardık. Nazım'ın şiirleri, Ruhi'nin türküleri derken Kadıköy benim için her zaman 'devrimciliğin' bir simgesi oldu. Sonrasında da Kadıköy devrimciliğin kalesi oldu. Devrimleri en iyi savunan yer haline geldi. Kadıköy, Atatürk'ü yaşatan mühim bir simge oldu. Bana da bir iki ödül verdiler Kadıköy'den.

Evet, 13 Mart'ta CKM'de düzenlenen "Kadıköy'de Yazarlar Buluşması"nda da Onur Konuğu Ödülü aldınız. Kadıköylüler neden sizi bu kadar seviyor dersiniz?

Benim Kadıköylüleri çok sevmemden kaynaklı sanırım, karşılıklı bir sevgi bu. Ben bunları, yazdıklarımda yansıtmaya çalışıyorum. Ben Atatürkçüyüm, devrimciyim, soldan gelmiş bir insanım. Çizgim hep aynı kalmıştır. Üniversite döneminde soldaki çizgim neyse şimdi de aynı çizgideyim. Ben hiç değişmedim. Çevremdeki bir çok insanın dönekliğini gördüm ama ben aynı çizgide devrimciliğime devam ediyorum. Kadıköylüler de devrimci olduğu için galiba aramızda bir iletişim kuruluyor. Ben devrimci mesajlar veriyorum, Kadıköylüler de bu mesajları daha kolay algılıyorlar sanırım. Şişlililer de öyle. Benim en çok kitap imzaladığım yerdir Şişli. Yani benim için Kadıköy ile Şişli'nin yeri başka.

Geçmişe döndüğünüzde Vala Nurettinler, Nazımlar, Melih Cevdetlerle Kadıköy'de buluştuğunuzda en çok nerelere gitmeyi severdiniz?

Koço'ya giderdik. Bedri Rahmi Eyüboğlu benim çok yakın arkadaşımdı. Bedri'nin cenazesine gitmiştik, Erenköy tarafında bir mezarlığa gömüldü. Mezarlıktan çıkınca seramikçi Füreyya Koral ve Rezzan'la Koço'ya gidip kafaları çektik Bedri'yi anarak. Mesela biz Galatasaraylılar her ay toplanırız ya bu tarafta ya da Kalamış'ta. Hala bir ayağım Kadıköy'de yani. Ben hiç meyhaneci olmadım ama dediğim gibi Koço Tedori'ye çok giderdik. En çok da Melih Cevdet'le giderdik.Melih Cevdet 1953'te annesiyle Kadıköy'de hatta Bostancı'da oturuyordu. Melih'le evde buluşur yine Kadıköy'e iner oradaki meyhanelere takılırdık.

(Hıfzı Topuz, ağabeyiyle birlikte Kadıköy'deki evlerinin bahçesinde)

Peki geçmişin Kadıköyü ile bugünün Kadıköyü'nü karşılaştırdığınız zaman nasıl buluyorsunuz değişimi?

Kadıköy karakterini kaybetmedi. Benim bildiğim Kadıköy eski Kadıköy değil. Benim çocukluğumun geçtiği Rıhtım caddesi çok değişti örneğin. Eskiden oraya sandallar yanaşırdı. İskelenin civarı şimdiki gibi değildi. Yeldeğirmeni, Altıyol da çok değişti. Şimdi Kadıköy bambaşka bir yer oldu. Kadıköy şimdi modern bir ilçe oldu ama karakterini kaybetmedi, gökdelenlerin kapladığı bir yer olmadı. Kadıköy eski havasını, kültürünü sürdürüyor diyebilirim. Sanırım bu da Belediye'nin sayesinde oluyor. Belediye yozlaşmaya karşı koydu.

(Hıfzı Topuz, Kadıköy'deki evlerinde tüm ailesiyle)

En son Nişantaşı'nı anlatan bir kitap çıkardınız. Kadıköy'deki hatıralarınızı anlattığınız bir kitap da gelecek mi sizden?

Zaman zaman yazdım Kadıköy'ü ama böyle bir kitap düşünmedim. Sizin önerinizi değerlendirebilirim. "Hariçten gazel okuyorsun, Kadıköylü değilsin" derlermiş gibi geliyor ama haklısınız, anılarımı toplayıp yazabilirim. Benim anlattıklarım sizi ilgilendirdiyse şimdi, ben bunu mesaj alarak alıyorum ve yazmam gerektiğini düşünüyorum.

Hıfzı Topuz'un bir günü nasıl geçiyor?

Sürekli çalışarak ve davet edildiğim yerlere giderek geçiyor. Yani günlerim dolu dolu. Özellikle okullara gidip gençlerle temas etmek çok hoşuma gidiyor. Benim için de motivasyon oluyor. Şu sıralar çalıştığım konu son kitabım "Bana Atatürk'ü Anlattılar". Bu kitap 15 Nisan'da çıkacak. O kitapta 59 yıl evvel yaptığım röportajları derledim. Bir de elimde başka bir kitabım "Eski Dostlar" var. Bu daha önce yayınlanmıştı ancak yeniden ele aldım ve yarısı kadar ekler yaptım. Bu eklerle birlikte yeni baskısı olacak. Ondan sonra da bir roman yazacağım: "Nazım Hikmet".

"HEP İDEALİST KALDIM"

Hukuk okurken gazeteci olmaya karar veren Hıfzı Topuz, 62 yıllık gazetecilik ve yazarlık kariyerini şöyle özetliyor:

"Hukuk Fakültesi son sınıftayken gazeteci olmaya karar vermiştim. Hatta 3. sınıftayken kapı kapı dolaştım, iş aradım, bulamadım. 1947'de Akşam Gazetesi'ne gittim. Patron Kazım Şinasi ile görüştüm ve çalışmaya başladım. 11 yıl orada çalıştım. Benim için bir okul oldu. Muhabir olarak başladım, istihbarat şefliği, yazı işleri müdürlüğü yaptım. En çok röportaj yazarlığını sevdim. Benim bugün yazılarımın çok kolay okunabilir olduğunu söylüyorlar. Bunun nedeni uzun yıllar röportaj yazarlığı yapmamdır. Ben orada edindiğim bilgileri üslubu muhafaza ettim. Romanlarımdaki başarı (utanarak söylüyorum) bundan kaynaklıdır. Akşam'dan ayrıldım. O zaman ilk gazeteciler sendikasını kurmuştuk. Solcu olarak tanındığımdan bir yıl hiç iş bulamadım. Strausburg'a gittim orada doktora yaptım. O ara UNESCO'da bir iş olduğunu öğrendim. 80 aday arasından seçildim ve orada 25 yıl çalıştım. Orada çalışmak ufkumu çok açtı, gezmediğim yer kalmadı, işim yine iletişimdi. Bütün çalışmalarım iletişim yoluyla barışı güçlendirmekti. Afrika'da kırsal kesimde gazeteler çıkardım. Bunları da keyifle yaptım.

Ben hep idealist kaldım, hiç para için çalışmadım, hep kendi fikirlerim için çalıştım. Yazılarımda hep bir mesaj vermeye çalıştım. Topluma ne katkım olur, barışa, devrimciliğe katkım ne olur diye düşündüm hep. Ama politikaya da hiç bulaşmadım. Bazı partilere sempati göstersem de içinde hiç yer almadım."

AFRİKA MASKELERİ KOLEKSİYONU

Hıfzı Topuz'un evine gittiğimizde görüyoruz ki geniş bir Afrika maskeleri koleksiyonu var. Hikayesini şöyle anlatıyor:

400 parçalık Afrika maskesi koleksiyonum var. 1952'de Paris'e gittiğimde Nazım'ın ilk kitabı yayınlanımıştı orada. Kitabı Tristan Sara bastırmıştı, önsözünü de yazmıştı. Sara, ünlü bir kültür adamıydı ve elbetteki solcuydu. Nazım'ın bir telif hakkı vardı ve bu telifin Münevver'e gönderilmesini istiyordu. Sara'nın evine gittim ve telifi aldım. Eve gittiğimde beni en çok duvardaki maskeler şaşırttı. Sara, Picasso'yla birlikte Afrika sanatını tanıtan ilk sanatçılardandı. Bu beni çok etkiledi. 1960'ta Afrika'ya gittiğimde maskelerden almaya başladım ve o günden beri bu merakım devam ediyor. Satmayı kesinlikle düşünmüyorum ama bir müzeye bağışlamayı çok isterim.

Etiketler; Hıfzı Topuz

ARŞİV