Herkes her hikâyeyi sever mi sanırsınız? Elbette hayır… Sonu iyi biten hikâyeleri dinlemeyi severiz biz, rahatımızı kaçırmayacak, huzurumuzu bozmayacak… Diğer türlüsünde bir şey yapmak gerekir en basitinden rahatımız kaçar, canımız sıkılır. Fakat bazı hikâyeler var ki ne kadar görmezden gelmeye çalışırsanız çalışın varlıklarından kaçamazsınız. Sadece gerçek oldukları için değil, gittikçe arttıkları için…
Derin Yoksulluk Ağı, 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’ne dikkat çekmek ve derin yoksullukla mücadelenin toplumsal bir mücadele olduğunu hatırlatmak üzere “Hikâyenin Yok Hali” kitabını çıkardı.
“Hikâyenin Yok Hali” yoksulluğu doğrudan yaşayan insanların dilinden anlatıyor. Yani sonu iyi bitmeyen ama anlatanların gerçekten kahraman olduğu gerçek hikâyelerden. Derin Yoksulluk Ağı’nın parçası olan 14 kişinin anlatımları Derin Yoksulluk Ağı ekibi tarafından hikâyeleştirilmiş, anlatıcıların kimlikleri ya kendi istekleri doğrultusunda gizli tutulmuş ya da hikâyeye dahil edilmiş. Market çöplerini karıştıran, kağıt ve plastik atık toplayan insanların yaşadıklarını anlatan kitap aynı zamanda derin yoksulluğun yol açtığı hak ihlallerini de göz önüne seriyor.
Derin Yoksulluk Ağı’ndan Güliz Kalender, Hacer Foggo, Selen Yüksel, Şevval Şener ve Şeyma Duman’ın sahada yaptığı görüşmelerden oluşan ve Heinrich Böll Stifftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından finanse edilen kitabın tasarımını Tülay Demircan yapmış. Kitaptaki hikâyeleri görselleştirmek için kullanılan resimler ise Bahar Coşkun’a ait.
“Yoksulluğun bir insan hakları ihlali olduğunu; yoksulluğu ortadan kaldırabilmenin ise öncelikle görerek, kabul ederek ve hak temelli bir yaklaşımı benimseyerek mümkün olabileceğini kabul ederek, yoksulluk üzerine düşünebilmek, tartışabilmek dileğiyle…” son sözüyle biten kitapta yer alan hikâyelerden bir kaçını paylaşıyoruz.
AĞIRLAŞAN ÇEK ÇEK
“6 seneden beri kağıt topluyorum. Bir gün eşim gidiyor, bir gün ben. Tek kişi yapamayız bu işi. Hem çocuklar var, hem de inanın insanın vücudu kaldırmıyor. Pandemide cumartesi pazar günleri ve akşamları sokağa çıkma yasağı vardı. Normalde akşam beş-altı gibi serinlikte çıkıp geceye kadar topluyorduk ya da sabah daha erkenden çıkıyorduk. Bir bakmışsın yasak dokuzda başlamış, bir bakıyorsun yedide… Akşam beşten sonrası bile yasak oldu bazen, biliyor musunuz? Tam çekçeğe çıktığımız saatler. E o günlerde çıkamıyorsun. Bir de hastalıkla ne ilgisi varsa, kağıdın kilosu düştü. Bazı yerler kilosunu 30 kuruşa, 40 kuruşa almaya başladı. Yani yüz kilosu ne yapıyor, 30 lira, 40 lira… Ev 40 lirayla dönmüyor, döner mi? Sizce döner mi? Her şey çok pahalı. Çekçeğe çıkmanın avantajı ne biliyor musunuz, bazen yiyecek de buluyorsunuz. İyi durumdaysa alıp eve getiriyorsunuz.
Ben çıktığım zaman eşim çocuklara bakıyor. Çocukları asla yanıma almıyorum, perişan olurlar. Öğrensinler de istemiyorum, okula gitsinler, bilmesinler bu işi istiyorum. Ancak yaşayan bilir, çok zor, kaç kilo oluyor çekçek, yokuşu çıkması çok zor. Kan ter içinde kalıyorsun, bırakayım diyorsun. Sonra trafiği var, arabaların kenarından, peşinden hızlı hızlı gitmeye çalışıyorsun. Yokuş aşağı inmesi ayrıca zor. Hepsi çok zor. Ağırlaşsa bir dert, ağırlaşmasa para kazanamıyorsun.
KENDİNE AİT BİR EV
Geçen gün sokağa çıkma yasağında mecbur kaldım, evde hiçbir şey yoktu, aldım bir tane çekçek, çocukları da yanıma aldım, kağıt toplamaya gittim. Yukarı kadar gittim çocuklarla, polis çevirdi bizi. Allah’tan çevirdi yoksa bayılacaktım. Su içemiyorum, çocuklar ağlıyor. “Anne su al” diyor. Para yok, nasıl su alayım? Geçenlerden istiyorum, vermiyorlar. Hemen eve geldim, hemen çeşmeden çocuklara su verdim. Elimi yüzümü yıkadım, kendime geldim. Polis, “Eve dönün, yasak olduğunu bilmiyor musunuz?” dedi. “Biliyoruz ama sadece yasak demeyi biliyorsunuz” dedim, “Evde ekmeğiniz, yemeğiniz var mı diyor musunuz?” Yasağı koydunuz, insan bir yardım eder. Geçen kaymakamlığa gittim. Sen korona oldun ya, koli getirdik, bir de haziranda gelip yazılacaksın, o zaman alacaksın kolini diyor. Bir de haziran, düşünebiliyor musun? Korona olduğumda getirmiş, bir de haziranda... Bana bir sıra bekletti, 41 kişiyi bekledim ben oraya girmek için.
EVDE PİŞEN KEK
“Kardeşim çöpten bir tane bebek getirdi kızıma, saçlı bebek. Hep onunla oynuyor. Evladını güzel yetiştirmek her annenin hayalidir. Hani kızına bir şey alıp vermek bile hayalidir. E, bizde de bu yok. Çöpten bulabilirsek çöplerden giydiriyoruz. Hani biz böyleyiz, biz Romanız, anlıyor musun? Çöpe gidiyoruz, çöpten bulabilirsek... Mesela benim yastık kılıfım yok. Çöpten çarşaf bulabilirsem, onu kesip dikiyorum yastık yüzü olarak. Tencerem, çaydanlığım yok. Görüyorsun satıldığı yerlerde, alamıyorsun, gücün yok çünkü.
Sen de istersin güzel şeyler yapasın, özel şeyler yiyip içesin, gezesin. Hani, insanlığını yaşayasın, ama bizlerde bu yok. Biz düştük bu hayata, kendi hayatımıza. Bir parça ekmek yiyor musun, karnın doyuyor mu, ondan başkası yok bizim için”
BÜTÜN BELGELER HAZIR, SADECE PARA EKSİK
“İstanbul, Kadıköy’de doğdum, 2004 yılında. Ailenin üçüncü çocuğuyum. Fikirtepe’de, kalabalık bir evde dünyaya geldim. Annemler, babamlar, babamın kardeşleri, aileleri… Hep birlikte bir evde yaşıyorduk.
Neyse, dördüncü sınıfa kadar orada okudum, orada büyüdüm. Ondan sonra mahallede kentsel dönüşüm başladı. Evden çıkmamız gerekti. Ataşehir’de kiraya çıktık. Beşinci sınıfı Ataşehir’de okumaya başladım. İlkokuldayken kuzenlerimle beraber gidip geliyorduk Kadıköy’deki okulumuza. Evden çıkınca kuzenlerim başka bir yere taşındı, başka bir okula gitti, biz başka bir yere…
(…)
Ben eskiden karakalem çizim yaparken lisede güzel sanatlar okumayı çok istemiştim. Babam o zaman çalışıyordu, herhangi bir sağlık sorunu yoktu. “Baba gidelim, ne olur gidelim yetenek sınavı kaydına… Baba, lütfen gidelim.” “Tamam, tamam…” deyip beni geçiştiriyordu. Neyse bir ara gerçekten “Tamam” dedi. Gittik. “Merhaba, yetenek sınavı için kayıt yapmaya geldik.” “Şu şu evrakları getireceksiniz...” O gün de kaydın son günüymüş! 5’e kadar…
Elimde sadece öğrenci belgesi vardı benim. Öğrenci belgesi dışında birkaç evrak daha gerekiyordu. “Sınav ücreti için bankaya bir ücret yatıracaksınız.” Babam, “Ben hallederim,” dedi. Sonra ücreti duyunca, “Neyse, boşver baba…” dedim. Babam, “İstiyorsan gidelim,” dedi. Ama ben eve geldim, o işe gitti. Sonra evde oturdum düşündüm, düşündüm, düşündüm... Çok istiyordum. Baktım bütün belgeler hazır. Sadece para eksik. Ben o okula gideyim, durumumu anlatayım dedim. Kuzenimi aldım. Okula yürüyerek kaydı yenilemeye gittim. “Böyle böyle,” dedim, “şu belgeleri vereyim. Parayı sonra yatıracağım.” “Bizde parayı yatırdığına dair makbuz olacak. Ancak öyle başvurunu yapabiliyoruz. Yoksa olmaz.” Saate baktım 16.30’du. Bankalar kapanıyordu, para yoktu. Yetişmedi. “Seneye denersin,” dediler. Meslek lisesine girince yalan oldu gitti, hevesim de gitmişti. Güzel çiziyordum resim, hocalarım, çevremdekiler beğeniyordu. Olmadı diyelim…”
HERKESİN HAYATINDA VARIZ
“Umut, umuda ihtiyacımız var. Çok oldu işini kaybettikten sonra depresyona giren, intihar eden, sırf hayatta kalmak için tüm birikimini harcayan çok oldu… Eskiden de hayatımız lüks içinde geçmezdi ama, bir müzisyen hayatında ilk defa böyle bir şey yaşadı belki de. Adam dolabın altına düşmüş 1 lirayı arıyor, biliyor musunuz? Diyelim ki arabanız vardır, arabanızı satarsınız. İşyeri açıldığı zaman metrobüse biner, bir şekilde gidersiniz. Gidersiniz, sorun yok, 50 lira verip gidersiniz işe. Ama sazınızı satmışsınız, yarın iş açıldı. Ne olacak? En kötü cihaz 15-20 bin lira.. 50 lira değil yani! Adam sazını sattı. Mecbur, ne yapsın? İnsanlar gittiler kredi çektiler, dediler ki “Üç ay sonra açılacak…” Hani geçen sene dedi ya, “Açılınca öderiz.” Adam onu ödeyemedi. Gittiler tefecilerden para aldılar. Tefecilerden aldıklarını da ödeyemediler. Yani aslında devlet insanları tefecilerin eline bırakmış oldu.
Bu şartlarda giderse belki ülkede 5-10 sene sonra düzgün çalacak insan bulamayacaksınız Çünkü artık önermiyoruz. “Aman kardeşim, git okulunu oku. Git başka meslek yap. Girme bu işe!” diyoruz. Ben gönül verdiğim mesleği gençlere neden tavsiye etmeyeyim? Bunca yılın yaşanmışlığını, derdini, cefasını, mücadele vermeden sıkıntılarını çözmek mümkün mü? Değil. Hâlâ yapacağımız çok iş var. Artık müzisyenlerin hayatı pandemi öncesi gibi olmayacak. Çalışma koşullarımızı, çalışma şeklimizi, aldığımız paraları bir standarda çıkaracağız. O konuda mücadele vereceğiz, bir çatı altında toplanacağız. Biz yine hayatımıza müzikle devam edeceğiz, kaldığımız yerden devam edeceğiz.”
DYA GÖNÜLLÜLERİ MARATONDA KOŞACAK
Derin Yoksulluk Ağı (DYA) gönüllüleri 7 Kasım’da düzenlenecek İstanbul Maratonu’nda ülkede büyüyen yoksulluğa dikkat çekmek için koşacak. Gönüllüler, maratona kadar fonzip üzerinden açtıkları kampanyalarla yoksulluk sınırının altında yaşayan veya işsiz ailelerle dayanışmak için bağış topluyor. Gönüllüler bu bağışlarla ailelerin aylık temel gıda harcamaları, yeni annelerin bebekleri için mama ve bez giderleri ya da çocukların eğitim masraflarını karşılamayı hedefliyor.
Fotoğraflar: Erhan Demirtaş- Gürcan Öztürk