“İflah olmaz romantiklerdenim”

Kadıköylü çizer Öykü Doğan ile yıllar evvel “küçük canavarlarım” şimdi ise “ekmek teknem” dediği resimlerini konuştuk

03 Mart 2022 - 11:57

Kadıköylü çizer Öykü Doğan, kişisel bir anlatım aracı olarak başladığı çizerliği 20 yıla yakın bir zamandır sürdürüyor. Aşk acısının, ayrılıkların, anıların ve özlemlerinin kaydını çizerek tutan Doğan, kendi deyimiyle sadece düşüncede değil pratikte de uslanmaz bir romantik. Öyle ki hala çalışmalarında kâğıt kullanıyor ve daha sonra bunları dijital ortama aktarıyor. “Hala kâğıt üstünde hatalarımı yaparak, o hataları bazen bırakıp, bazen başka şeylere dönüştürerek çalışmayı seviyorum.” diyen Doğan ile söyleştik.

- İktisat bölümü mezunusunuz ve ama uzun yıllardır çiziyorsunuz. Çizerliğe nasıl başladınız?

Her ne kadar ekonomiye dair kayda değer bir bilgim olmasa da bir mezuniyetim var. Yaklaşık 2004’ten beri çizimi bir anlatım biçimi olarak kullanıyorum. Aslında onun öncesinde de hep bir arayış, açlık, neyi nasıl dışa vuracağını tam bilememe halim vardı. Çocukluğumdan beri bir ifade biçimi olarak resim, müzik ve dans konuşmaktan daha kolay geliyor sanki. Çok kolay arkadaş edinebilen bir çocuk değildim, iletişim kurmak da çetrefilli bir şeydi benim için. 2004’te terk edilmiştim, çok acı çekiyordum ve beni terk eden kişinin dikkatini çekmeye çalışıyordum içten içe büyük olasılık ki derdimi çizerek anlatmaya çalıştım. 15 yaşında da yine aşık olduğum çocuk okusun diye öyküler yazardım. Dikkat çekme motivasyonu üretme arzusuna dönüştü “buradayım ve söyleyeceğim şeyler var’’ demeye başladım. Sessiz bir çocuğun sesini çıkarmaya başlamasıydı belki.   

-Çizdikleriniz bir nevi aşk mektubu. Peki bunlar ne zaman sizin kişisellikten çıktı? Yani ürettiklerinizi başkalarıyla paylaşmanız uzun sürdü mü?

Bu kez tek bir kişiyle değil de birçok kişi ile paylaşma isteği oldu. 2014’e kadar bir nevi kendime çiziyordum, bir çeşit çizgi günlük gibi. Yakın çevre ile paylaşıyordum ama tam olarak bu çizimlerle ne yapabileceğimi de bilemiyordum. 2014’te “arthereistanbul” macerası ile defterime çizdiğim karakterler sergilenmeye başladı. İlk defa o zaman ürettiğim bir işin satılabildiğini de gördüm. Tanımadığım kişilerin yaptığım işlerden etkilenmesi ve onları yanlarında götürmek istemeleri inanılmaz bir hazdı. Her ne kadar ilk sattığım işlerin ardından göz yaşı döksem de sonrasında onlardan ayrılmak o kadar da koymadı açıkçası. Yapmayı en sevdiğim şeyden ekmek parası çıkarabiliyor olmak sanırım tatlı geldi. Ürettiğim şeyler ile kurduğum bağ da şekil değiştirdi büyük olasılıkla. Eskiden herhangi bir uzvum gibi görüyordum çizimlerimi sanırım; şu an ise artık benden çıkan ve benim dışımda var olabilen parçalarım gibi görüyorum.

“SÜRREAL İMGELERLE DOLU”

- Çizimlerinizde kalabalık ve sürreal anlatımlar görüyoruz. Zihniniz de böyle mi?

Siz söyleyene kadar kalabalık figürlerimin üstüne pek düşünmemiştim sanırım. Bir kalabalık içinde var olma arzusu ile o kalabalıktan kaçıp izole olma arzusunun iç içe geçtiğini görüyorum oysa şimdi. Babaannem ve dedemin Urla’da bir yazlığı vardı. Baba tarafından amcalar, halalar, kuzenlerle yazları orda buluşurduk mesela, nasıl kalabalık ama… O kalabalık, o kakofoni içine alıverirken, bir yandan da kaçma isteği uyandırırdı bende. Çizimlerimde de o kalabalık içinde eriyip gitme hevesi var, eriyip giderken de detayda saklanmak ama. Küçük küçük detayların içine saklanarak varlığını koruma. Çok detay kullanıyorum çizimlerimde, şöyle bir bakıp geçilsin istemiyorum. Gerçekten bakılsın istiyorum, uzun uzun satır araları okunsun. Dürüst olmak gerekirse; alaylı olduğum için teknik olarak bir kaçış yolu da sayılabilir sürreal anlatım. Hiç havalı bir cevap da olmadı, kendime de haksızlık yapmayayım şimdi, zihnimin içi de sürreal imgelerle dolu.

-Çalışmalarınızda cinsiyetsizlik teması öne çıkıyor. Bunu anlatır mısınız?

İşlerimdeki cinsiyetsizlik temasını ya da cinsiyet araştırmasını pek de farkında olmayarak yapmışım şimdiye kadar aslında. Daha doğrusu 2010’da bir karakter çizerken, onun cinsiyetsizliğinin çok farkında değildim, ya da neden öyle çizdiğime dair net bir açıklama yoktu kafamda. Ya da üniversitede bir öykü yarışması için yazdığım masaldaki karakterin cinsiyetine ve dış görünüşüne dair bir ipucu vermezken okuyucuya, kafam karışıkmış benim, karışıkmış ama neye karışık olduğunun bile farkında değilmişim tam. Şimdiye kadar kadın hikayeleri anlattım ya da kadına dair hikayeler. Çocukluğumdan beri, dünyada süregelen bir eşitsizlik olduğunun farkındaydım. Sınıflar arası, cinsiyetler, türler arası eşitsizlik. Hep avantajlı bir grubun varlığı. Bunların hepsinin yarattığı kafa karışıklığını kâğıt üstüne akıtıyorum sanırım. Akışkan bir anlayışın içinde yoğruluyor şu an anlatım biçimim. Akışkanlığı anlamaya çalışmak, deneyimlemek oldukça keyifli. Tek tip bireylere dönüşmeden çok renkliliğin içinde kendini bulma çabasını kâğıt üstünde canlandırabilmek ise büyük şans.

“HATALARIMLA ÇALIŞMAYI SEVİYORUM”

- Çizimlerinizde teknik konuları da konuşmak gerek çünkü dijitalden uzaksınız. Kâğıda çizip sonra dijital ortama aktarıyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?

Kendi kişisel işlerimde dijital çizimi tercih etmiyorum hala, klişe gelecek belki ama kâğıdın dokusunu, kalemin çıkardığı sesi seven iflah olmaz romantiklerdenim. Bu arada birçok arkadaşım da aslında elde çizimi tercih ederken mecbur kaldıkları için dijital çizime yöneliyor. Basılı ve proje bazlı işler için oldukça kolaylık sağlayan bir mecra sonuçta, kullanmıyor değilim ama dediğim gibi kişisel üretimde hala kâğıt üstünde hatalar yaparak, o hataları bazen bırakıp, bazen başka şeylere dönüştürerek çalışmayı seviyorum.

-Nasıl bir teknikle çalışıyorsunuz?

Önce ana hatlarıyla ne anlatacağımı kafamda belirliyorum, biraz eskiz çalışıyorum. Sonra kurşun kalemle ana temayı çiziyorum üstünden mürekkepli kalemle devam. Karikatürcülerin kullandığı çinileme tekniği gibi. Asla bütün bir çizimi kurşun kalemle tasarlamıyorum ama, bir süre sonra doğaçlama gidiyor. Tüm üretim sürecinin en keyifli kısmından biri bu sanırım. Öyle bir konsantrasyon olurdu ki bazen, kafam nerelere gitmiş de ne çizmişim, sonradan bakınca bile şaşırırdım.

- Son yıllarda bu alanda başarılı sanatçıların çıktığını da görüyoruz. Bu gelişimi nasıl yorumluyorsunuz?  

Büyük markaların ürünlerinde illüstrasyona ve genç sanatçılara yer vermesinden kaynaklanan bir durum var bence. Bu bir şekilde görünürlüğü arttırdı, ben illüstrasyon yapıyorum dediğimde aldığım ilk soru genelde “çocuk kitabı mı resimliyorsunuz?’ oluyordu. Şu an resimlemeyi her yerde görebiliyoruz, resimli anlatımın çok karşılığı var. Kimisi hızlı bir şekilde gündemle ilgili bir şeyler üretebiliyor, ben aşırı yavaşım mesela. Bir şeyden etkileniyorum diyelim, anca bir ay sürüyor o şeyle ilgili bir iş çıkarmam, sonra hashtag ile onu yayınlayınca iş işten geçmiş oluyor. Aşırı hızlı bir tüketim olduğu için, ben epey geride kalıyorum açıkçası. Çok saygı duyduğum ve sevdiğim çizerlerden biri Aslı Alpar; inanılmaz duyarlı ve üretken birisi. Nasıl yetişebiliyor onca şeye mesela aklım almıyor bazen.

- Eski bir Ankaralısınız ve 11 yıldır Kadıköy’de yaşıyorsunuz.  Kadıköy ile ilişkinizde de romantik misiniz?  

Kadıköy ve etrafında yaşayabiliyor olmak bir ayrıcalık maalesef. Keşke bu kadar zor olmasa buralarda ikamet etmek. Öyle boş Kadıköy romantizmi yapmak büyük haksızlık olur bence. Ayrıcalıklı bir kesim yaşayabiliyor burada. Tabii ki seviyorum ve şanslı hissediyorum kendimi hala buralarda ikamet edebildiğim için. Benim semtim Hasanpaşa gerçi, tam bir Hasanpaşa fanatiğiyim, yaklaşık yedi senedir aynı çevrede yaşıyorum, arada bir ‘pandemi’ nedenli köye göçme oldu, döndüm dolaştım muhitime geri döndüm.

- Siz hayatınızı sadece çizerlik yaparak değil aynı zamanda kafede çalışarak kazanıyorsunuz. Bunun bir tercih olduğunu söylemek doğru olmaz sanırım.

Yani tabii ki tam anlamıyla bir tercih olduğunu söyleyemem, keşke sadece çizdiğim şeylerle geçinebiliyor olsaydım. Bunun için uğraşıyorum bir yandan; ürettiğim çizimleri bez çantalara basıyorum, baskı olarak satmaya çalışıyorum. İnsanlar kullanabilecekleri bir şeyi almayı tercih ediyor, duvara bir şey asmaktansa. Sanat tüketimi de çok sınıfsal bir şey maalesef neyse ki yavaştan değişmeye başlıyor gibi. Anlayabiliyorum da insanları, ekonomik olarak ben de gıdı gıdına yaşadığım için ama; bir düşünün nelere para vermiyoruz ki, duvarlarımız şöyle bir renklense fena mı?

Doğan'ın çalışmalarını takip etmek için Instagram sayfasından takip edebilirsiniz. 


ARŞİV