Gazeteci Savaş Ay'ın yazdığı ‘İstanbul'un Kahvehanelerinden’ isimli kitapta, uzun yıllar geleneğini koruyarak bugüne kadar sürdüren İstanbul'un kahvehanelerinin 24 tanesi anlatılıyor.
Savaş Ay, ‘Kahvehaneler bir halk okulu, halk eğitim merkezi gibiydi’ diyor.
Araştırmacı gazeteci-yazar Savaş Ay, İstanbul’da geleneği 500 yıllık tarihe sahip olan, İstanbul'un kültürüne ve tarihine katkısı bulunan kahvehaneleri gezdi. Ay, uzun yıllar geleneğini koruyarak bugüne kadar sürdüren İstanbul'un kahvehanelerinin 24 tanesini bir kitapta topladı. İBB Kültür A.Ş. Yayınları Araştırma Serisi’nden çıkan “İstanbul’un Kahvehaneleri’nden” isimli kitap, uzun yıllar geleneğini koruyarak günümüze ulaşan İstanbul kahvehanelerinin serüvenlerini anlatıyor. Kıraathanelerin İstanbul kültürüne etkisinden ve İstanbul kıraathanelerinin kronolojik gelişiminden bahsedilen giriş yazısında şair ve yazarların kıraathaneler hakkındaki sözleri de yer alıyor. Kahvehanelerin bilgilerinin yanı sıra büyük ve farklı fotoğraflarının da bulunduğu kitap, Avrupa ve Anadolu yakaları olmak üzere 2 bölüm halinde. Avrupa Yakası'ndan 19, Anadolu Yakası'ndan 5 kahvehanenin bulunduğu kitapta yer alan kahvehanelerden bazıları şunlar: 1900'lü yılların başından itibaren faaliyette olan ve 1970'li yıllara kadar çoğunlukla Rum vatandaşların oturup sohbet ettiği Cihangir'deki “Asmalı Kahvehane”, ünlü işadamları, fotoğrafçılar, sanatçılar ve gazetecilerin sıklıkla uğradığı ve 1940 yılından beri işletilen “Bebek Kahvehanesi”, Ermenilerin kurup İranlıların çalıştırdığı Fatih Cibali'deki 140 yıllık “Çınaraltı Kahvehanesi”, Kumkapı'da karakolunun hemen yanında tarihi ve huzurlu ortamla iç içe geçmiş 130 yıllık “Havuzlu Kahvehane”, Samatya Meydanı'ndaki “Arap Derviş’in Kahvehanesi”, Türk Sanat müziğinin unutulmaz eserlerinin çalınıp söylendiği, Ramazan’da sahura kadar ilahilerin okunduğu 130 yıllık geçmişe sahip, tarihi bir mekan olan Ayvansaray’daki “Müzisyen Kahvehanesi”, genelde Ramaz ayında herkesin birbirini görmek için toplandığı Eyüp'te yer alan “Yıldız Kahvehanesi”', önünde balıkçıların ağlarını onardığı Balat’taki “Balıkçılar Kahvehanesi”, 1955'te muhtar heyeti tarafından yaptırılan Beykoz'daki “Akbaba Kahvehanesi”, yaklaşık 80 yıldır hizmet veren ve mütevazı, sıcak, sakin bir atmosfere sahip Anadolu Hisarı’nda yer alan ve ismi olmayan ancak herkesin Şaban’ın kahvehanesi olarak bildiği kahvehane ve duvarındaki doğa manzaralarının, gemi resimlerinin, Atatürk fotoğraflarının 70 yıldır değişmediği Kuzguncuk’taki “Kuğu Kahvehanesi”.
‘KADİM KIRAATHANELER SOYSUZLAŞTI’
İletişim araçlarının çok fazla olmadığı, özellikle televizyon ve radyonun esas kahraman olduğu dönemlerde kitap okuyanlar çok daha fazla olduğunu anlatan Savaş Ay, bu zamanlarda insanların biraraya gelerek, radyo dinleyip kitap okuyup sohbet etikleri, bazen musiki yaptıkları, bir konu üzerine tartıştıkları yerlerin başında kıraathanelerin geldiğini dile getiriyor. Ay, “kıraat” kelimesinini zaten “okumak” manasına geldiğini hatırlatarak, eskiden kıraathanelerde yani kahvehanelerde ufak, mütevazı kütüphanelerin olduğunu bu kütüphanelerde çeşitli kitapların bulunduğunu ifade ederek belli başlı günlük gazetelerden alınarak buradaki çıtalara yerleştirildiğini ve kelebeklerle sıkıştırılarak arşiv yapıldığını anlatıyor. İnsanların, bu kitap ve gazeteleri okuyup konu üzerine sohbet ettiğini aktaran Ay, “Galata Köprüsü’nün altında, Sirkeci, Eyüp, Üsküdar, Kadıköy ve Boğaz'ın çeşitli yerlerinde kahvehaneler vardı. Edebiyatçıların, şairlerin yazarların, gazetecilerin, ilim adamlarının, toplandığı kahvehanelerdi bunlar. Kahvehane ritüelleri vardı. O zaman insanlar en fazla domino ve pişti oynarlardı. Bunlar zekâya dayalı oyunlar, kumar değildi, eğlenceydi. Eskinin kadim kahvehaneleri ya banka şubesi, ya market, ya da otomobil galerisi oldu. Ayak direyen kahvehanelerin eski kadim müşterileri zamanla emri Hak vaki oldu onlar birer birer gittiler. Kahvehane kültürünü alamayan gençler de sahip çıkamadılar buralara. Kadim kıraathaneler kafeler, kafeteryalar, arkasından kafebarlar, bistrolara dönüştü, iğdiş oldu, soysuzlaştı. Şimdi girdiğiniz zaman o kafelere, bir bardak çay rica ettiğiniz zaman ‘tabi’ diyorlar gidiyorlar seramik fincanlarda sallama çay getiriyor O da belli bir saate kadar akşam 7’den sonra onu da isteyemezsin. Bizim o ince belli cam bardaktaki semaver çay Hakk'ın rahmetine kavuştu neredeyse. Buram buram Karadeniz kokan çaylarımız ne yazık ki artık çok az yerlerde kaldı” diyor.
‘KAHVEHANELER BİR HALK OKULU GİBİYDİ’
Herkesin köy veya kırsal bir yerle alakası olduğu için her köyde bir cami ve kıraathane olduğunu bileceğini kaydeden Ay, en ufak köylerde dahi cami ve kıraathanelerin bulunduğunu, bunların yanı sıra berber gibi mekânların olduğunu dile getiriyor. Savaş Ay, “İnsanlar belli bir yaştan sonra hatıralarla yaşarlar, hatıralar insanların bastonudur derler. Evde fazlalık geliyor insanlar belli bir yaştan sonra. Gençler de annenin kız kardeşin işi var, ortalık temizlenecek, ‘kalkın gidin’ deniyor. Nereye gidecekler kahveye. Daha sonra kahvehaneleri üretken hale getirmişler. Şimdi öyle bir kahve kültürü kalmadı galiba. Kahvehaneler bir halk okulu, halk eğitim merkezi gibiydi” diye konuşuyor.
GAZETECİLERİN KAHVEHANELERİ!
Gazeteci Ay, eskiden İstanbul’da bazı sabahçı kahvehaneleri olduğunu ve her semtte bir iki tane bulunduğunu dile getirerek bu yerlerin evsiz insanları, ailesiyle problem yaşayıp da gece evi terk edenleri ağırladığını anlatan Ay, bu tarz kişilerin sabahçı kahvelerinde sabahladığını dile getiriyor. Bu kahvehanelerin çoğunun karakollara yakın olduğunu ve polislerin de sürekli buralara uğradığını söyleyen Ay, şöyle devam ediyor: “Mesela Eyüp Emniyet Amirliği... Tam Eyüp Sultan Camisi'nin giriş yolu üzerindedir. Onun hemen yanında sabahçı kahvesi vardı. O zaman bütün Eyüp bölgesi polisleri ve gece muhabirleri oraya gelirlerdi. Karşıdaki fırından mis gibi poğaça ve simit alıp çayla yerdik, polislerle muhabbet ederdik. Orada çok samimi olurduk, bir iş çıkınca peşlerine takılıp giderdik. Bir gün hiç unutmuyorum ben biraz geç gitmiştim. Orada kimse yoktu herkes gitmiş. Montum ve çantam arabada o zaman telsiz de yok. Kahvehaneye 2 tane kadın girdi. Mahallenin insanıymış ve bizi de her zaman görürlermiş. Beni de sivil polis zannediyorlar. ‘Komiserim bizim arka bahçede bir şeyler yapıyorlar, karanlık adamlar çukur açıyorlar’ dediler. Ben de emniyet amirliğine girerek durumu anlattım. Bir tane bekçi verdiler benim yanıma ‘gidin bakın’ dediler. Kadınlar bize yeri gösterdi. Baktık hakikaten bir şeyler oluyor. Bir şey getirip toprağa gömdüler. Bekçi uyandı ve gidip telefon açtı ve ekip çağırdı. Adamlar alacak verecek meselesi yüzünde öldürdüğü adamı kendi bahçesine gömecekmiş. Suç üstü yakalandılar. Bu suçu ortaya çıkarmayı benim komiserliğime onu da kahvehaneye gitmeye borçluyuz.” Gazeteci Ay, kahvehane kültürünün çok daha iyi bir şekilde, soysuzlaşmamış haliyle ve belediyelerin de desteğiyle ayağa kalkması gerektiğini, belediyelerin semt kıraathanelerine destek vermesi gerektiğini sözlerine ekliyor.