İstanbul’un değişen ölçekleri

İstanbul’un 1990’lı yıllardan sonra yaşadığı değişimi konuştuğumuz akademisyen Özlem Altınkaya Genel, “Türkiye nüfusunun neredeyse üçte birini barındıran bir bölge ile ilgili müdahalelerin bu kadar plansız, gelecek tahayyülünden yoksun hayata geçirilmesi son derece endişe verici” diyor

27 Ağustos 2021 - 14:34

Yıllar evvel verilen kararlar, yapılan uygulamalar, hayata geçirilen mega projeler şu an İstanbul’un yaşadığı kentsel ve çevresel sorunların sebepleri olarak gösteriliyor. Özlem Altınkaya Genel “Kentsel Dönüşümün Değişen Ölçekleri: 1990 ve 2015 arasında Marmara Kentsel Bölgesi’nin Oluşumu” adlı tez çalışmasında Marmara Bölgesi’nde 1990 sonrası gerçekleşen dönüşümü analiz ederek İstanbul’un büyümesi ile ilgili bakış açısı oluşturmayı hedefliyor. Kent tarihi, çevresel tarih, kentsel coğrafya ve eleştirel haritalama gibi farklı disiplinlerden yararlanan Genel ile İstanbul’un 1990’lı yıllardan sonra nasıl bir değişime ve dönüşüme maruz bırakıldığını konuştuk. Genel, “Tasarım ve planlama eğitimimizde çok köklü değişiklikler yapmamız gerektiğini ve çevreye yaptığı müdahalenin sorumluluğunu alabilen plancı, tasarımcı ve mimarlar yetiştirmeyi hedeflememiz gerekiyor.” diyor.

-İstanbul’un Çevre Sorunlarına Bölgesel Ölçekte Bakmak" adlı çalışmanızda “metropoliten” ile “bölge” kavramlarını ayrı ayrı değerlendiriyorsunuz. İstanbul'daki kent ve ekoloji sorunlarını anlamak için bu yöntem ne anlam ifade ediyor?

Bölge, coğrafyanın en temel ve kapsayıcı kavramlarından biridir. Doktora tezimde ve daha sonra yaptığım yayınlarda bölge kavramının coğrafya ve kentsel planlamadaki yerinden detaylıca bahsettim. İstanbul’un kentleşmesini bölgesel ölçekte değerlendirmek bu bağlamda bize kent/kır, yapılı çevre/doğa gibi ikilemlerin ve idari sınırların ötesinde kapsamlı bir değerlendirme yapma fırsatını verir. Bu yaz bir kez daha deneyimlediğimiz üzere sel, yangın, müsilaj gibi havzaları, tarım orman arazilerini, tatlı su kaynakları ve su kütlelerini etkileyen çevresel problemler il sınırları, idari sınırlar vs dinlemiyor ve mevcut idari çerçeve ile yönetilemiyor. Bu nedenle makro ve mikro düzeyde farklı planlama ve yönetim/yönetişim ölçeklerine ihtiyacımız var. Bölgesel ölçek de bunlardan bir tanesi. Ben araştırmamda İstanbul ve Marmara bölgesindeki mekansal değişimi bu çerçevede ele aldım. Bu bakış açısı kentleşmenin daha geniş etkilerini anlamama yardımcı oldu.

KENTİ BASKILAYAN MEGA PROJELER

-İstanbul’da gerçekleştirilen “mega” ölçekli müdahaleler hangi sorunlara yol açtı?

Mega projeler çok yakın zamanda hayata geçti, bir kısmı da inşaat halinde (örneğin Çanakkale Köprüsü) bu nedenle neden sonuç ilişkisi üzerinden çok kapsamlı bir değerlendirme yapmak için henüz erken. Ancak bizim araştırmamızın kapsadığı 2000 sonrası dönemde projelerin inşaat halindeyken bile kentsel gelişim akslarını belirlediği ve bunun mega projelere yakın havzalar için bir tehdit oluşturduğunu söyleyebilirim. İstanbul özelinde ise herkesin bildiği üzere kuzey projeleri kentin hali hazırda sınırlı olan orman ve tatlı su arazileri üzerine inşa edildi.

Mega projeler ile ilgili en büyük problemlerden biri de tepeden inme karar mekanizmaları. “Bu müdahaleler ile hedeflenen nasıl bir gelişmedir?”, “Mega projeler ile İstanbul ve Marmara Bölgesi için nasıl bir gelecek öngörülmüştür?” sorularının yanıtını bilmiyoruz, sadece tahmin edebiliyoruz. İklim değişikliği nedeni ile bizi çok belirsiz bir gelecek bekliyor, bu nedenle kentsel planlamada özellikle de Türkiye nüfusunun neredeyse üçte birini barındıran bir bölge ile ilgili müdahalelerin bu kadar plansız, gelecek tahayyülünden yoksun hayata geçirilmesi son derece endişe verici. Öte yandan kentsel planlamada hem kalitatif hem de kantitatif araçlar ile farklı gelecek senaryoları planlamak ve bunu paydaşlar ile tartışmaya açmak başka bağlamlarda sık kullanılan yöntemler. Umarım yakın bir gelecekte planlama pratiğimizi bu çizgiye çekmemiz mümkün olur.

-Türkiye'de en fazla mandanın beslendiği yerin İstanbul olduğunu söylüyorsunuz (Youtube yayınında) bu ilginç bir bilgi. Yapılaşmanın bu denli yoğun olduğu bir kentte mandaların yaşaması hem ilginç hem de umut verici bir olay. İstanbul'u konuşurken tarımı ve hayvancılığı da konuşmak gerekiyor. Araştırmalarınızda bu konuya dair nelere ulaştınız? 

Bu bilgiyi verdiğimde henüz kuzeydeki havalimanı inşaatı ya yeni bitmişti ya da bitmek üzere idi. Bildiğiniz üzere mandaların önemli bir kısmı havalimanının inşaa edildiği bölgede yaşıyordu bu nedenle bu bilginin geçerliliğini kontrol etmek gerek. İstanbul’un Akdeniz ve Karadeniz iklimlerinin iç içe geçtiği çok özel bir ekolojisi ve bunun İstanbul’a getirdiği bir biyolojik çeşitlilik ve zenginlik var. Bu zenginlik kent ve kır arasındaki organik bağı da ortaya çıkartıyor. Benim çalışmam daha çok kentleşmeye odaklanan bir araştırmaydı.

Ancak bu araştırmada İstanbul’un gelişimine tarihsel coğrafya ve çevre tarihi perspektifinden bakmak, bana tarım ve hayvancılığın şehrin uzun tarihinin önemli bir parçası olduğunu öğretti. 2014-2015 yıllarında saha gezilerim sırasında İstanbul’un kuzeyinde hala tarım ve hayvancılığın yoğun bir şekilde devam ettiğini görmek çok etkileyiciydi. Şehir merkezinden sadece 10 km uzaklıkta ‘global İstanbul’un’ çok farklı bir yüzünü görme fırsatım oldu. 5-6 yıl içerisinde bu bölgeleri yeniden gezme fırsatım olmadı ancak araştırmamda mekansal analizler buraların en dinamik ve en hızlı dönüşen yerler olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu homojen bir dönüşüm değil bundan farklı tarım arazisi türleri (örneğin bir yazımda bahsettiğim gibi meralar) farklı şekilde ve düzeyde etkileniyor. Bu tür farklılaşmaların arkasındaki nedenler umarım daha detaylı araştırılır. Bunun Marmara Bölgesi’ndeki dönüşümü daha iyi anlamamızı sağlayacağını düşünüyorum.

KENT KIR AYRIMI VAR MI?

-Tuğrul Akçura'nın 1960'lı yıllarda şehrin genişleyeceğini öngördüğünü dile getiriyorsunuz. 60 yıl evvel yapılan uyarılara rağmen İstanbul her on yılda büyük projelerin odağı haline gelmiş. 

Aslında bu biraz da tarihin tekerrür ettiğini gösteriyor. İstanbul’un (ve Marmara Bölgesi’nin) gerçekleşen ve gerçekleşemeyen büyük projelerin odağı haline gelmesinin de “uzun” bir tarihi var aslında. Buna yakın zamanda profesör Cemal Kafadar İstanbul Unbound konferansının kapanış konuşmasında detaylıca değindi. Daha yakın tarihe bakacak olursak Doğu Marmara Ön Planı’nda Tuğrul Akçura İstanbul’un doğusudan başlayıp İzmir körfezini kapsayan bölgesel oluşuma dikkat çeker. Ancak sizin de belirttiğiniz gibi bölgesel ölçekte yoğun kentleşme ve sanayileşme on yıllardır devam etmesine rağmen beraberinde getirdiği sorunlar karar vericiler tarafından ihmal edilmiştir. Biz yakın zamanda yayınladığımız güncel veriler içeren makalede Marmara Bölgesi’ndeki kentleşmenin ve kentsel yönetim boşluklarının sürdürülebilir planlama perspektifinden son derece sorunlu göründüğünün ve başta Marmara Denizi olmak üzere bölgedeki diğer havzaların ve tarımsal alanlardaki değişimin nabzının tutulması gerektiğinin altını çizmiştik. Bu yaz tanık olduğumuz müsilaj problemi on yıllardır ihmal edilen bu kentleşme ve endüstrileşme probleminin acil çözüm beklediğini bize hatırlattı.

- İstanbul'u araştırırken odaklandığınız yıllar 1990'lar sonrası. 1990'lı yıllarda hayatın her alanında etkisini gösteren liberal ekonomi, kent inşasına nasıl yansıdı?

1990 ve özellikle 2000 sonrası ekonomik değişimlerin İstanbul’da yapılı çevreyi nasıl değiştirdiği üzerine epey yazıldı (kapalı siteler, gökdelenler, AVM’ler vb) ancak bu değişimin yapılı olmayan çevre (havzalar, tarımsal alanlar vb) üzerindeki etkileri hakkında çok az şey biliyoruz. Bizim Marmara Bölgesi çalışmamız periferide (merkez dışı) kalan alanların en az merkezler kadar hızlı değiştiğini dönüştüğünü gösteriyor. Bu nedenle de artık kentleşmenin nerede bittiği ve nerede başladığını tayin etmek, başka bir deyişle kent kır ayrımını arasında net bir çizgi çizmek mümkün değil. Sürdürülebilir kentleşme için çeperde bizim gözümüzden uzak gerçekleşen bu “kentsel” dönüşümün dinamiklerini farklı boyutlardan çok iyi anlamamız gerekiyor.

“YÜZLEŞMEMİZ GEREK”

-Geçmişte yapılan hatalar İstanbul'un birçok sorunla baş başa kalmasına neden oldu ve oluyor. Yakın zamanda tanık olduğumuz müsilaj vakası bunlardan biri. Yine kuzey ormanlarının tahrip edilmesi de buna örnek gösterilebilir. Yani şehri tartışırken aynı zamanda ekolojiyi de tartışmamız gerekiyor. Ne dersiniz? 

Kesinlikle, zaten biz ekolojiyi ihmal etmek cüretini göstersek bile o kendini bize hatırlatıyor. Marmara Bölgesi özelinde müsilaj buna iyi bir örnek. Sürdürülebilirlik, iklim değişikliği gibi konularını ele almadan artık kentsel tasarım ve planlamada anlamlı bir tartışma sürdürmek mümkün değil.

-Gerçekleri konuşurken genel olarak olumsuz bir tablo çizmiş oluyoruz maalesef. İstanbul'daki sorunların çözümü için neler yapılmalı. Bu kent ve insanları daha rahat nefes alabilmek için nelere ihtiyaç duyuyor. 

Artık olumsuz tablodan kaçış olduğunu düşünmüyorum, mevcut durumu iyi analiz edebilmek için gerçekler ile yüzleşmemiz gerek. Planlamanın ve tasarımın kollektif süreçler olduğu kabul edilmeli, farklı gruplar (özellikle daha önceden az temsil edilen gruplar) karar verme süreçlerinde yer almalı, farklı ölçeklerin problemleri göz önüne alınmalı (biz Marmara Bölgesi çalışmamız ile bölgesel ölçeğin sorunlarını tartıştık) ve araştırma temelli alternatif çözümler -hem tasarım hem de kentsel politika bağlamında-üretilmeli. Karşı karşıya olduğumuz sorunların karmaşıklığı karşısında tek bir kişinin kararında tek bir çözüm önerisinde ısrar etmek en temel problemlerden biri. İstanbul gibi bir metropolde farklı yaş, cinsiyet ve ekonomik grupların ihtiyaçlarına yanıt verebilecek mekansal çözümler özellikle kamusal alanlar herkesin hissettiği bir eksiklik diye düşünüyorum.

Tasarım ve planlama eğitimimizde çok köklü değişiklikler yapmamız gerektiğini ve çevreye yaptığı müdahelenin sorumluluğunu alabilen plancı, tasarımcı ve mimarlar yetiştirmeyi hedeflememiz gerekiyor. Marmara Bölgesinin kentleşme ve çevresel problemlerinin daha entegre bir kentsel yönetimi/yönetişimi zorunlu kıldığını, bunun da karar vericiler ve idari birimler arasında acil iş birliği gerektirdiğini söyleyebilirim. Umarım bu bir planlama ve tasarım geleneği haline gelir.


ARŞİV