İstanbul’un Nam Salmış Hayvanları

İBB tarafından çıkarılan “İstanbul’un Nam Salmış Hayvanları” kitabı kedisinden martısına, atından yelkovan kuşuna, köpeğinden kazına şehirde yaşayan hayvanları anlatıyor

06 Ekim 2022 - 12:23

Her ne kadar insanların çoğu dünyanın tek hakiminin kendi türü olduğunu düşünse de hayvanlar da yeryüzünde en az bizim kadar hakkı olan canlılar. Sadece yaşama değil, beslenme, üreme hakkı olan canlılar. Doğa ve yaşam savunucularının mücadelesiyle çevre ve hayvan hakları konusunda duyarlılık gün geçtikçe artıyor. Zaten hayatı bir bütün olarak düşündüğümüzde içinden bitkileri, hayvanları çıkardığımızda bir şey kalmadığını göreceksiniz. Mesela İstanbul’u kuşlarından, balıklarından, köpeklerinden, kedilerinde, atlarından ayrı düşünmek mümkün mü?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları’ndan çıkan “İstanbul’un Nam Salmış Hayvanları” kitabı da geçmişten günümüze kentin hayvanlarla ilişkisini anlatıyor. Orhan Bahtiyar tarafından hazırlanan kitapta İstanbul ile tarih boyunca özdeşleşen hayvanlar anlatılıyor. 11 bölümden oluşan kitaba tarihsel anlatımlar, efsaneler, usta yazarların eserlerinden örneklerin yanı sıra illüstrasyonlar da eşlik ediyor. Editörlüğünü Berivan Tapan’ın yaptığı kitaptaki illüstrasyon çizimleri de Selçuk Ören’e ait. Kitap kapak tasarımı ise Geray Gençer tarafından yapılmış.

Önsözü Sunay Akın tarafından yazılan kitapta Akın, okuru nasıl bir kitabın beklediğini şu sözlerle anlatıyor:

ŞEHRİN KADERİNİ DEĞİŞTİREN HAYVANLAR

“İstanbul’un tarihine hayvanların gözünden tanıklık eden ve toplam 11 bölümden oluşan bu kitapta, onların şehrin kaderini nasıl değiştirdiklerine şahit olacaksınız.

İstanbul’un Nam Salmış Hayvanları’nı okuduktan sonra balıkçı tezgâhlarının önünden geçerken adımlarınız değişecek. Zira eğer palamut olmasaydı İstanbul diye bir şehir olmayacağını biliyor olacaksınız. Bazen bir balinayla birlikte Kraliçe Thedora’nın gemilerinden birine kuyruk vururken bulacaksınız kendinizi, bazen de bir martının kanadından izleyeceksiniz İstanbul’un yıllar içinde nasıl değiştiğini. Sokak köpeklerinin Hayırsızada’da çektikleri acılara ortak olurken, vicdanınızı ve insanlığın yeryüzündeki varlığını sorgulayacaksınız. Kedilerin Türk edebiyatına olan katkılarını okurken İstanbul’u salgın hastalıklardan korumak için gösterdikleri çabaya şapka çıkartacaksınız. İstanbul’da heykeli dikilen hayvanların öyküleri ruhunuzu sararken “Keşke…” diyeceksiniz. “Keşke daha fazlası olsaymış.”

Orhan Bahtiyar ise kitabın girişinde İstanbul’un mitolojik de olsa varoluşunu hayvanlara borçlu, nadir şehirlerden biri olduğunu anlatıyor.

İstanbul denince akla gelen martıların, yelkovan kuşlarının, kedilerin, köpeklerin yanı sıra ayılardan yılanlara kadar şehirde yaşayan başka türlerin anlatıldığı kitaptan küçük bölümler hazırladık.

İSTANBUL SEMALARINDA KUŞLAR

Yelkovan Kuşu

Osmanlı’da Fatih’ten sonra kardeşleri ve tahtta hak iddia edebilecek diğer akrabaları katletmek yasa haline gelmişti. Bu ölümler, boğdurma yoluyla gerçekleştirilirdi. Çünkü haneden kanı asildi, kutsaldı ve bu kan asla dökülemezdi. Bu sebeple sultan soyundan gelenlerin kurşunla ya da kafalarının kesilerek öldürülmesi, Osmanlı’da yasaktı. Bu zavallı insanlar, iktidar uğruna kementle ya da ok yaylarıyla boğularak öldürülürdü. Bedenleri de mezar yerleri belli olmasın diye toprağa verilmez, gizlice boğaz kıyısından denize atılırdı. Efsaneye göre bu çocuk ve ölü bebeklerin cennete girecek sevapları ya da cehenneme gidecek günahları olmadığından Boğaz üzerinde durmaksızın uçan yelkovan kuşlarının, dünyaya geri gönderilen bu masum prens ve şehzadelerin huzursuz ruhları olduğuna inanılırdı.

Martılar

Martı, İstanbullular için hiçbir zaman sadece bir “kuş” olmadı. Vapurda yârendir, simide lokma lokma ortaktır. İskelede ve sandalda Boğaz’ın doğal vergi memurudur, balıkçının kısmetinden hakkını almadan gitmez.

Kargalar

Ekinlere zarar vermeleri sebebiyle sadece İstanbul’da değil tüm Anadolu’da kargalara karşı bir mücadele başlar. Ahmet Haşim’in 6 Haziran 1928 tarihli İkdam gazetesinde yayımlanan “Kargalar” isimli yazısından öğrendiğimize göre durum öyle bir hal alır ki 1928 yılı Mayıs ayında İstanbul Valiliği, kargalarla mücadeleye katılmayanlara para cezası uygulayacağını ilan eder. Bunun üzerine şehirde büyük bir karga avı başlar. Ancak İstanbul valisinin unuttuğu, daha doğrusu bilmediği bir şey vardır: Kargaların zekâsı…

“Çoğumuzdan akıllı olan bu çelikle dökülmüş zeki kuşla uğraşmak için av tüfeği değil, mitralyöz lazım.” diye yazar Ahmet Haşim.

Göçmen Kuşlar

İstanbul’da görülen göçmen ve yerel kuş türlerinin sayısı 300’ün üzerindedir. Bunların 200 türü için ise İstanbul bir üreme alanıdır.

(…)

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 1989 yılında yayımladığı Şehir Rehberi’nde İstanbul’da 7 sokak martı, 9 sokak serçe, 15 sokak güvercin, 19 sokak bülbül, 26 sokak kanarya, 2 sokak karga ve bir sokak da karabatak ismi taşıyor.

İSTANBUL’UN BALIKLARI VE BALIKÇILARI

İstanbul’da Bizans’tan günümüze kadar gelen bir balık ve balıkçılık kültürü vardır. Bizans’ta deniz ve akarsu kenarlarında yaşayan halkın neredeyse tamamı balıkçılıkla geçinirdi. Balık tutma hakkı “haleia” denilen vergiyi ödeyen kişilere tanınırdı. “Halieus” adı verilen balık avcıları, “kababion” denilen tekneleriyle avlanır ve “vivaria” adlı özel havuzlarda balık yetiştirirledi. Özellikle Boğaz köyleri, Adalar, Kadıköy, Maltepe, Tuzla ve Yedikule'den Bakırköy’e kadar uzanan sahillerde balıkçılık yapılırdı.

Fok

Foklar, Marmara ve İstanbul Boğazı’nda görüldükleri dönemde “denizin köpekleri” olarak da anılırdı. Lakin yazın Boğaz’ın ışıltılı sularında oynaşıp İstanbullulara keyifli saatler yaşatırken kışın da sığınacak bir yere ihtiyaç duyarlardı. Bu iş için köpek kulübesini andıran yalıların kayıkhaneleri pek uygundu. Adalar ve Tuzla arasını üreme alanı olarak kullanan foklar, bu hattaki yalıları kışın mesken tutar, kötü havalarda buralara sığınırdı. Özellikle Kadıköy Caddebostan’da bulunan Ragıp Paşa Köşkü, bu mekânların en bilinenlerindendi.

AYILAR, DEVLER, SİRKLER VE MAYMUNLAR

Ayı Oynatıcıları

Ayı oynatıcılığı, İstanbul’un en eski mesleklerinden biriydi. Bu meslek, karşımıza ilk kez Evliya Çelebi’nin satırlarında çıkar. Evliya Çelebi yaşadığı dönemde İstanbul’da 70 kadar ayı oynatıcısı olduğunu yazar. 1600’lü yıllarda İstanbul nüfusu göz önüne alındığında bu hiç de azımsanacak bir sayı değil doğrusu.

(…)

Ormandaki hayatından kopartılan yavru bir ayı, özel yapım bir kafeste aylarca tutulduktan sonra sirklerde uygulanan işkencevari yöntemlerle eğitilirdi. Kapalı tutulduğu kafesin altında ateş yakılır ve ateşle birlikte def çalınarak, çektiği acıyı def sesi ile ilişkilendirmesi sağlanırdı. Böylece sokağa çıkarıldığında ne zaman def sesi duysa ayaklarının yanacağını sanarak, zıplamaya başlar, insanları eğlendirirdi.

İSTANBUL’UN “AT EVLİYASI”

Gün geldi, atlar İstanbul halkı için batıl bir inancın doğuşuna neden oldu. Genç Osman olarak bilinen II. Osman’ın en sevdiği atı Sisli Kır ölünce, Üsküdar’daki Kavak Sarayı’nın çevresinde bir yere gömülmüş ve mezara dört dizelik bir kitabe dikilmişti. Bir süre sonra Selimiye kışlası ve camii yapılırken Kavak Sarayı yıkıldı ve mezar açıkta kaldı. Bu olay halk arasında öyle hızlı yayıldı ki hasta atlar şifa bulmaları için Sisli Kır’ın mezarına getiriliyor ve mezar etrafında dualar eşliğinde dolaştırılıyordu. (…) İstanbul’da “At Evliyası” inancı böyle doğdu

İSTANBUL’UN SOKAK KÖPEKLERİ

Bir gün Galata’da bir İngiliz, bastonuyla köpekleri yolundan çekilmeleri için korkuttuktan hemen sonra köpeklerin saldırısına uğradı. Zavallı adam kaçarken de bir duvardan düşüp öldü. Bunun üzerine İngiliz Hükümeti, Osmanlı Devleti’ne bu duruma sebep olduğu için bir ültimatom verdi. Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması başta olmak üzere pek çok ıslahatın yapıldığı ve dünya devletleriyle ilişkilerin yeniden ele alındığı çok hassas bir dönemden geçerken siyasi anlamda bir sıkıntı yaşamak istemiyordu. Bu sebeple sokak köpeklerinin hızla toplanması, teknelere bindirilerek Hayırsızada’ya gönderilmesi kararı verildi. Karar, halk arasında öyle hızla yayıldı ki kararın verildiği günün akşamına halk sokağa döküldü ve köpekleri savundu. Durumun vehametini gören II. Mahmud bu kararını iptal etmek zorunda kaldı.

İkinci büyük köpek sürgün vakası ise 1865 yılında Sultan Abdülaziz devrinde yaşandı. Gelen yoğun şikâyetler sonrası köpekler toplanıp, teknelerle yine Hayırsızada’ya bırakıldı. O dönemde İstanbul’da çok büyük bir yangın yaşanınca halk bu felaketleri köpeklere yapılan zulme bağladı.

KEDİLER ŞEHRİ İSTANBUL

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’a girene kadar İstanbul bir kediler şehriydi. Fatih ordusundaki Horasanlı Türkmen askerlerin yanlarındaki köpeklerin çoğalmasıyla şehir kediler ve köpekler arasında kardeşçe bölüşüldü. Ancak kedilerin İslami inanç gereği ağırlıklı olarak evlere alınması, köpeklerin ise “mekruh” sayıldıkları için evlere alınmayıp sokaklarda beslenmesi bir süre sonra İstanbul’un yabancı gezginleri tarafından “Köpekli Şehir” olarak anılmaya başlanmasına sebep oldu.

Yazarlar ve Kedileri

Nâzım Hikmet’in ilk şiirlerinden biri kediler içindir. Bu şiiri okuyan edebiyat öğretmeni, şiiri Yahya Kemal’e götürür. Yahya Kemal, Nâzım Hikmet’in uğruna şiir yazdığı kedisini daha önce görmüştür ve ona şöyle der: “Sen o pis, uyuz kediyi böylesine güzel övmesini biliyorsan şair olacaksın.”

KADIKÖY’ÜN SEVGİLİ DOSTLARI

“İstanbul’un Nam Salmış Hayvanları” kitabının heykeli dikilen İstanbul’un sokak hayvanları bölümünde Kadıköy ve Kadıköylülerin sevgili dostlarının heykelleri yer alıyor. Moda’nın sevgili köpeği Tarçın, Fenerbahçe’nin kedi dostu köpeği Tommy, Ziverbey’in ehlikeyif kedisi Tombili ve çarşının Kaz Rodi’sinin anlatıldığı İstanbul’un Nam Salmış Hayvanları kitabını İBB Kültür AŞ’ye bağlı İstanbul Kitapçısı mağazalarından ve www. istanbulkitapcisi.com adresinden satın alabilirsiniz


ARŞİV