İstanbul’u profesyonel bir turizmcinin gözünden okumak isteyenlere hitap eden “İstanbul/şehrin sırları” kitabı yayınlandı. Turizm sektörünün duayenlerinden Faruk Pekin’in kaleme aldığı kitapta, 16 asır üç büyük imparatorluğa başkent olmuş efsane kent İstanbul ele alınıyor. Alfa Kitap’tan çıkan 300 sayfalık kitapta, kentin tarihi, doğası, kültürü detaylıca anlatılıyor. Faruk Pekin, İstanbul’un 10bin yıllık kesintisiz yaşamıyla, eşsiz coğrafyası, benzersiz tarihi, harika doğası, efsanevi görkemi ve kentte yaşayanların hala bozamadığı güzelliğiyle dimdik ayakta duran, ölümsüz bir kent olduğunu belirterek, “Muazzam bir kültürel miras içinde inançlar, dinler, diller, ırklar, kültürler cümbüşü bir dünya ortaoyunu. Küresel bir dünya başkenti. Bu açıdan İstanbul’da sergilenen yalnızca ulusal değil, yaşayan evrensel bir kültür mirası. İstanbul emsalsiz bir kent (şehr-i yegane), eşsiz, bir şehir” diyor.
İSTANBUL BİTTİ Mİ?
Pekin, İstanbul’un efsanevi Anka kuşu gibi zamanın yıkımına karşı koyarak tarih boyunca her defasında küllerinden yeniden doğduğuna dikkat çekerek, “İstanbul gibi bir kente yapılabilecek en büyük haksızlık nostaljik duygularını körüklemektir. Günü algılayamayan geçmişseverler, kendilerini İstanbullu, değişimi yaratanları ‘öteki’ olarak tanımlayarak ‘İstanbul bitti’ edebiyatı yapıyorlar. Geçmişe ağıt yakmak yerine, İstanbul’un dünü ile bugününü buluşturmak, geçmişin değerlerini ve güzelliklerini geleceğe taşımak gerek. Bu nedenle İstanbul’u tanımamız gerekli. Tanımak da zaten kent sevgisini yaratıyor. Kentsel belleği korumak, koruma bilincini sürdürülebilir kılmak da bu sevgiye bağlı. Bir kenti tanımanın en iyi yolu onun sokaklarında kaybolmak, adım adım dolaşmak, şehri solumaktır’’ diyor. İstanbul’un kaotik yapısı, sınırsız kargaşası, sunduğu iyi ve kötü seçenekleriyle karşı konulmaz bir çekim merkezi olduğuna vurgu yapan Faruk Pekin, “Geçmiş-şimdi-gelecek sarmalı içinde İstanbul’un herkesi yavaş yavaş içine alan bir enerjisi, sürekli değişen bir ışığı, kendine özgü bir kokusu, bir ruhu, bir büyüsü var. Ve bu tılsım sonsuza dek düşecek. Sizlere bir büyüyü, bir gizemi, ‘şehrin sırları’nı bu kitapla aktarmak istedik.” açıklamasını yapıyor.
İSTANBUL KİTABINDAKİ KADIKÖY
Kitabın Kadıköy’le ilgili bölümünden bazı satır başları;
Khalkedon, 451’de Hıristiyanlık dünyası için önemli bir olaya ev sahipliği yapmıştı. 4. Evrensel (Ekümenik) Konsil buradaki Aya Evfimiya Kilisesi’nde toplanmıştı. Aya Euphemia Khalkedon’un koruyucu azizesidir. Bugünkü Aya Evfimiya Kilisesi Kadıköy Çarşısı’nın bulunduğu meydandadır.
Tarihi M.Ö 5 bin’li yıllara kadar giden Kadıköy, 1352-53’te tamamen Osmanlıların egemenliğine girdi. Fatih’in Konstantinopolis’i fethetmesinden sonra bölge İstanbul kadısı Hıdır Bey’e verilir, adı Kadıköy olarak değiştirildi. Osmanlılar geldiğinde Khalkedon artık tüm heybetini yitirmiş, ufalarak bir yazlık yerleşme yeri haline gelmişti.
Zamanla gelişen Türk mahalleleri ilk olarak Osman Ağa Camii çevresinde kurulmuştu. Kadıköy özellikle 18. yüzyıl Lale Devri’nde ünlüydü. Bu dönemde nüfus da değişmeye başladı, Türkler ve Rumların yanı sıra Ermeniler de bölgeye yerleşti.
Kadıköy’ün 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra hızla gelişmeye başlamasını özellikle iki etmene bağlanabilir; 1857’de başlayan Şehiriçi Vapur İşletmeciliği’ne ait düzenli vapur seferleri ve Haydarpaşa-İzmit demiryolu. Böylelikle semtin Üsküdar, Adalar ve diğer Boğaziçi yerleşim yerleriyle ilişkileri arttı, iki yönlü bir nüfus akımı oldu. Bu gelişme Kadıköy’e ekonomik alanda da bir ivme kazandırmış, hızla gelişmeye başladı.
Semtin bu hızlı gelişimini ilk baltalayan olay 19. yüzyıl büyük yangını oldu. Yaklaşık 250 özgün yapının kül olmasına yol açan bu yangından sonra Kadıköy modern kentlerin ızgara planına uygun olarak yeniden yapılandı.
19. yüzyılın sonlarına doğru Moda bölgesine gayrimüslim ve Levanten nüfus yerleşirken, II. Abdülhamit döneminin ileri gelen devlet adamları da Bostancı ve çevresine köşkler yaptırmaya başladılar.
Kadıköy’de bir başka gelişme de Yeldeğirmeni bölgesinde görüldü. Bu bölgeye I. Abdülhamit döneminde un ihtiyacını karşılamak üzere 4 yeldeğirmeni yaptırıldı. Kadıköy’ün ilk postanesi 1845’te yine bu mahallede açıldı. 1898’de Rumlar bir Ortodoks kilisesi (Ayios Yeoryios) inşa ettiler. 1890’lı yıllarda buraya gelen Museviler ilk havralarını (Hemdet İsrael Sinagogu) burada kurdular.
Kadıköy o dönemde artık çok renkli bir nüfusa ev sahipliği yapıyordu. İskele çevresi, cami, Rum ve Ermeni yapılarıyla çarşının yer aldığı bir merkezdi. Yeldeğirmeni’nde ise bir Katolik rahibe okulu, bir Alman, bir Rum okulu açılmıştı. Bahariye ve Moda’daysa Rum, Ermeni, Katolik ve Anglikan kiliseleriyle St. Joseph Fransız Lisesi inşa edilmişti.
20. yüzyılın başına gelindiğinde Kadıköy, demiryolu boyunca oluşan ufak yerleşim yerleriyle büyümesini sürdürdü. Kadıköy yazlık bir semt olma özelliğini Cumhuriyet sonrasında da devam ettirdi. Moda, Fenerbahçe, Caddebostan ve Suadiye plajları bu dönemde ortaya çıktı.
Cumhuriyet sonrasında, özellikle 1950’li yıllardan sonra semte önemli bir kimlik kazandıran Levanten ve gayrimüslim nüfus bölgeyi terk etmeye başladı. Ardından “arsa karşılığı kat sahibi olma” formülüyle betonlaşma gelir. Güzelim bağlar, bahçeler, ahşap binalar, Art-Nouveau, Art-Deco yapılar yok oldu. Kadıköy, 2010’lu yıllarda “kentsel dönüşüm” furyasıyla yeniden şekillendi.