Elektronik posta adresini “göreme1990” şeklinde alacak kadar kendini buralı hissediyor Lisa Morrow. Oysa kökleri uzaklarda, ta Avustralya’da. Bundan 33 yıl evvel turist olarak geldiği Türkiye'yi çok sevince yerleşmeye karar vermiş. Yıllardır burada yaşayan, hatta İstanbul ve Türkiye’yi anlattığı 5 kitap kaleme alan Morrow’un hikayesini dinledik.
Yazar ve seyahat yazarıyım. Sidney’de doğdum. Macquarie Üniversitesi'nde sosyoloji yüksek lisansı yaptım. Yazar olmadan önce birçok farklı alanda çalıştım. Avustralya'da lisedeyken bir pastanede ve daha sonra barlarda, restoranlarda ve kafelerde yarı zamanlı çalıştım. Perakende kitap ticaretinde bulundum, bir moda tasarımcısı için muhasebe tuttum, bir yayıncılık şirketinde ve bir patent vekilliği firmasında. Avustralya'da bir üniversitede Sosyoloji öğretmeni ve İngilizce öğretmeniydim.
1990 yılındaydı. Sultanahmet'te beş gün kaldım ve çoğu zaman yürüyerek geçtim. Aynı dili nadiren konuşmamıza rağmen, insanlarla konuşurken çok eğlendim. İstanbul'dan sonra Göreme, Pamukkale, Kaş, Nemrut Dağı ve Trabzon'a gittim.
HERŞEY GÖREME’DE BAŞLADI…
Göreme'de başladı. 1990'da oraya gittiğimde turizm daha yeni başlamıştı. Birçok insan hala Peribacalarında yaşıyor, meyve bahçelerinde çalışıyordu. Yaptığım her yürüyüş üzüm, patlıcan ve domates tarlalarından geçiyordu ve çiftçiler bana doğrudan ağaçlardan şeftali ve ceviz teklif ediyorlardı. İki ay boyunca köyde bir ailenin yanında kaldım. Sabahları erkeklerle ata binip, öğleden sonraları kadın ve çocuklar vakit geçiriyordum, örgü örüp yemek hazırlıyordum. Neredeyse hiç Türkçe konuşamıyordum ama bir şekilde bağlantı kurmayı başarıyorduk. Bu Türk insanının değerli bir özelliğidir, iletişim kurmak için çok çaba harcarlar. İnsanlar bana karşı nazikti ve eve gelmiş gibi hissettim.
Bu cevaplaması zor bir soru çünkü çok fazla girişimde bulundum. Türkiye'ye iki kez turist olarak geldikten sonra 1990'da tek başıma ve 1996'da eşim Kim ile birlikte geldik. Daha sonraki süreçte Türkiye ile Avustralya arasında gidip geldik. İstanbul, Antalya ve Kayseri'de yaşadık. Yıllar içinde İstanbul'da çok iyi arkadaşlar edindik. Avustralya'da ise tanıdığımız insanlar başka yerlere taşındılar, hayatları ve ilgi alanları değişti, bu yüzden fazla ortak noktamız kalmadı. Biz de 2009'da kalıcı olarak Türkiye'ye taşınmak istediğimize karar verdik ve 2010’da taşındık.
Kendi ülkenizde kültür, toplum, bürokrasi, erkek/kadın ilişkileri vb. açısından işlerin nasıl yürüdüğünü bilirsiniz. Bilmezseniz bile sizinle aynı dili konuşan aile üyeleriniz ve size yardımcı olabilecek arkadaşlarınız vardır. Doğmadığınız veya büyümediğiniz bir ülkede yaşadığınızda, bunları çok kısa bir sürede, bazen size yardım edecek kimse olmadan ve genellikle bilmediğiniz bir dilde anlarsınız. Türk insanı çok misafirperver olmasına rağmen, Türk kültürü, yemeklerin nasıl hazırlanması gerektiğinden insanlar arasındaki anlaşmazlıklarla nasıl başa çıkılacağına kadar bazı yönlerden oldukça yerleşiktir. Örneğin ben salatalıkları salataya eklemeden önce soymuyorum. Bu konuda bir sorun olursa da o kişiyle yüz yüze konuşurum. Ama bazı Türk arkadaşlarım bu sorunu diğer arkadaşlara anlatmayı tercih ediyorlar ya da konuyu tamamen görmezden geliyorlar.
Türkiye'de kendim hakkında çok belirsizlik hissettim. Çünkü normaldeki davranış ve iletişim biçimlerim burada her zaman işe yaramıyor. Ben sürekli kendi üzerine düşünen bir insan değilim. Ne düşündüğüm, yaptığım ve neden yaptığım konusunda sürekli olarak sorgulanmak zordu. Ancak kültürü ve dili daha iyi anladıkça, iyi Türk dostları edindikçe kendimi de daha iyi anlamaya başladım. Benim için gerçekten neyin önemli olduğunu ve nelerden vazgeçebileceğimi biliyorum. Şimdi kim olduğum ve nasıl bir hayat yaşamak istediğim konusunda daha net fikirlerim var.
“TÜRKİYE BENİM EVİM”
Neden Avustralya yerine Türkiye'de yaşamayı tercih ettiğim… Tanıştığım çoğu Türk, Avustralya'daki yaşamın buradan daha iyi olması gerektiğine inanıyor. Masterchef Australia gibi televizyon programlarını izliyorlar ve oradaki herkesin çok para kazandığını, çok arkadaş canlısı olduğunu ve iyi hayatları olduğunu düşünüyorlar. Avustralya'da insanlar daha fazla para kazansa da, yemek, kira, sağlık masrafları vb. gibi diğer her şey de daha pahalı. Herkes yaşamak için yeterli para kazanmak için gerçekten çok ve uzun saatler çalışmak zorunda. Özellikle yaşlandıkça, orada yeni arkadaşlar edinmek zor. Son 20 yılda Avustralya toplumu zenginler ve fakirler olarak daha fazla bölündü, erkekler kadınlardan daha iyi hayatlara sahip ve genel olarak insanlar -para harcayan turistler olmadıkça- diğer ülkelerden gelen insanlara daha az sıcak bakıyor. Hiçbir yer mükemmel değil ama artık Türkiye benim evim.
KUTU: “İSTANBUL'UN KALBİ KADIKÖY”
Benim için İstanbul'un kalbi Kadıköy’dür. Türkiye’ye taşındığımda Erenköy'de yaşıyorduk ama hep arkadaşlarımızla buluşmak için Kadıköy merkeze gelirdik. Vapur iskelesinin yanındaki rıhtımda saatlerce çay içiyorum, alışverişimi Bahariye'den yapıyorum, özel günlerde Viktor Levi'de akşam yemeğine gitmeyi seviyorum. Son zamanlarda Yeldeğirmeni'de açılan tüm yeni kafeleri ve vintage mağazalarını araştırıyorum.
Kadıköy'ün enerjisini, insanların ve dükkanların harmonisini seviyorum. Sokaklar, kafeler öğrencilerle, ev hanımlarıyla, işçilerle, aydınlarla, yazarlarla, hayatlarını anlatan, dertlerinde birbirlerine yardım eden ya da sadece eğlenenlerle dolu. Göztepe'de oturmama rağmen Hacı Bekir'den et, balık, lokum ve Kurukahve Mehmet Efendi'den kahve almak için hep Kadıköy Çarşı'ya giderim.
Kadıköy eskisinden çok daha hareketli. Geceleri rakı balık restoranları oldukça popüler. Gün içinde özellikle Rusya ve Orta Doğu'dan çok sayıda turist alışveriş için geliyor. Sokaklar kesinlikle 20 yıl öncesine göre daha temiz. Burada farklı sosyal çevrelerden insanların bir araya gelmesini seviyorum. Ucuz yemek mekanları, öğrenci mekanları, geleneksel kahvehaneler, eski ve pahalı restoranlar var… Herkese hitap eden yerler var.
Kadıköy'de ve aslında Türkiye'deki çoğu yerde sevmediğim bir şey var ki, yazın etrafımda sigara içen insanlar olmadan bir restoranda yemek yiyemiyorum. Dışarıda bile! Ben eski bir sigara içicisiyim ve şimdi sigara dumanına karşı çok hassasım. Restoranların açık alanlarını sigara içilen ve içilmeyen bölümlere ayırması harika olurdu.
Beyoğlu'nda dışarıda yeme içme yönetmeliği değişince, eğlenmek için daha çok insan Kadıköy'e gelmeye başlayınca sorunlar başladı. Kadıköy’ün sakinleri, gece çok geç saatlerde yüksek sesle konuşan, kavga eden ve toplum içinde tuvalet ihtiyacını giderenlerden olumsuz etkileniyor. Ziyaretçiler sokakları bir parti mekanı olarak görürken, yerliler için sokaklar onların evleri. Yerleşik insanların ne istediği ile ziyaretçilerin ne beklediği arasında daha iyi bir denge olması gerekiyor. Ben pozitif bir insanım, umarım Kadıköy -eğitim durumu ve gelir düzeyi ne olursa olsun- herkesin yaşayabileceği, çalışabileceği ve eğlenebileceği bir yer olmaya devam eder.