Kurtuluş Savaşı zamanlarında teselliyi aşkta bulan edebiyatçılar, Kadıköy’ü mesken tutmuştu… Hicran Göze’nin yazdıklarına göre Kadıköy, 1918-1922 yılları arasında en romantik devrini yaşamıştı
Gökçe UYGUN
Kadıköy’ün geçmişinde çıkacağımız nostaljik aşk yolculuğunda rehberimiz Hicran Göze’nin “Bir Zamanların Kadıköy'ünde Edebiyatçılar ve Aşkları” kitabı olacak. Göze’nin yazdıklarına göre Kadıköy, 1918-1922 yılları arasında en romantik devrini yaşamıştı. Mütarekenin o karanlık günlerinde Kadıköy’ü mekân tutmuş kalabalık bir edebiyatçı grubuna, Moda’da, Şifa’da yanlarında dadılarıyla salınan dilberler neler neler ilham etmişlerdi! O devirde Kadıköy’ün kadınları ve kızları sanki masallardan dünyaya inmiş peri kızları gibiydi. O romantik kıyafetleriyle şairlerin hayallerine hitap ettikleri için onlara yazılan şiirler de bir başka türlüydü. İstanbul’un o çileli, hüzünlü yıllarında en meşhur edebiyatçılar Kadıköy’ün eşsiz güzelliklerine sevdalanarak ve aşık oldukları güzellere şiirler yazarak teselliyi Kadıköy’de bulmuşlardı; Ahmet Rasim, Ömer Seyfettin, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Halit Fahri, Faruk Nafiz, Tahsin Nahit, Salih Zeki Aktay, Mahmut Yesari, Nazım Hikmet, Refik Halit, Şükufe Nihal…
Halit Fahri Ozansoy, o günleri şöyle yazıyor hatıralarında;
“Hepimiz Kadıköy’de otururduk ve akşamları, hele yaz gecelerinde gece saat 3lere dek Moda’da, Şifa’da, Fenerbahçe’de dolaşırdık. O acı günleri birbirimize sarılarak geçirmeye çalışırdık. Ama kulaklarımız Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı haberlerindeydi. O tarihte Kadıköy aşağı yukarı bir şairler beldesi olmuştu. Akşamlarımızı berber geçirmekte, beraber yazmaya, hatta Moda ve Şifa çayırlarında sık sık rastladığımız güzellere beraber aşık olmaya başlamıştık.”
İşte Kadıköy’ün edebiyatçılarının Kadıköy aşklarından bir derleme…
SEYFETTİN’İN YALNIZLIK YARASI
Ömer Seyfettin, yalnızlığına Altıyol civarında oturan Doktor Besim Bey’in küçük kızı Calibe Hanım’la evlenerek son vermeye karar vermişti. İleriki yıllarda İstanbul’un meşhur bir terzisi olarak isim yapan Calibe Hanım o zaman Moda Caddesi’ndeki Fransız okulunda okumuştu. Moda ve Mühürdar sosyetesinde tanınan, güzel ve zarif bir genç kızdı. 1915’te evlenen Calibe Hanım ve Ömer Seyfettin’in bir kızları oldu. Ancak bu evlilik 1918’de sona erdi. Seyfettin, Kalamış’ta 2 katlı bir eve taşınacak, bu eve kendi yalnızlığının adını vererek ‘Tek başına yalı…’ diyecekti. Sevdiği kadından ve kızından ayrılmak onu çok üzmüştü. Kısa bir süre sonra tekrar evlenen Calibe Hanım’ın yeni eşi ele kolkola, kahkahalarla atarak evinin önünden geçmesi yalnızlık yarasını büsbütün deşecekti…
“BİR KADIKÖYLÜ KIZ…”
Ahmet Haşim’in Kadıköy’e duyduğu sevgi bilhassa iş dönüşü akşam 6’da kalkacak olan Kadıköy vapuruna binme vakti yaklaştıkça sabırsızlığa dönüşürdü. Haşim, “Kadıköy vapuruna binince, sanki terliklerimi ve gecelik entarimi giymiş gibi rahatlarım” derdi. Haşim için Kadıköy, sanki hayalinde canlandırdığı “o belde” idi. “Hepsi hemşire veyahut yar” olan tertemiz kadınların bulunduğu bir belde… O’nun 6 vapuruna yetişme telaşın altında her akşam aynı vapurda rastladığı bir Kadıköylü kız da olabilirdi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Haşim’in telaşına sebep olan “bir Kadıköylü kız” macerasını şöyle anlatır; “Vapura erkenden binip, onun girişini görmemize müsait bir yerde oturmamız lazım geliyordu. Bu yer, vapur iskeleden yana tarafı idi Haşim buraya oturur oturmaz artık benimle hiç konuşmaz, başı hep iskeleye dönük,çakmak çakmak parıldayan gözlerle yolcu kalabalığı içinde o gen kızı arardı ve ancak onu gördükten sonradır ki, kendine gelip aşk üzerine paradokslar yapmaya başlardı.”
Haşim çok mesuttu, bu Kadıköylü kızdan daha iyisine bulamayacağına kendisini inandırmıştı. Yakup Kadri ise Haşim’in kızla buluşmalarında mutlaka bulunması şart olan 3. kişiydi. Onun söylediğine göre Haşim, sevgilisiyle baş başa kalmaktan sıkılan bir aşıktı. Ama bir müddet sonra bu aşk da diğerleri gibi bitecekti. Kadıköylü kızın bir gün buluşmaya Yakup Kadri’nin yazılarına hayran bir arkadaşıyla beraber gelmesiyle büyü bozulacak, Haşim bu güzel ve kibar hanım kızı görünce, sevgilisinde kusurlar bulmaya başlayacaktı. Bir diğer büyük aşkı ise sevgilisinin elbisesinin yakasına o zamanın modası olan meyvelerden yapılmış bir broş takmasıyla son bulacaktı. Haşim biten aşklarının ardından bunalımlı günlerini bir zaman ortadan kaybolarak, Kadıköy İskele Caddesi’ndeki Acem’in kahvesinde geçirirdi.
ŞİFA’DA BİR ROMEO-JULİETTE AŞKI
Faruk Nafiz Çamlıbel’in Anadolu’ya gittiği 1922 senesine dek yaşadığı Kadıköylü günler, hayatının en romantik ve aşk dolu günleriydi. Sevmişti ve karşılık da görmüştü. Kadıköylü tarihçi/araştırmacı Adnan Giz’in in yazdığına göre, Kadıköy’deki ilk ve meşhur aşkı adeta bir Romeo-Juliette hikâyesiydi. Juliette, Şifa’daki bir köşkün güzel kızı Bedriye Sadrettin’di. Bu sarışın güzeli arkadaşları Bedra diye çağırırlardı. O zaman 22 yaşında olan Faruk Nafiz, akşam karanlık çökünce köşkün kapısında görünürdü, Bedra hanım da bahçeden kopardığı sarı kırmızı gülleri ona uzatırdı. Faruk Nafiz’in Bedra’ya yazdığı Serenad şiiri;
Bir nisan akşamı serin bir günün
Şarkın bu sevimli, güzel köyünün
Cenneti andıran bir akşamıydı.
Sizi ilk balkonda gördüğüm gündü
Yüzünüz sararmış gibi göründü
Acaba ruhunuz çok hasta mıydı?
AŞK ŞİİRİNİN MUTLUSU
Misaki Milli Sokak’ta oturan Ziya Osman Saba, efendiliği ve kibarlığıyla bilinirdi. 2 oğlu ve eşiyle yaşadığı sevgi dolu huzurlu hayat, şiirlerine de naksetmişti. 1951 tarihli bir şirinde şöyle diyordu;
Ah şimdi hatıralar mahallesinde
Misakımilli sokağı no 37
Orası bütün evler, bütün evler içinde
Mesut olduğumuz evdi
Talihin bir gün karşımıza çıkardığı
Elele döşediğiz bir çift küçük odası
Ne diyeyim bilmem ki
Gönül sarayı, aşk yuvası
KADIKÖY’ÜN TÜM KADINLARI
Adnan Giz’in Salih Zeki Aktay için şöyle yazmış; “Beldemizde ona sık sık rastlardık. Ama çarşıda pazarda sinemada değil, Kadıköyü’ne güzel noktalarından romantik günü batışını veya Kadıköy’ün kadınlarını kendinden geçmiş bir halde seyrederken..” Salih Zeki, vaktiyle Kadıköy’ün meşhur simalarından olan Nazmi Acar’ın Moda’da oturduğu apartmanın yanında Lafonten adındaki bir İngiliz’in evine misafir gelen güzel bir İngiliz kızına aşık olmuş. Tutku haline gelen bu aşk onu uzun zaman evin önünden getirip durmuştu. Kendi itirafıyla o tam 40 yıldır Kadıköy’ün bütün kadınlarına aşıktı…
NÂZIM’IN AŞK NOTU
Dünyaca ünlü şair Nâzım Hikmet’in hayatında Kadıköy özel bir yer tutuyordu. Nâzım, çocukluğunu ve ilk gençliğini burada geçirdi, sokaklarında avarelik yaptı, okullarında okudu, sinemalarına gittiği, konaklarında şiirler yazdığı semti hiç unutmayan Nâzım, memlekete son vedasını da Kadıköy’den yapmıştı. Nâzım’ın Kadıköy’de yaşadığı aşklarından biri de Kadıköylü Şükufe Nihal’di. Deli gibi aşıktı ama Nihal ona aşık değildi. Bir akşam bir grup edebiyatçı toplanmışlardı. Nazım bir kağıt parçasına “Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz”’ yazılı notu masanın altından Nihal;’e vermişti.
ŞİFA’DAKİ KADIN!
Aşkın Moda’dan sonraki bir diğer mekânı ise Ahmet Rasim beyin de gözdesi olan Şifa idi. Kadıköy’ün edebiyatçıları o romantik yerde aynı kadına tutulmuşlar ona şiirler yazmışlar ama hatun hiçbirine yüz vermemişti. Halit Fahri şöyle anlatır; “(…) Her akşam Şifa’ya tek başına genç ve güzel bir kadın gelir. Hiçbirimize bakmadan geçip giderdi. Bu dilber dula karşı hepimizin dehşetli zaafı vardı ve inatçı kadın hiçbirime yüz vermiyordu. Biz şairler bu hiçbirimize kıskançlık hissi vermeyen, çünkü hepimize ümit kapılarını kapatmış olan müşterek sevgilimize öyle bağlanmıştık ki, artık o geçerken kurbanlık koyunlar gibi boynumuzu bükü sırayla diziliyorduk. (…)’’
KUŞDİLİ’NDE BAŞLAYAN BÜYÜK AŞK…
Ünlü bestekâr Selahattin Pınar ve sahneye çıkan ilk Müslüman oyuncu Afife Jale’nin büyük aşkı Kuşdili çayırındaki bir konserde tanışmalarıyla başladı. Kısa sürede evlendiler, ancak mutlu evlilik günleri uzun sürmedi. Sahneye çıkamayan afife Jale, uyuşturucuya başladı. Selahattin Pınar, eşini kurtarabilmek için çok çabaladı ama… Hatta bir ara kendisi de morfine başlayacak gibi olunca, Afife ona “Terk et beni, yoksa sen de mahvolacaksın” diye yalvarınca, bir süre sonra Pınar, Afife Jale'yi terk etti. Afife Jale perişan bir halde, sokaklarda yaşamaya başladı. Bu arada Pınar da başka bir evlilik yaptıysa da kısa sürdü. Bir süre sonra Jale, Balıklı Rum Hastanesi'nde, kimsesiz bir şekilde bu hayata veda etti. Pınar, Afife'nin ölümünün ardından perişan oldu, çok sayıda hicran dolu besteye imza attı. 1960 yılının 6 Şubat’ında Kalamış’taki Todori meyhanesinde iken kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.